Ana Sayfa Blog Sayfa 51

Kemal Sunalsız geçen 13 Yıl…

1

Kemal SunalYıllar nasıl da akıp geçiyor. Bir bakıyorum daha ben “2013” yazmaya yeni yeni alışmışken, koca sene bitti bitiyor neredeyse. Düşünsenize yakında yeni yıl süslemeleri başlar her yerde…

Aynı şu çok sevdiğim şarkıdaki gibi hislerim…

“Rüya gibi uçan yıllar

Biraz durun

Durun biraz

Kaybolan günlerim için

Hesap sorun

Sorun biraz”

Hele de insan sevdiklerini kaybedince, acısı hala yüreğinde her daim tazeyken ve aklına her düştüğünde, gözünün önüne her geldiğinde, burnunun direği sızım sızım sızlarken, bir an durup saydığında, onsuz geçen onca yılı fark etmesi, nasıl da tuhaf bir duygudur…

baris manco1Bu söylediğim his, yaşarken çok sevilen, sayılan, güzel anılar bırakmış kişiler için geçerli bir durum genelde, farkındayım.

Mesela bir Sakıp Sabancı, bir Barış Manço, bir Kemal Sunal…

Sakip SabanciYıllar yılları kovalasa da her zaman yüzlerde gülümsemeyle anılan, kalplerde yer etmiş, yardımseverliğiyle, sempatisiyle, kişiliğiyle unutulması mümkün olmayan insanlar…Bütün çocukluğu onun filmlerini izlemekle geçen nesilden biri olarak, genelde saf, fazla iyi niyetli ama aynı zamanda sanşlı kişileri canlandırdığı komik rolleriyle tanıyıp, ailemizden biri gibi sevdiğimiz Kemal Sunal’ın, ani ve elim kaybının üzerinden 13 sene geçtiğine inanamıyor insan…

tarzanrifkibs4
Devlet Kusu

Vefