Ana Sayfa Blog Sayfa 55

Bu Füme Peynir’e bayıldım ama hiç bir yerde bulamıyorum:(

11

Evde yaptığımız ender Brunch davetlerinden birinde biricik eşimle beraber alışveriş yapıp, hazırladığımız o enfes sofrada, onca peynir çeşidi arasında özellikle bir Füme Peynir’in tadı damağımda kaldı.

Peynir tabagi

Makro Center’dan aldığımız bu peynirden, ne de olsa gidince yine bulacağım diye bir kaç gün hasretle sabrettim.

Derken yağmurlu bir gün, şemsiyesiz bir şekilde, önünde park edip, fönlü saçlarımın ahenkle dans eden şeklini riske etmek pahasına, koşturdum markete… Ama ara ara yok! Deli danalar gibi raflar arasında çaresizce dolanırken, hayata küstüm tabi. “Yaa ben neyi seversem, hemen tedavülden kalkıyor” edebiyatına başlamak için uygun bir ortam oluştu bana yine… Bu durumu şöyle açıklıyorum: Benim çok üstün bir zevk anlayışım olmalı ki, hangi ürünü çok sevsem, bağlansam, en kısa sürede ya üretimden kalkıyor, ya menüden çıkarılıyor. Başka açıklaması ne olabilir ki yani? Hayır hayır onu aklınızdan bile geçirmeyin. Hiçte bile zevksiz değilim bunu asla kabul etmiyorum, millet ağzının tadını bilmiyorsa bu benim derdim olmamalı banane 😛

Fumepeynir

Üzerinde sadece Füme Sade – Original Holland Cheese” yazıyor, başka ne bir marka ne bir ibare var. “Füme Peynir vardı” “Tam da şuralarda filan duruyordu sanki”… “Açık değil, Paketli Hollanda peyniri hani” filan diye tarif etmeye çalıştıkça, reyon görevlileri, ellerindeki bütün açık ve isli peynirleri gösteriyorlar ama hepsi ya çok ağır kokulu ya da çok sert…

Oysa bu peynir orta yumuşaklıkta, az kokulu, çok lezzetli, muhteşem bir şeydi…Bir kaç başarısız Makro Center içinde arama denememden sonra, nihayet bir gün son bir tanesini yakaladım. Oleeeeyy!!! Tabi önce gözlerime inanamadım. O mu değil mi bir emin olmam lazım tabi, iyice sevince boğulmadan önce. Artık bulamayacağımız düşüncesiyle, arabadan inmeye bile gerek duymayan eşime hemen paketin fotoğrafını çekip, WhatsApp’dan gönderdim. O anda saniyeler yıllar gibi geçti… Bekle bekle… Nihayet “Evet bu o!” mesajını görünce içime su serpildi ve hemen kaptım:)

wine2Bitmesin diye ilk açtığımda “incecik”, ama öyle ince ki, rahatça arkasını görebileceğiniz dilimler halinde keserken, sonlara doğru “yav ne olacak bulursun yine, aslansın!” diye kendimi motive ederek koca dilimleri ekmeksiz götürdüm. Aslında bu peynir tam şaraplık… Gerçekten uzun zamandır beni heyecanlandıran tek peynir.

Sonra onu her yerde yine aradım, yine aradım. Her gittiğimde bitmiş oluyor. Ne Migroslar, ne Makrolar, ne Gurme Marketler araştırdım. Yok yok yok! Yer yarıldı içine girdi sanki. Fırk fırk 🙁

Pes etmiyorum, gerekirse Hollanda’ya gider bulurum ama kavuştuğumuz ana kadar onu çok özleyeceğim kesin:)

Sağda solda görürseniz, haber verir misiniz dememe artık gerek yok herhalde:)————————————————————-
Bugün 21 Şubat 2013.

fume peynir
Gece gece, tam da kapanma saatine yakın, Makrocenter’ın önünden arabayla geçerken tekrar bakmak aklıma geldi. Oleyy! İşte orda beni bekliyor canım peynirim! Yüzlerce çeşit peynir arasında mıknatıs gibi çekti beni. Herşey yok oldu bir anda ve sadece onu gördü yorgun gözlerim:)

Nihayet kavuşunca, işimi garantiye alıp, hemen 2 tane aldım. Gecenin 11:00’i ve aslında oldukça tok hissetmeme rağmen, az sonra büyük buluşmayı gerçekleştirmek için sabırsızlanıyorum.

Eminim gece gündüz yeyip, bu 2 paketi bitirdikten sonra, aşırı dozda peynirden, gözüm gönlüm doyar da, bir müddet peynir meynir görmek istemem. İnsanın kendini bilmesi gibisi yok değil mi? 🙂

Havada Aşk Var :)

1

LOVE is in the air…

                        So LOVE limitless !
Happy Valentine 1

Kelebeğin Rüyası Hiç Bitmese Keşke…

26

O sabah tek amacım, spordan sonra hemen bilgisayarın başına geçip, yazılmayı sabırsızlıkla bekleyen yazılarıma konsantre olmaktı. Ama inadına hava öyle güzel ve güneş öylesine parlaktı ki… “Ne bilgisayarı Allah aşkına? Her gün kapalı ofistesin zaten. Çık gez biraz” diyordu sanki… Hemen hızlıca bir program yaptım. Anne-kiz, “alışveriş bahanesiyle Nişantaşı’nda biraz dolaşalım, yorulunca da bir yemek yeyip, sinemaya “Kelebeğin Rüyası” filmine gidelim” dedik.

Kelebegin Ruyasi

Fragmanını gördüğüm ilk saniyeden itibaren, bir an önce vizyona girmesi için sabırsızlanıyordum bu filmi izlemek için. “Eee hani güneşli, açık havayı değerlendireceğim diye atıp tutuyordun?” diye düşünenleriniz olacaktır doğal olarak… Evet haklısınız ama, zaten biraz dolaş, yemek ye, derken saat neredeyse 16:00 oldu bile… Sokaklar gölgede kalınca, o yalancı kış güneşinin iç ısıtan etkisi de hemencecik geçti gitti zaten…

Spontane oluşmuş olsa da,  birlikte geçireceğimiz böyle kaliteli bir zaman dilimine ihtiyacımız vardı. Annem uzun yıllar Kültür Sanat Danışmanlığı yapmış bir gazeteci, yazar ve şair olduğu için, bu filmden, keyif alacağını düşünerek, onunla gitmeyi özel olarak istedim.

“Dün gece bir düş gördüm
Düşümde kelebek olduğumu gördümŞimdi düşünüyorum…Ben kelebek olduğunu düşünen bir insan mıyım?

Yoksa, insan olduğunu düşünen bir kelebek mi?”

Yılmaz Erdoğan’ın senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı Kelebeğin Rüyası; Zonguldaklı iki genç şair Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun (Kıvanç Tatlıtuğ ) aşk ve şiiri, veremle olan savaşlarına tercih etmelerini, karşılığında sadece sevgilerini ve şiirlerini bırakarak bu dünyadan genç yaşta göçüp gitmelerini anlatan 128 dakikalık bir dönem filmi…

Şiirli-Şairli, toplumun büyük kesimi tarafından en ilgi gösterilmeyen sanat dallarından birini konu eden film, vizyonda çoğunlukla Oscar adayı yabancı filmlerin ve yerli komedilerin yer aldığı şu günlerde gösterime girmesine rağmen, 430.000 gibi çok iyi bir hafta sonu gişesi yakalamış.

Kelebegin Ruyasi Afis

Muhteşem ötesi görüntülerinin yönetmenliğini Gökhan Tiryaki’nin üstlendiği ve IMDB notu 8,3 olan Film, fragmanı sebebiyle, iki şair arkadaşın, aynı anda beğendikleri kız uğruna şiir yazarak yarışacaklarını ve kız hangisinin şiirinden etkilenirse, onunla diğerinin, kız uğruna aralarının bozularak, savaşacaklarını filan sanıp, yine her zamanki klişelere kendini hazırlayanları, en güzel şekilde ters köşeye yatırıyor.

Kelebegin Ruyasi10

Mümkün olduğunca “spoiler” vermeden, kısaca konusunu özetlemek gerekirse;

Tek parti hükümeti ve1941 Türkiyesi… Zonguldak’ta yaşayan 13-50 yaş arası her erkeğin, madende çalışmakla mükellef kılındığı yokluk yılları… Yakın arkadaş olan Muzaffer  ve Rüştü ise verem hastası oldukları için yer altında çalışmaktan kurtulmuş.

Tüm yokluk ve hastalıklarına rağmen, şiir yazma tutkusuyla yanıp tutuşan bu iki şairin, şiire bahane olarak gördükleri aşk; kentin ileri gelenlerinden Zihni Bey’in kızı Suzan’ın (Belçim Bilgin) şehre gelmesiyle tekrar canlanıyor. Bu süreci dönemin şartları altında en güzel şekilde yansıtan filmin, özellikle ilk yarısında yer yer gülümseten sahnelere de yer verilmiş.

Kelebegin Ruyasi5

Şiirin ete kemiğe bürünmüş halleri gibi hissettiren, güzel ruhlu iki şairin romantik heveslerinin, hayat karşısında yavaş yavaş solduğunu gösteren film, aslında sadece iki şairin acıklı hikayesi değil… O dönemin ve mükellefiyet yıllarının da bir portresi.

Daha önce şahsen hiç duymadığım ve Osmanlı’nın kömür ihtiyacını karşılamak amacıyla hazırlandığını, araştırarak öğrendiğim mükellefiyet yasası diyor ki: “Ereğli’nin 14 kariyesinde 13-50 yaş arasındaki erkekler kazmacı, kürekçi, direkçi olarak çalışmakla mükelleftir.”

kelebegin ruyasi

Bu madde uyarınca, insanlar zorla madene sokularak, çok zor şartlar altında çalıştırılıyormış. Görevden kaçanları engellemek ve disiplini sağlamak için alınan önemler ve uygulamalar ise inanılmaz. Sık sık yaşanan grizu patlamaları ve kazalarda toplu ölümler oluyor ve “Bit mücadelesi” adı altında tüm maden işçileri herkesin ortasında zorla çırılçıplak soyundurularak, buhar kazanlarına sokuluyormuş.

kelebegin ruyasi7

Film; Sosyo-ekonomik çerçevenin etki-tepkilerinin izlerini karakterler üzerinde yansıtırken, bir tarafta; acı içinde perperişan evlerde, aç bilaç yaşanan ve çoğu yer altında geçen hayatlar, diğer tarafta; bu durumun tam aksine tenis turnuvaları, vals dersleri ve balolarla gününü gün eden bir kesimi de gözler önüne sererek, insanı derinden etkiliyor.

Kelebegin Ruyasi 12

Aslına bakarsanız 2.Dünya Savaşı yıllarını ve fakirliği işliyormuş gibi yaparken, bir diğer yanda da, aslında şirin bahanesi olarak gördükleri “aşk”la aklını bozmuş iki şair dostu, bir odaya kapatarak, “bağımsız sinemaya” da göz kırpıyor.

Evrensel oyunculuk anlamında; “metod oyunculuğu” tarzında inanılmaz bir örnek sergileyen ve rolünün hakkını verebilmek uğruna, aşırı derecede zayıflayıp, kemiklerinin sayıldığı sahnelerde, izleyicilerin üzüntüden nefeslerinin tutulmasına sebep olan Kıvanç Tatlıtuğ’un; sade, tertemiz ve abartıdan uzak sinema oyunculuğu karşısında şapka çıkarıp eğiliyorum.

Kelebegin Ruyasi 14

Bu seneki Oscar ödüllerinde pek çok tahmini doğru tutturmuş naçizane bir izleyici olarak, genç kızların ondan bahsederken söylediği ismiyle “Kıvanç Baldan Tatlıtuğ’un” bu filmde Oscar’lık bir performans sergilediği kanaatindeyim. “Şahsi görüşüm” demiştim, katılırsınız katılmazsınız bilemem 🙂

Kelebegin Ruyasi9

Mert Fırat da oldukça iyi.. Aralarında çok başarılı şekilde sağlanmış bir uyum var ve kimse diğerinin önüne geçmeye çalışmıyor. Mediha rolüyle Farah Zeynep Abdullah ve Behçet Necatigil karakteriyle Yılmaz Erdoğan, abartısız ve gerçekten başarılı oyunculuklar sergilenmiş.Kelebegin Ruyasi 11
Söylemeden geçemeyeceğim tek şey; “eş kontenjanından filme dahil edildiği” ileri sürülerek çok eleştirilen Belçim Bilgin… Elinden geleni yapmaya çalışsa da, 30 yaşında bir hanım olarak yüz ve fiziği maalesef, lise öğrencisi kompozisyonunda belki pek inandırıcı olamamış ama, ben yine de sadece eş kontenjanından bu role uygun görüldüğünü düşünmek istemiyorum. Çünkü ortada çok ciddi bir prodüksiyon bütçesi var, bu iş şaka değil. Ama şu var ki insan; kendini böylesine içine çeken bir filmin tam odağında otururken, onun olduğu sahnelerde, sinemanın büyüsünden biraz çıkıp, dışarıdan izleyen ve bunun gerçek değil, bir film olduğunun tekrar farkına varan kişiye dönüşebiliyor.

kelebegin ruyasi 8

Sonuç olarak, her ayrıntısını kaçırmadan izlemeye çalıştığım, gerçekten rüya gibi bir filmdi… Balık hafızalı olmama rağmen, söylenen güzel sözleri ezberleyebilmek umuduyla, içimden tekrar ettiğim bile oldu. Hani güzel bir rüya görürken de olur ya, bir yandan bunun bir rüya olduğunun farkında olsanız da, “aman ben bunu unutmayayım” dersiniz… İşte aynen o duygu!

Kelebegin Ruyasi4

Zaman zaman sadece tek bir damlanın kirpiğimin ucunda donup kaldığı, zaman zaman da fütursuzca gözyaşı döktüğüm filmden, kurbağa gibi gözlerle çıktıktan sonra, uzun süre bir hüzün duygusu sardı içimizi. “Eee Nası buldun?” sorusuna “çok iyiydi” cevabından çok daha fazlası vardı yüreğimizin tam üstüne oturup kalan…

Kivanc1

Garibanlığı, aşkı, çaresizliği ve verem gerçeğini düşünüp, üzerine konuştuk biraz.  Sonra baktık olmayacak, bir daha konuyu açmamaya çalıştık çaktırmadan ikimiz de… Ama fark ettim ki etkisinden öyle kolay kolay çıkılacak gibi değil aslında…

Kelebegin Ruyasi3

Dev bir prodüksiyon örneği sergilenerek, Gökhan Tiryaki’nin üstün görüntü yönetmenliği sayesinde, çok iyi kadrajlarla, sadece sokaklarına değil, neredeyse tüm Zonguldak’a yer verilen ve bol bol dış mekan kullanılmasıyla, dönem filmi atmosferi sağlanması konusunda da Türk Sineması için dönüm noktası olan Kelebeğin Rüyası, önümüzdeki sene, Yabancı film dalında Oscar almasına şaşırmayacağım ve pek çok festivalden bol ödülle döneceğine inandığım bir çalışma olmuş…

Kelebegin Ruyasi 13

En kötü ihtimalle bunların hiç birisi gerçekleşmese dahi, sırf şiir okunmasını bir nebze de olsa özendirecek olması bile, bence bu filmi sevmek için güzel bir neden…

Kelebegin Ruyasi12

Gencecik yaşta göçüp gitmiş, ama gönül verdikleri şeyi yapmaktan ödün vermemiş şairlerimizi yücelten bir Senarist ve Nuri Bilge Ceylan’la olan deneyiminin de etkisiyle harika bir film ortaya koyan ve kendisi de Şair olan Yönetmen Yılmaz Erdoğan’ı tebrik ediyorum.

Yilmaz Erdogan

Bu kadar konu etmişiz madem,  gelsin o zaman değerli Şair Nursen Deliktaş’tan, maden ocaklarındaki hayatlar üzerine yazılmış etkileyici bir şiir…
OCAKLAR SÖNDÜSirenler çaldı yine
Yine parçalandı yürekler
Dilim dilim
Ateş rengi bir bulut gökyüzünde
Bir koşmaca bir telaş ardından
Ve yine aynı film
Hep aynı soru gözlerdeki
Bu defaki kimOysa ne ilk ne sondu
Bu defaki de
Yine grizu patladı
Yine yıkıldı kim bilir
Hangi yuvalar
Ocaklar söndü

Sonra
Yine zaman sardı yaraları
Unutuldu yine zamanla acılar
Her zamanki gibi
Hatıralarda kaldı anıları

Ve bir gün
Ocak bitti dedi birileri
Ocak kapatıldı ardından
Yine insanlar aç
Yine işsizlik diz boyu

Bu defa ocak değil
Ocaklar söndü

Nursen Deliktaş

Kalbinizde Taht Kuran Kişiye Özel Tasarımlar www.wishfornish.com’da…

3

Sevgililer Günü hediyenizi
%50’ye varan indirimlerle
Erkekler ve Kadınlar için
“TEK” olarak hazırlanmış
El yapımı tasarımlardan seçin!
www.wishfornish.com

SevgililerGunuYeni1

Kolay Su Böreği Tarifi

26
Adım Adım Fotoğraflı Kolay Su Böreği Tarifi

İşte size misafir geleceği zaman, hazırlamaktan en keyif aldığım tariflerimden bir tanesi olan Kolay Su Böreği tarifi. Aşağıda adım adım fotoğraflarından göreceğiniz gibi, yapım aşamasında, evet belki birazcık da olsa elleri işin içine katmak gerekiyor, soslar moslar… Ama yapımı gerçekten kolay ve sonuç öylesine başarılı oluyor ki, sonradan duyacağınız beğeni sözcüklerini ve tepsnin silinip süpürüleceğini düşününce, inanın bunlara fazlasıyla değiyor.

Su böreği normalde Peynir ve Maydanozla yapılıyor biliyorsunuz. Ama malzemelerle çeşitlendirme konusunda, yeniliklere açık birisi olarak ben içine, Kırmızı ve Yeşil Biberleri de küp küp doğrayarak katmayı çooook seviyorum! Bu tarifin bu kadar efsane olmasının sebeplerinden birisi de benim bu inovatif katkılarım oldu herhalde… Ne alaka derseniz, peynirli su böreği her yerde var, önemli olan ona yorumuzunu katarak, daha da lezzetlisini ortaya çıkarıp, fark yaratmak 🙂 Haydi o zaman Kolay su böreği tarifimizi vermeye başlayayım.

Adım Adım Fotoğraflı
KOLAY SU BÖREĞİ Tarifi

MALZEMELER

5 Adet Taze Yufka

2 Yumurta

1 Yumurta Sarısı

2 Su Bardağı Soğuk Süt

1 Çay Bardağı Sıvı Ayçiçek Yağı

300 gr. Beyaz Peynir

1 Demet Maydanoz

1 Orta Boy Kırmızı Biber

1 Orta Boy Yeşil (Çarliston) Biber (Acı olmayan yani:)

Tuz

Çörek Otu

Pul Biber

Susam

Kolay Su Böreği Yapılışı

Önce uygun büyüklükte bir tepsiye, yağlı kağıdı seriyorum

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Üzerine sıvı yağ dökerek, bunu da bir peçete yardımıyla yağlı kağıdın hem tabana, hem yanlara denk gelen kısımlarına yayıyorum.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Çarliston ve Kırmızı biberi yıkıyorum. Sap kısımlarını kesip attıktan sonra, kalan kısmını boylamasına 2’ye bölüp, çekirdeklerini çıkarıyorum.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Kesme tahtasında zar büyüklüğüne gelecek kadar küçük doğruyorum

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Bıçak yardımıyla iyice küçük hale gelecek kadar yatay ve dikey bıçak hareketleriyle iyice kıyıyorum:)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

 resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Şimdi de Beyaz Peyniri Kesip, ufalıyoruz. Ben Doğruluk Ezine Koyun Peyniri Kullandım. Tabi kullandığınız peynirin tadı da böreğin tadını çok etkiliyor:)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi-peynir

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Maydanozların saplarını ayıklayıp, yapraklarını iyice bol suda yıkayıp, onları da bıçak yardımıyla iyice kıyıyorum.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Peynir, Maydanoz, Yeşil ve Kırmızı Biberleri aynı kapta bir araya getirip, iyice karıştırıyorum.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Başka bir geniş ve derin kapta da, Süt, Yumurta, Sıvı Yağ, 1 silme çay kaşığı kadar Tuz, aynı miktarda Pulbiber katıp, karıştıracağım şimdi…

(3 yumurtadan 2 tanesini bu sos için kullacağım, diğerinin sarısını da en sonunda böreğin üzerine sürmek için)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi-yumurta

1 çay bardağı Ayçiçek yağını ekliyorum.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Şimdi de 2 su bardağı soğuk Süt ilave ediyorum…

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

 resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Tuz ve Pulbiberi de ekledim. Sosumu çatalla çırparak, iyice karıştırıyorum.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Sıra geldi yufkaları yerleştirmeye…

5 yufkadan, sağlam bir tanesini alıp, açarak, herhangi bir yerini yanlışlıkla delmemeye çalışarak tepsiyi ortalayacak şekilde bir güzel seriyorum.

Kenarlarda aynı miktarda yufkanın, tepsiden dışarı taştığına emin oluyorum. (En sonunda bu kısımları üzerine kapatarak bitireceğim)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Şimdi en alt tabanı yerleştirmiş olduk. İşin mantığı bundan sonrası için şöyle:

Kalan yufkaları tek tek alıp, her birini göz kararı elinizle dört parçaya filan bölüp, sonra da her bir küçük parçayı tek tek, o soslu (sıvı) karışımın içine ve elimizden bırakmadan batırıp çıkarıyoruz.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Sosa batırarak hafif suyunu akıtıyoruz ki çok cambul cumbul olmasın.. Sonra getirip seriyoruz.

Aman çamaşır sıkar gibi sıkmaya filan çalışmayın, yoksa yufka, hemen topaç gibi bir şey oluyor  ve bir daha da açılmıyor edepsiz! Evet denedim! 🙂

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Biraz sularını akıttıktan sonra getirip, tepsimizin bir köşesinden başlayarak tabandaki yufkanın üzerini bir kat kapatıyoruz.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

 Kolay değil mi? Hatta zevkli bile 🙂

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

İşte ilk katman bitince, şimdi sıra geldi aynı mantıkla ikinci katı kapatmaya..

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

2.katı bitirdiğinizde işte şimdi Peynirli karışımı her yere homojen bir şekilde serpme zamanı…

 

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Bu işlemi de bitirince, aynen kaldığımız yerden yufkaları elimizde bölerek, sıvı sosa batırıp çıkararak, tepsiye dizmeye devam ediyoruz.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Tüm yufkalar bittiğinde, sıra geldi en alttaki yufkanın, tepsinin kenarlarından sarkan ekstra parçalarını, üzerine kapatmaya…

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Tek tek bohça gibi kapatırken, her bir katmanın arasına kalan sostan da serperek ıslatıyoruz.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Tamamını kapatıp bitirdiğimizde, yumurta sarısını çırpıyoruz ve ister elinizle, isterseniz bir yumurta fırçası yardımıyla mümkün olduğu kadar yayarak tüm böreğin en üstüne sürüyoruz.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Dilediğiniz miktarda Susam ve arzu ederseniz Çörek Otunu da istediğiniz kadar serpiştiriyoruz.

Susam bu böreğin üzerine çok yakışıyor. O yüzden ben neredeyse 1 küçük paketin tamamını kullanıyorum:)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Çörek otunu da böreklerde çok severim:) Aynı fikirde değilseniz, kullanmak zorunda değilsiniz tabi:)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Şimdi son işlem olarak, bir bıçak yardımıyla böreğin farklı farklı bölgelerine 7-8 tane delik açacağız. Buradaki önemli nokta, bıçağı böreğin en dibine kadar batırmamak. Yani amacımız en alttaki yani tabanda duran o delmemek için çok çaba harcadığımız temeli tutan yufkayı delmemek:)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Bunu neden yapıyoruz? Çünkü Börek eğer delmeden pişirilirse, bazı bölümlerinde tümsekler oluşuyor, işte buna engel olmak için:)

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Yufkamızın ön hazırlığı şimdi tamam.

8-10 dakika kadar ön ısıtma yaptığınız 180 C ‘lik fırında pişirme zamanı geldi.

Pişmiş olduğunu nasıl anlarız derseniz, üzerinin her yeri resimdeki gibi kızarmış olacak… Bu durum fırından fırına fark eden bir süre tabi… Hele de fırınınızın turbo özelliği filan da varsa, ona göre belli aralıklarla gözünüz üzerinde olursa iyi olur. Benim fırınımda yaklaşık 1 saatte pişiyor. Bu da size tahmini süre olarak fikir verebilir.

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

resimli-kolay-su-boregi-tarifi

Şimdiden afiyet şeker olsun herkese:)

 

Kalbinizde Taht Kuran Kişiye Özel Tasarımlar www.wishfornish.com’da…

0

Sevdiğiniz Kişiye Kendini Özel Hissettirmek İçin
Her Biri El İşçiliğiyle ve Sadece 1’er Adet Hazırlanan
En Özel Tasarımlı Hediye Seçenekleri WISH FOR NISH’de…

SevgililerGunuYeni1 1

Sevdiği erkek için dönüp dolaşıp, gömlek, saat, kol
düğmesi, cüzdan, parfüm gibi kısıtlı alternatifler arasından hediye seçmekten bunalan
hanımların ihtiyaçlarına yönelik çözümler getiren WISH FOR NISH “For Men”
Koleksiyonu; her yaşa hitap eden aksesuar tasarımlarını, Sevgililer Günü’ne özel,
% 50’ye varan indirimlerle www.wishfornish.com Online Mağazası’nda satışa sunuyor.

Klasik
objelerin, modern dokunuşlarla yeniden yorumlandığı koleksiyonlarıyla, hanımlar için
olduğu kadar, erkekler için de; en sade kıyafetlerle kombinlendiğinde bile, kişinin
elegan ve enerjik stilini yansıtan aksesuarlara ev sahipliği yapan, WISH FORNISH markasının temelinde; sınırlı sayıda ve el işçiliğiyle tek tek
hazırlanmasından kaynaklanan, taşıyana kendini çok özel hissettirme duygusu ve tasarım
bir üründen beklenmeyecek şekilde, uygun ve erişilebilir fiyat politikasının
yarattığı, ekstra memnuniyet algısı yer alıyor.

Wish for Nish,
ister kredi kartına taksit, ister %5 ekstra indirim avantajıyla Havale/Eft ya
da istenirse; Kapıda Kredi Kartı veya Nakit Ödeme imkanlarıyla, ödemelerin,
ürün teslimi anında, kapıda yapılabilmesine de olanak sağlayan Online Satış
Mağazasıyla, güvenli ve konforlu bir alışveriş deneyimi sunuyor.

Tanıyor Olabileceğin Kişiler -Kahkaha Garantili Kabare Tadında

5

Size, Tiyatro Kılçık‘ın her Pazartesi akşamı Taksim Old City Comedy Club’da sahne alan ve bir kabare mantığıyla performans sergiledikleri “Düğünde Panik” oyunundan  bahsetmiştim hatırlarsanız… “Yahu ben akşam yemekte ne yediğimi hatırlamıyorum” diye düşünen, benim gibi balık hafızalılar için işte o yazımın linki de burada:) 
dugundepanik1
Hani anlatmıştım ya… Taksim’dekine ilaveten, CKM’de de sahne alacaklarını öğrenir öğrenmez, yanı başımıza kadar gelen bu eğlenceli oyunu, “artık görmek farz oldu” diyerek, hiç üşenmeden gidip izlemiş ve koca bir salon dolusu, keyif ve mutluluktan mest olmuş insanla beraber, gülmekten gözlerimizden yaşlar gelmişti… Heh işte hafızanız tazelendi! 🙂

tiyatro Kilcik Afis
Bu memnuniyet üzerine, bu kez yine Tiyatro Kılçık’ın aynı zamanda tiyatro eğitimlerinin de verildiği Kadıköy’deki Kılçık Sahne’sinde ve yine kabare mantığında oynanan “Tanıyor Olabileceğin Kişiler” gösterisini izlemek için yola koyulduk.

Oyunun kendi web sitelerindeki tanıtımı aynen şöyle:
“Seviyor olabileceğin kişiler: Annen, baban, sevgilin, halan, dayın, kardeşin…
Kızıyor Olabileceğin Kişiler: Kaynanan, başbakan, Futbol Federasyonu Başkanı, eski sevgilin, Justin Bieber…
Arıyor Olabileceğin Kişiler: Kankin, yeni sevgilin, deden, ilkokul arkadaşın, kefil…
Dinliyor Olabileceğin Kişiler: Tarkan, Metallica, Müslüm, Mozart, baban…
İzliyor Olabileceğin Kişiler: İnek Şaban, Messi, Battal Gazi, Rocky 4, kedi videosu…
Tırsıyor Olabileceğin Kişiler: Fredy, Dracula, Chucky, Testere’deki Maskeli Adam…
Gülüyor Olabileceğin Kişiler: Bir kişiyken üç kişiler, üç kişiyken tek gibiler…
İzliyor Olabileceğin Kişiler: Tiyatro Kılçık
Aslında Hepsi Tanıyor Olabileceğin Kişiler…”Kadıköy’e artık arabayla gitmek, tam bir işkence… Sebebi anlaşılmaz şekilde tek araba zar zor geçecek kadar daraltılan yollar, tıka basa dolu otoparklar malumunuz… Neyse atladık taksiye. Altıyol’da Boğa’nın orada indik. Hava süperdi. Süreyya Operası yönüne doğru yürüdük ve ilerden sağa döndük. Köşede meşhur Rexx sinemasını görünce, artık Kadıköy’ün nam-ı diğer Barlar Sokağı’ndasınız demektir. Gerçekten başka bir dünya… Hemen solumuzdaki Kadife Sokağa girip, “Bahane Kültür”ü sorduk… Nihayet üst katında yer alan Kılçık sahne’deydik işte!

tiyatro Kilcik3
Perde önünde kurulan bir platform ve onun yanlarına ve karşısına yerleştirilmiş sandalye düzeninde bir yer burası… Bir “drink” almayı arzu ederseniz, içeceğinizi sipariş verip, yerinize oturuyorsunuz.

tiyatro Kilcik1Derken oyun başlıyor.
Yazlıktan çoook eski arkadaşım ve o zaman bile sitemizin en yakışıklı ve düzgün çocuklarından biri olan Tiyatro Kılçık’ın Hocası Cenk Tunalı’yı görüyoruz önce sahnede…

Eğlenceli sohbetlerle tek kişilik Stand-up tadında başlayan gösteriye, bir anda dansçı kız kostümleriyle Onur Rüştü Atilla ve Doğan Akdoğan da dahil oluyor.

tiyatro Kilcik9

Derken bununla da yetinilmiyor ve seyirciler arasından da birkaç kişi seçip, bu interaktif oyuna katıyorlar.  Hep birlikte kılıktan kılığa girerek, onların da içinde gizli saklı kalmış oyunculuk yeteneklerini ortaya çıkaran çok komik ve samimi bir şov sahneliyorlar.

tiyatro Kilcik4

Oyunu gidip yerinde görebilmeniz için, bomba gibi esprilerden bahsedip, işin keyfini kaçırmamak uğruna kendimi zor tutuyorum tabi.. Zaten o ambiyansta bulunmayan birine “şöyle oldu”, “böyle oldu” diye kendimi paralayıp anlatsam, yine hiç bir şey ifade etmeyecek.. Nerden mi biliyorum? Öğrendimmm dedim ya! Hani geçen günkü yazımda? Bakınız: Bir Hollandalı’ya Cem Yılmaz esprilerini tercüme ederek anlatma gafletim… 🙂

tiyatro Kilcik5

Ama genel olarak oyunu nasıl bulduğumu merak ediyorsanız, kısaca şöyle söyleyebilirim: Oturduğum müddetçe ağzım kulaklarımdaydı:D

tiyatro Kilcik7

Hele Onur Rüştü Atilla’yı o inanılmaz mimikleriyle bu kadar yakından izlemek, tamamen başka bir keyif… Kabarenin de güzelliği burada işte. Hem zaten o hiç bir şey yapmayıp, sadece sahnede dursa bile komik olmak için doğmuş Allah vergisi bir yetenek! 🙂

tiyatro Kilcik2

tiyatro Kilcik8Doğan Akdoğan’da spor spikerliği konusunda aşmış… Çıkışta fazla gülmekten şakaklarım ağrımıştı… Bir de Barlar Sokağı’ndan geçerken, etraftaki insanlarla dolup taşan salaş cafeler ve etrafa yayılan mis gibi kokoreç kokuları kalmış aklımda… “Tam da acaba buralarda bir şeyler yesek, bizi, öldürür mü yoksa süründürür mü?” diye soruyordum ki, ayaklarım benden önce davranmış ve içeri geçilip oturulmuştu bile:)

Tam köşedeki şu an ismini hatırlayamadığım bir Kokoreççiden iki çeyrek, iki de ayran ısmarladık. İyi pişirmelerini, acelemiz olmadığını söylememize rağmen, tabi ki öyle gelmedi:) “Neyse artık, Cadde’ye gittiğimizde bildiğimiz bir yerden sevdiğimiz bir şeyler atıştırır ve bunu unuttururuz sana” dedim zavallı miğdeciğime:)

islakhamburgerFast foodla başlayan gece, yine fast foodla ama bu sefer, Kızılkayalar’da ekstra soslu Kaşarlı Dürüm Dönerle sürdü. Kapısında ne zaman baksam sıra olan bu mekanın, eskiden fena gelmeyen ıslak hamburgerlerinden artık hiç hoşlanmıyorum, baharatı yerken fena değil ama sonradan çok ağır geliyor…

kasarlidurum
Ama şu kaşarlı dürüm dönerleri, eğer dediğim gibi ekstra soslu yapılırsa bayağı güzel oluyor:)

Ne yaptım ettim Tiyatro oyunundan girip, yine konuyu yemeğe getirdim ya, pes yani bana:D

Sadede geleyim hemen… Tiyatro Kılçık’ın hem “Düğünde Panik”, hem de “Tanıyor Olabileceğin Kişiler” oyununu tavsiye ederim, gidin izleyin. Gülün eğlenin ki, biraz da ruhunuzu besleyin 🙂

Bu son gittiğim oyunun gösteri programından edindiğim bilgiye göre, şimdilik sadece 15 Şubat ve 22 Şubat’ta akşam 20:30’da Kadıköy Kılçık Sahne’de sahnelenecek gibi gözüküyor. Buradaki oturma düzeni yaklaşık 50 -60 kişi alabiliyor. Ona göre yer dolmadan hemen biletinizi ayırtın:)

tiyatro Kilcik6

Yazan : Kılçık
Yöneten : Cenk Tunalı
Oynayanlar : Cenk Tunalı-Doğan Akdoğan-Onur Rüştü Atilla
Dekor – Kostüm : Gizem Gürsel
“Tanıyor Olabileceğin Kişiler” Oyunu


Yakındaki Gösteri Tarihleri: 15 Şubat ve 22 Şubat 2013Kılçık Sahne Adres: Kadife Sokak (Rexx Sineması Sokağı)
Bahane Kültür’ün Üst Katı- Kadıköy/İstanbul

Rezervasyon: (216) 345 54 49
(Biletler, gösteri öncesinde Kılçık Sahne’den temin edebiliyormuş.)

Bilet Fiyatları: Tam: 20 TL, Öğrenci: 15 TL

Daha Ayrıntılı Bilgi için:
www.tiyatrokilcik.com
www.facebook.com/tiyatrokilcik
www.twitter.com/tiyatrokilcik

Sevgililer Günü yaklaşırken Sevdiğiniz Erkeğe Çok Özel Hediye Önerilerim

3

SevgililerGunuEl yapımı ve sınırlı sayıda özel takı ve ev aksesuar mağazası WISH FOR NISH, yine her zaman olduğu gibi sevenleri düşünmüş ve %50’ye varan harika fırsatlar sunan Sevgililer Günü Kampanyası başlatmış bile… Kızlar için yüzlerce harika hediye seçeneği var. Kolyeler, bileklikler, anahtarlıklar, küpeler… Yok yok!

Güzel şık bir aksesuar zaten biz hanımları her zaman mutlu eder:)
N0068 sd1
Erkeklere ise dönüp dolaşıp, gömlek, saat, kol düğmesi,cüzdan, parfüm, atkı vesaire alıp duruyoruz ne yapalım, başka pek de bir alternatif yok ki… Hele de bu erkek “genç”se, durum daha da zor…Hazır Sevgililer Günü’ne sayılır günler de kalmışken, özel günlerde Erkekler için hediye seçimi konusunda sıkıntı yaşayan ve dönüp dolaşıp, hep aynı şeyleri almaktan bıkanlar için de müjdeli bir haber vereyim madem…

Artık bizi, “ne hediye alsam” diye kara kara düşündüğümüz bu vahim durumdan bir kurtarıcımız var. Olleeeyy! 🙂

WISH FOR NISH “For Men Koleksiyonu” her yaştan erkeğe hitap eden ve fiyatları çok uygun olan aksesuar alternatifleriyle kısa sürede gönlümdeki yerini aldı…

M0053 sd1Neler yok ki bu koleksiyonda… 🙂

Erkekler için hiçbir yerde bulamayacağımız çelik kilitli Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş Takım bileklikleri…
Aynı zamanda paracord bileklikleri olarak da bilinen, Paslanmaz Çelik kilitli halat bileklikler…Şu anda da Sevgililer Günü’ne özel %50’ye varan indirimler sunuluyor. Hepsi www.wishfornish.com’da…

Benim Outdoor sporlarıyla ilgilenen arkadaşlarımın sayısı bayağı çok. Onlarınki gibi doğayla iç içe yapılan Trekking, Yelken, Dağcılık vs. gibi macera sporlarıyla ilgilenenler, bazen bir yere tırmanmak, bazen kesilen, kırılan bir yere sarmak için ya da zor bir durumda kaldıklarında çadır kurmak için bile sağlam ve kaliteli halatlara ihtiyaç duyduklarını anlatıyorlar.  İşte bu gibi özel durumlar için süper bir öneri geliyor:Wish for Nish’in erkek koleksiyonundaki bu örgü bileklikler, herhangi bir ihtiyaç ya da tehlike anında, örgüsünün açılmasıyla 2-3 metrelik halat haline dönüyormuş. 200 Kg’a kadar da taşıma kapasitesi varmış bu özel tasarım bilekliklerin… Dolayısıyla baktığınızda hem çok fonksiyonlu hem çok şık. Modanın sıkı bir takipçisi olarak biliyorum ki şu anda tüm dünyada da çok trendy:)

M0035 sd
Mesela ben en çok bu “gizli kalp motifli” Kırmızı Mavi halat bilekliğe bayıldım. Erkekler bizim gibi kalpli, çiçekli kelebekli şeyleri takmazlar tabi.. Onun için gizli zaten bu motif. İlk bakışta oradaki kalbi ayırdedemiyorsunuz:) Bilen biliyor:) Aranızda! :))

Paslanmaz çelik kilidiyle de “Spor bir şıklık sergiliyor” derler ya magazin dergilerinde 🙂 işte tam da onun karşılığı.. Hatta artısı var… Aynı zamanda çok da romantik… Açık açık aşkınızı itiraf edemediğiniz bir erkek varsa, Sevgililer Günü’nde bu bileklikten hediye ettiğiniz anda, mesajı alır artık 🙂

M0046 sd1Tüm bu sportif modellere ilaveten, WISH FOR NISH “For Men” Koleksiyonu’nda öne çıkan bir diğer ayrıntı da Altın ve Gümüş renkli objelerle tasarlanan ve ağırlıklı Siyah, Gümüş, Lacivert gibi daha maskülen renklerden oluşan elegan bileklikler…

M0045 mHediye almak istediğiniz erkeğin, sık sık kullandığı, en favori saatlerini çaktırmadan inceleyin. Bakın bakalım hangi renk metal daha hakim… Altın mı, gümüş mü, yoksa daha bakır tonlarımı? Onun renklerine uygun şekilde diğer koluna takacağı bilekliği www.wishfornish.com sitesinden hemen sipariş verip, ertesi gün şık kutu ve kesesi ile elinizde olduğunda “ay ben Sevgililer Günü için ne alcam, ne alcam, diye düşünmekten kurtulun işte ne güzel:)

Eğer bu hediye seçenekleriyle ilgileniyorsanız, her birinden sadece 1’er adet bulunduğunu unutmayın. Eşsiz ve benzersizler yani… Aynı bizler gibi…

Sevdiğinizi özel hissettirmenin bundan güzel bir yolu var mı? Ona özel bir aksesuar…

www.wishfornish.com’un diğer avantajları da şöyle:
Hızlı gönderim ve ücretsiz iade imkanı sunuyor. Kredi kartına taksit yapılıyor. Havale veya Eft yapmak isteyene ekstradan %5 İndirim daha yapılıyor ki, bu harika!Bundan daha harika ne olabilir ki derseniz, Kredi kartı olmayanlara veya online alışverişte kullanmaya çekinenler için Kapıda Nakit veya Kapıda Kredi Kartı ile ödeme seçeneği de varmış ki işte bu, kart sahibi olmayanlar için “fevkaladenin de fevki” bir haber 🙂

Görme Engelliler için Sesli Kitap Projesine Gönüllü oldum:)

9

gozBütün gün notebook karşısında olmaktan, gözlerimin ferinin söndüğü bir anımda, aniden aklıma geliverdi. “Yahu”, dedim kendi kendime, “canın istediğinde açıyorsun istediğin kitabı, dergiyi, gazeteyi okuyorsun, TV, sinema, tiyatro gösterilerini izliyor, hangi konuda bilgi almak istiyorsan hemen bakıp internetten araştırıyorsun da”… “ya gözlerin hiç göremeseydi, o zaman nasıl bir yer olurdu bu dünya?”…
Biliyorum bu tarz karamsar konular insanın en son düşünmek istediği şey, ama, içinde her gün bin tur attığınız ve avucunuzun içi gibi bildiğinizi sandığınız evinizde bile, bi 5 dakika kadar gözlerinizi kapatıp, hiç açmadan dolanmaya, mutfak dolabından bir şey alıp, salona geçmeye, göremeseniz bile sadece sesini dinlemek için TV Kumandasını arayıp, üzerindeki tuşları hissederek doğru kanalı bulup açmaya filan çalışın… Ne uçsuz bucaksız, ne derin, ne fena bir karanlık o, değil mi?
Bir de gözleriniz görmeden ve tek başınıza yemek hazırlamak zorunda olduğunuzu farz edin. Bir şeyler kesmek, doğramak, hatta altındaki ateşi yakarak, ocağı çalıştırmak… Yemeğin pişip pişmediğini görmeden anlamaya çalışmak…

Bundan yaklaşık 2 sene kadar önce Kadıköy Belediyesi Bünyesinde Görme Engelliler Sesli Kütüphane uygulaması olduğunu duyar duymaz, kendileriyle irtibata geçtim ve gönüllü olduğumu bildirdim.

Picture 029Meğer aslında bu konuda çok başvuru olmasına ve okunmayı bekleyen milyonlarca kitap olmasına rağmen, yeterli sayıda “Kayıt odaları” bulunmadığı için, bugüne kadar herhangi bir geri dönüşte bulunamamışlar.

Geçen Cuma günü nihayet Konuşan Kitaplık Ekibinden gönüllülük başvuruma teşekkür eden bir e-mail geldi. Başvuruların yoğunluğu ve okuma kabini sayılarının kısıtlılığı nedeniyle uzun süre dönüş yapamadıklarını, ancak süreci hızlandırmak ve kaliteli okuma yapabilecek gönüllüleri seçmek amacıyla, yeni bir uygulama başlattıklarını ve vurgulara dikkat ederek, dil sürçmesi olmadan akıcı bir şekilde kitap seslendirerek, hatalarını silip, düzeltecek kadar bilgisayar bilgisine sahip olanları tespit etmek amacıyla, deneme kaydı almak üzere kütüphanelerine davet edildiğimi bildirdiler. “Olleeey” diyerek, hemen kendim ve benim gibi her koşulda eğitim ve sosyal sorumluluk deyince hemen orada olmak için can atan yakın arkadaşım Şebnemcim için stüdyoyu rezerve ettirdim.



Pazartesi günü sabahın 8’inde stüdyoda kayıda girmiştik bile:) Söyledikleri gibi, henüz, hepi topu 2 tane Kayıt Odaları mevcut… Bunlar ses geçirmeyen özel kabinler…

Picture 030Sağolsunlar Kadıköy Rotary Kulüp tarafından bağışlanmışlar öğrendiğim kadarıyla… Bundan yaklaşık 3 sene önce kadar her biri yaklaşık 15bin TL’ye mal olmuş.

Picture 031İçinde özel program yüklü bir masa üstü bilgisayar, bir kafa mikrofonu ve kulaklıktan oluşan bu küçük kabinin içine, okuyacağınız kitaplarla giriyorsunuz.

Picture 035Programın nasıl kullanıldığı size kısaca anlatılıyor. Kapıyı kapatıp, o sessiz ortamda konsantre olup, başlıyorsunuz kitabınızı okumaya..

Nihayet aldığım Diksiyon Eğitiminde edindiğim farkındalıkları, hakkıyla kullanabileceğim bir ortamdayım:) Aman sanmayın ki illa Diksiyon eğitimli olmak şart…Picture 032Eğer okuma esnasında hata yaparsanız veya diliniz sürçerse, hemen müdahale edip, silme ve tekrar okuma imkanınız var. Yalnız belirtmeden geçmeyeyim ki eğer, böyle bir konuda adım atmayı siz de düşünüyorsanız ama kapalı alan fobiniz varsa, aman diyim…

Deneme kayıdım için Türkçe ve İngilizce kitap okumayı istediğim için, “Dedikoducu Kız” ve “The Left Hand of God” kitapları çıktı listeden benim bahtıma.
 

Picture 037
“Dedikoducu Kız”, Cecily von Ziegesar’ın Amerikan gençlik romanı serisi, sonradan dizi filmi de çekilen meşhur kitabı “Gossip Girl”.

Picture 034New York’un Yukarı Doğu Yakası’da yaşayan bir grup zengin genç arasında yaşanan acayip olayların anlatıldığı “Dedikoducu Kız”, çoğu zaman komik ve eğlenceli, kimi zamansa bütünüyle insancıl ve son derece duygusal bir roman olarak tarif edilmiş.

kucuk sirlar1
Hiç izlemesem de bir ara sanırım bu dizinin Türk versiyonu da “Küçük Sırlar” ismiyle yapılmıştı ve Arda Turan’ın müstakbel eşi Sinem Kobal da rol almıştı.

Paul Hoffman’ın yazdığı ve “Tanrının Sol Eli” olarak çevirebileceğimiz “The Left Hand of God” ise yazarın epik üçlemesinin ilk kitabı…”Kurtarıcılar Tapınağı, umudun ve neşenin hoş görülmediği metruk bir yer. Tapınak’ta yaşayanların çoğu, oraya küçücük birer çocukken zorla getirilmişler.

Picture 038
Bu çocuklar, zalimlikleri ve hiddetleri tek bir amaca hizmet eden Kurtarıcı Efendilerin idaresi altında sindirilmişler. Tapınak’a bir giren, bir daha çıkamaz.” şeklinde kısaca tanıtabilirim size…

Her iki kitaptan da toplamda yaklaşık yarım saat kadar bir süre belirli pasajlar okuyup kaydettikten sonra, Şebnem ile birlikte oradan çıktığımızda, küçük bir sessiz kalışımızdan sonra konuşurken fark ettik ki; ikimizin de içinde tuhaf bir mutluluk oluştu. Yaptığımızın, çok önemli bir şey olduğundan değil, ama… Şu bencil dünyada 40 yılda bir hayırlı bir iş için, en ufağından da olsa, bir adım atmış olmak, insana sanki ruhunu arındırmış gibi bir his veriyor gerçekten. Artık, haftada 2 saat olmak üzere belirli bir gün ve saatte stüdyoya kayıda girmek için randevulaşmaya kaldı sürecimiz:)Hatta yetkililer “eğer evinizde sessiz bir ortamda kayıt yapabileceğinize inanıyorsanız, notebook’unuzu bir seferliğine bize getirmeniz halinde, içine gerekli programı yükleyebiliriz ve sesli kütüphanede henüz okunmamış olduğunu teyid ettiğimiz kitapları seslendirerek, bir kulaklık ve kafa mikrofonu sayesinde, evinizin konforunda da kayıt yapabilirsiniz dediler” ki ben bu alternatife de çok sıcak bakıyorum.

“Aman canım, kitap da neymiş, hem okunsa ne olur, okunmasa ne olur? Mesela ben okumayı sevmiyorum ve eksikliğini de hiç hissetmiyorum” diye düşünenler için çok anlamlı bir mesaj içeren şu görsel gelsin o zaman 🙂

Picture 028
Boğaziçi Üniversitesi’nde en son tamamladığımız “Kadın Girişimci Yönetici Sertifika Programı” dolayısıyla, son dönemde Boğaziçi kampüsünde oldukça zaman geçirmiş biri olarak, beyaz bastonlarıyla okulun her yerinde çok sayıda olduğuna tanık olduğum Görme Engelli öğrencilerden çok etkilendim. Bu nasıl mucize bir başarıdır, bilemedim. Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuarı-GETEM bu konuda çok etkinmiş. Görme engelli üyeleri, okunmasını istedikleri kitapları kendilerine bildirdiğinde en kısa zamanda temin edip, sesli online kütüphanelerine yüklüyorlarmış. Hatta bilgisayarı olmayanlar için ise Türk Telekom işbirliği ile Türkiye’nin ilk ücretsiz Telefon Kütüphanesi projesini başlatmışlar. Köklü üniversite olmak böyle bir şey olmalı…

Babam da bazen anlatır… Hukuk Fakültesi’nde okuduğu dönemlerde, okulun en başarılı öğrencileri arasında Görme engelliler de varmış.

AltinoktaAlfabeHem de o zaman şimdi olduğu gibi sesli kitap alternatifi de olmadığını ve Braille alfabesi denilen Altı nokta alfabesiyle yazılı ders kitaplarının da ne kadar kısıtlı sayıda olabileceğini göz önüne alırsak, bu başarı örneklerini gördükçe, duydukça, “asıl engelli olan kim?”, insan merak ediyor valla…

Görme engellilerin ev ortamı dışındaki dünyaları, daha da tehlikelerle dolu. Gözümüz açıkken bile yürümeye zorlandığımız yollarda, bir de onların yerine koysanıza kendinizi. Sadece görme engelliler değil, bedensel engelliler için de durum çok vahim…

engeller4
engellerİlk yağmurda deve hörgücü gibi inişli çıkışlı hale gelen ve modern dünya ülkelerine göre çok çok yüksek yapıldıklarından, çıkabilmek için adeta bir Dağcı gibi tırmanmak gereken kaldırımları bir düşünün… 20-30 santimlik kaldırımlar… El insaf!

Ve onların üzerinde, her biri birbirinden alakasız modelde ve zevksizlikte dikilmiş “baba” tabir ettiğimiz o küçük tuhaf demir direkleri…

agacYetmezmiş gibi, kaldırım ortalarına, henüz fidanken dikilip, sanki yarın- öbür gün hiç büyümeyeceklermiş gibi, etrafında çok az bir toprak alan bırakılan zavallı ağaçları ve onların kökleri ve gövdesi genişledikçe daha da yamulttuğu kaldırım taşlarını…

engelliye engel
Ya da “engelli kaldırımı” diye yola sıfır başlayan ama meyilden az sonra, hemen önüne elektrik direkleri veya tabela dikilen kaldırımları…

Bunu görünce insan, “acaba bu kaldırımı yapanlar bunu hiç mi görmüyorlar?” diye düşünmeden edemiyor. En basitinden, Belediye Başkanları ve çalışanları, oylarını aldıkları o yörenin halkını, sokaklarını, parklarını bir daha hiç mi çıkıp ziyaret etmiyor, etrafına bakınmıyor, sorunlarını dinlemiyor, bunu merak etmemek işten değil.

Tuhaflıklar say say bitmez ki.. Çoğu engellinin dışarı çıkmaya çekinip, kendi dünyalarına kapanıp, asosyal birer birey olması, aslında ne kadar da kaçınılmaz, değil mi?

engeller3
Ara sıra görüyorum, yeni bir uygulama olarak son dönemde Kaldırımların üzerine sarı ve kabartılı bir sistem uygulaması başlatıldı. Amacı engelli yürüme parkuru olmasıymış. Gelin görün ki durum şaka gibi. Engelliyi ya bir ağaca, ya bir direğe, ya da otobüs durağının yan camına çarptırmak üzere tasarlanmış gibi…Yapmayın etmeyin…

engellerGöstermelik ve şekilcilikten yana uygulamalarla bir yere varamayız. Yapılması gerekenler gün gibi ortada; En kısa zamanda Kent merkezindeki cadde, meydan ve bulvarların kaldırımları, engellilerin kullanımına uygun olacak şekilde yeniden düzenlenmeli. Özürlü rampaları; tekerlekli sandalyelerin kaymasını önleyen, uzun ömürlü ve aşınmaya karşı dirençli olmalı. Kaldırımların genişliği ve yüksekliği, yaşlı ve engelli vatandaşların kullanımına uygun şekilde yeniden düzenlenmeli ve bizler de bunların takipçisi olmalıyız.

Yoksa, Ankara’da 30 cm’lik kaldırıma çıkamadığı için, yoldan gitmek zorunda kalarak, geri geri gelirken kendini fark etmeyen çöp kamyonunun altında hayatını kaybeden engelli kardeşimiz için “ah ah, vah vah” demekten öteye gidemezsek, onun arkasından “kaldırımı kullanmalıydı ama!” diyerek sıyrılmaya çalışanlardan ne farkımız kalır ki?

Not: “Görme engelliler için bizim de yapabileceğimiz bir şey var mı?” diyenleriniz için, bahsettiğim gibi faydalı ve etkin faaliyetler gösteren Kulüp ve Vakıflar, yeni kayıt kabinleri bağışı yapabilir. Daha düşük maliyetli yardımlar yapmayı arzu edenler ise, TÜRGÖK “Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı” web sayfasında yer alan ihtiyaç listesinde göreceğiniz üzere, bilgisayar, kulaklık, program, kayıt cihazı vs. gibi bütçenize uygun ne varsa bağışlayabilirsiniz. İhtiyacı olana bir şekilde destek olabilmek ne güzel 🙂

Her genç kızın rüyası… Bir dikiş makinası:)

3

Hamarat annelerin çocukları bilirler… Küçükken çoğumuzun evinin, en önemli demirbaşlarından birisiydi Singer Dikiş Makinaları… Kullanılmadığı zaman, makina kısmı, ahşap dolabının içine girer, üzeri de örtüldü mü, uzaktan mini bir masa gibi dururdu öylece.

Singer

Örtüsü kaldırılarak, makina kısmı yukarı döndürülüp, dikiş esnasında, ayakların bir ucuna – bir topuğuna basıldığı zaman çıkkıdı çıkkıdı sesler çıkaran, altındaki pedal bölümü de ortaya çıkınca, hooop diye yine bir dikiş makinasına dönüşüverirdi!
55456 1
Sonra mezura, makas, kalıp kağıtları, toplu iğneler, desen desen kumaşlar ve renk renk iplikler derken, bir bakardınız ki oturma odası, bir anda moda atölyesi haline gelmiş:)

O yılları biraz hatırlıyorum da, canım sıkıldığı zamanlarda, annemin Singer makinasının üstü kapalı bile olsa, sandalyeyi yanaştırır, pedalına basarak dikiş dikiyormuş gibi oynamak isterdim. Ama sandalyedeyken ayaklarım pedala ulaşmadığı için, bu sefer yerde oturarak, ne yapar eder, o pedala basmayı başarır ve bu keyiften geri kalmazdım. Evet çok saçma olduğunun farkındayım ama eminim ki, o yaşlarında bunu yapan pek çok çocuk vardır. Hadi itiraf edin de beni yalnız bırakmayın 🙂

Okul öncesi çağlarda, oyuncak bebeklerle oynamaktan ziyade, üstlerine elbise tasarlamakla ilgiliydim.sebnem bebek2sebnembebekO dönemleri yaşayanlarınız bilir; “Şebnem Bebek” isimli karton bebekler vardı… Onların üstlerini giydirebilmek için, aynen Boyama kitabı mantığında, sayfalarında elbise ve aksesuar resimleri bulunan karton kitaplar satılırdı.

Bu kıyafet ve aksesuarları düzgünce kesip kitaptan çıkararak, kenarlarındaki kulakçıklar sayesinde Şebnem Bebek ile şimdi ismini hatırlayamadığım, müstakbel damadımız olan, o zamanın Ken’ine giydirip dururdum…

dolls1
Stil
Sonra stilistliğe özenip, renkli kalemlerle modeller çizmeye merak sardım. Elde dikiş dikmeyi de çok küçükken öğrendim. Bir şeyler yaratma fikri her zaman bana çok cazip geldi ve uykulardan uyandıran bir heyecan verdi. Hiçbir şey yapamasam artan kumaşlardan saç tokası yapar, arkadaşlarıma hediye edermişim. Ben değil ama, onlar hatırlatıyorlar bana bunu. Artık o yaşlarda içimden gelerek hazırladığım el yapımı böylesine bir hediye, ne kadar önemli bir şeyse, yıllar geçse de unutamamışlar. Ne mutlu:)

Bir rivayete göre Dikiş makinasının icadının temelinde bir aşk öyküsü varmış. Denilen o ki: En büyük aşkı olan karısı; geçimlerine katkı olması açısından gece gündüz çalışarak, zengin aileler için elde dikiş dikerken, eşi de onu gözlemleyerek, bu zahmetten kurtarmanın yollarını araştırması sonucunda, bir dikiş makinası geliştirme fikri ortaya çıkmış.

Singer logo old
Tasarım, tekstil, askeri ve ticaret alanında büyük bir devrim yaratan bu buluşun sahibi Isaac Merritt Singer, ilk dikiş makinesinin patentini, 1851’de almış ve o günden itibaren Singer, en popüler dikiş makinesi haline gelmiş.

singer1967
Yeni üyesi olduğum Hürriyet’in Bumerang Ekibi tarafından davet edildiğim ilk buluşmaya giderken, “Kendi Modanı Yarat” sloganıyla ortaya çıkan “Singer” gibi dünya devi bir markanın, bu etkinliğe ev sahipliği yapacağını bildiğim için, çok keyifli bir gün geçireceğimden çok emindim.

Singer Genel Merkezi’ne getirildiğimizde, hepsi birbirinden genç, dinamik ve güler yüzlü bir ekip karşıladı bizi.

SewCafe
Açılış konuşmasını Singer Türkiye’nin gencecik Genel Müdürü Sinem Kınran Parlak yaptı. Hobi ve beceri adı altında ilköğretim okullarında eskiden olduğu gibi Ev ekonomisi dersini tekrar müfredata sokmaya çalıştıklarını ve bu şekilde yeni neslin ilköğretim çağında makina ile tanışacağını belirtti.

sewoveritpicAyrıca internet cafe mantığında, yakında pek çok noktada dünyadaki benzerleri gibi Dikiş Cafe’ler açma projelerinin olduğundan, ilk şubesinin açıldığından bahsederek, devamının da geleceğinin müjdesini verdi.

Sonrasında mesleğine aşık olduğu her halinden ve tüm yardımseverliğinden anlaşılan, o hoş ve zarif bayanla tanışıp, sohbet ettik… Singer’in göz bebeği olan değerli Dikiş Hocalarından İlknur Eşiz Hanım’dan bahsediyorum.

ilknur hanim
Derya Baykal’ın Kanaltürk’de 15:00-18:00 arası yayınlanan “Deryalı Günler” programında, her Çarşamba onu kesin izliyor ve ortaya çıkardığı örnek çalışmalara tanık oluyorsunuzdur zaten…

Pek çok kumaş alternatifi arasından ilk bakışta en sevdiğim renklerden Gül kurusu rengi, ipek bir kumaş seçtim kendime…
koltuk
El oyması eski klasik koltukların, bu aralar tekrar çok değer görmesi nedeniyle, yeni evlerine taşınmadan önce annemlerin koltuklarına bizzat gidip İMÇ’de Epengle’nin en yeni, en şık ve en kaliteli, Gül kurusu renkli kumaşını seçtiğimi anlattım İlknur Hanım’a ve koltuğun yeni kaplanmış halinin bir fotoğrafını gösterdim.

Sonrasında da masa üstüne bir “runner” tasarlamak üzere seçtiğim o ipek kumaş parçasını… Renk uyumu konusundaki algıma şaştı kaldı ve seçimimden ötürü tebrik etti beni. Kendisi süper pozitif bir insan… İşini severek yapan böyle birine bayılmamak elde değil…

Aslında Singer’in artık özel bir TV Kanalı açması ve orada İlknur Hn’ın da programlar yaparak, Home TV mantığında hem dikiş makinalarının tüm özelliklerini tanıtması, hem de o makinalarla neler neler yaratılabileceğini detaylı örnekleriyle göstermesi harika olmaz mıydı sizce de? Dünyada 160. ve Türkiye’de 107. yılını kutlayan Singer gibi köklü bir markaya böyle bir konuda da öncülük etmek yakışırdı bence 🙂



IMG 3181
İlknur Hanım’ın güleryüzlü desteği, Singer’in son teknoloji makinası ve benim ortaya koyduğum o tatlı hevesin birleşimiyle harika bir sinerji yakaladık.

Uygun ipliğimizi seçip, makinanın başına geçtik ve çok çok kısa bir süre içerisinde bu asil ve sade Runner hazır oldu hemencecik. (Resimde pembe ya da  yavru ağzı gibi göründüğüne aldırmayın siz 🙂
IMG 3460

IMG 3194
Yılllar önce o eski Singer Makinayı, benim ısrarımla, evde çok yer kaplıyor diye, ihtiyacı olan birisine hediye etmiş ve anneme yeni model bir Singer dikiş makinası aldırmıştım.

Uzun süre dokunmaya çekindi, “bunu öğrenmem ve alışmam zaman alacak” dedi, deneye yanıla şimdi daha rahat kullanıyor ama meğer Singer artık son 3 yıldır, yeni makina alınca yanında, aletin nasıl prize takılacağına kadar tüm detaylarıyla anlatan bir tanıtım CD’si de veriyormuş. Bu da yeni başlayanlar için çok yararlı oluyordur eminim. Hatta “arzu ederseniz, her zaman derslerimize de katılabilirsiniz” dediler.


IMG 1647
Bilim ve araştırmalar öylesine gelişmiş ki, yeni teknoloji makinalarda, arzu ettiğiniz bir fotoğrafı USB ile makinaya aktarıp, nakış olarak kumaşın üzerine işleyebiliyorsunuz. İplik değiştirilmesi gereken zamanlarda makina her bir aşamada size bunu adım adım belirtiyor.

IMG 3195Hatta Yılbaşı veya özel günleriniz için davetiye kartı hazırlarken bile üzerine, istediğiniz bir modeli, nakış olarak işlemeniz mümkünmüş. Bu yanda gördüğünüz çalışmalar da Dikiş makinası ile hazırlanmış. İnanılmaz değil mi?  Bu kadarından benim de haberim yoktu valla…

kendimodaniyarat

Sınırlarımızı genişleten ve ilham veren bu Bumerang Deneyim Günleri etkinliğinde emeği geçen Hürriyet Bumerang ve Singer’in değerli ekibine çok çok teşekkürler:)
Singer

Bir de son olarak eklemek istediğim : Böyle hamarat bir kedicik istiyorum!!! :)))

kedicik

Cook Point’te Yaşadığım Hayal Kırıklığı

1

Taksim’de Sıraselviler tarafına sapınca, yol üzerinde daha önce gittiğimiz başka bir Cafe’ye tekrar mı gitsek acaba derken, Cook Point isimli ve masaları tamamen dolu mini bir cafe gördük.

cook-point-sikayet-manti

IMG 3277Vitrininde Omlet, Kahvaltı Tabağı filan gibi şeyler yazdığından, burasının da aradığım o yer olamayacağını düşünürken, içeriden bir Bey “Sadece kahvaltı değil, harika yemeklerimiz var. Eşim Turizm Otelcilik Mezunu ve tüm yemeklerimizi o hazırlıyor.” deyince; “en çok hangi yemekte iddialısınız?” diye içeri girmeden kapısından sordum. “Özellikle Mantı” dedi ve şöyle bir kalakaldım. “Hadi bir menüye göz atalım madem” derken, şansımıza bir masa kalktı ve hemen geçerek “Tereyağlı Gül Mantısı” siparişimizi verdik.


yogurtMantı geldiğinde özel seremoni eşliğinde her zaman yaptığım gibi, önce yoğurt, sonra tereyağında kızarmış salça ve ardından Nane, Pulbiber ve Sumaktan oluşan baharatlarını üzerine ekledim.

pulbiber-nane-tuz-baharatResmini çeker çekmez, iyice merak ettiğim için, hemen tadına baktım ve işte o an, tam o saniyede zamanın durmasını istedim. Dursun ki bu tereyağında kızartılmış, içi kıymalı bu mantı hiçbir zaman bitmesin, bitemesin… 😉

yagda-kizarmis-manti

brovni-brownie-tatli-pasta-cikolataArdından da siparişimiz üzerine hazırlanarak Tarçınlı Krema Sosu ve Mini Meyva Tabağı ile sunulan Ilık Çikolata Soslu Brownie ve Çayımız geldi.
——————–
Tarih: 26 Haziran 2014

Yukarıda geçen sene yazdığım güzel izlenimlerimden sonra bu cafe dün beni çok fena hayal kırıklığına uğrattı. Her zaman objektif olduğum için iyiyi olduğu gibi, kötü izlenimlerimi de yazmak durumundayım. Merak edenleriniz için neler yaşadığımı kısaca anlatayım.

Dün işim gereği Taksim taraflarındayken, bildiğim bir yerde sevdiğim bir şey yemek umuduyla Cook Point’e geldim. Karşımda bu sefer bomboş bir cafe ve 2 çalışan vardı. Temiz ve lezzetli bir yemek istediğim için kendilerine geldiğimi belirttiğim hanım, köftenin daha bu sabah hazırlandığını söyleyince Izgara köfte ve gül mantı siparişi verdik.

Yemekler hazırlanırken, içerisini öyle bir duman kapladı ve kızartma koktu ki, dışardaki sandalyelerde oturmamıza rağmen, sanki kendim ocağın başındaymışım gibi üzerimize sindi bütün koku.

Sonra mantı geldi masaya… Yanmış ve simsiyah bi’halde! Gözlerime inanamadım. “Tamam, yenisini yapalım” deyip geri götürdüler.

Biraz sonra köfteler ise geldi. Çatalı bıçağı elime aldığım anda, bıçağıma, köfteleri hazırlayan hanımın “saçı” takıldı. İyice miğdem bulandı bu durumdan:( Kendisine durumu gösterince de “sabah klima bozuldu zaten” dedi. “Yanmış mantıları hiç çekinmeden servis etmeye kalkmalarının ya da köfteden saç çıkmasının, sabah bozulan klimayla alakasını anlayamadığımı, bunun bir bahane olmadığını, daha önce mekanları hakkında güzel yazılar yazmış, 3 ayrı gazetede bu yazıları yayınlanmış ve binlerce kez okunmuş bir blogun yazarı olarak, şu an ekstra hayal kırıklığına uğradığımı” söyleyerek, hesabı istedim ve kalktım.

Bu yaşadığım talihsiz olayı, sizlerle de paylaşmak gereği gördüm. Mekanın sahiplerinin eminim ki bu yaşananlardan, bir şekilde illa ki haberi olmuştur ama bir arama, özür dileme gereği bile duymadılar ki bu da ayrıca üzücü maalesef… Yok eğer haberleri olmadıysa, o daha da fena zaten.
usengecsef.com
www.facebook.com/usengecsef
www.twitter.com/usengecsef
www.instagram.com/usengecsef

Celal ile Ceren’e gittim bile. Nasıl mı buldum?

4

Şahan Gökbakar’ı ilk olarak TV 8’deki antimedya skeç şovu “Dikkat Şahan Çıkabilir” ile tanıyıp, sevmiş ve sonrasında iyice ünlenip, beyaz perdeye atladığında ilk çalışması olan  Recep İvedik 1’i de oldukça beğenmiştim.

2.sinde ise durmadan bağırıp çağıran Recep karakterine, bir de gerekli gereksiz küfürler savuran büyükanne eklenince benim için bayağı bir hayal kırıklığı olmuştu. 3.sü ise ilki kadar olamasa da nisbeten fena diildi…

Bende bu kadar kredisi olduğu için Fragmanını gördükten sonra aslında beklentilerimi oldukça azaltmama rağmen, yine de Vizyona girdiği ilk akşamdan Şahan Gökbakar’ın “Celal ile Ceren” filmine gitmeyi istedim.

Film öncesi birşeyler atıştırmak için, nereye gidelim diye düşünüyorduk… Henüz sizinle paylaşma fırsatı bulamasam da Bağdat Caddesi’nde yeni açılan Polonez Brasserie bu aralar yeni favori mekanım. CKM’ye de yakın olduğu için her türlü kültürel aktivite öncesi ya da sonrası illa ki bir uğrayıp, güzel yemeklerini tadıyoruz.

Bir gece öncesinde orada olduğumuz için, bir ara verelim istedik ve canımız da köfte çektiği için, bunca yıldır gitmeye direndiğim, Brasserie’nin tam karşısındaki Ramiz Köfte’ye bir şans verelim bu sefer dedik.

Denemek için birer porsiyon Ramiz Köfte ve Kaşarlı Köfte siparişi verdik. Yanında da bir salata paylaşmaktı dileğimiz… Ama açık salata büfesindeki malzemelerin, içi geçmiş halde olduklarını görünce, bundan vazgeçtik. Köftelerin tadı tuzu yoktu, aynı plastik birşey yemiş gibi hissettik valla. Normalde köftecilerde gelen salçalı bir sostan da vardı yanında ama o bile hiç lezzetli değildi. Neyse, nihayetinde 19:15 seansına gidiyoruz, çıkışta güzel bir şeyler yeriz diyerek sinemaya doğru yola çıktık.
Ezgi Mola’yı “Canım Ailem” dizisindeki tatlı, naif aile kızı karakteriyle tanımış ve güzel yüzüne, şeker hallerine sempati duymuştum bayağı. Dizide bayağı gerçekçi bir performans sergiliyor, oldukça doğal geliyordu bana o halleri…

Hurriyet Celal ile Ceren

Celal ile Ceren filminde ise ilk sahneden itibaren, sinemada olduğumu unutup, filmin içine girmeyi arzulasam da, oyunculukları konusunda o umduğum şeyi nedense bulamadım:(

Hani şu filmlerin en sonunda gösterilen ve oyuncuların çekim esnasında dayanamayıp birbirine güldüğü için kesilip tekrarlanan bölümleri hariç, film bende sanki tek seferde ve çok kısa bir süre içerisinde çekilmiş gibi bir intiba yarattı. Açıkcası kahkahalarla gülmeyi çok istedim, bayağı bir heveslendim ama film boyunca 3-4 kere gülümseyebildim sadece…

Celal ile ceren

Sanmayın ki öyle süper zor beğenen, üstün bir espri anlayışına sahip biri iddiasındayım, valla alakası yok. Ama komiklik olsun diye devamlı tükürülen, kusulan vs. bir film de yani sanki ancak toplumun belli bir eğitim ve yaş düzeyine hitap ediyor gibi, öyle değil mi?

Çıktığımda seyircilerin yüzünde ve vücut dilinde öyle bir ifade vardı ki sanki herkes çok daha fazla gülesi varmış da hevesi kursağında kalmış gibiydi…

Kültür Merkezi’nin 4. katından itibaren inilen yürüyen merdivenleri boyunca, uzun süre etrafımdakilerin de yorumlarına ister istemez kulak misafiri oldum ve edindiğim izlenim onların da benzer kanıda olduğu yönündeydi.

Filmi izleyecek olanlarınız için, konu hakkında hiçbir detay vermemek adına, tabi ki de içeriğini paylaşmıyorum ama, “Dikkat Şahan Çıkabilir” şovundan “Dişi Yakarış”, “Tehlike Çanı”, “Kim 500 bin istemez ki” skeçlerindeki başarılı performansını onlarca kere izlemiş biri olarak, Şahan Gökbakar’ın isterse çok daha iyisini yapabileceğini düşünüyorum.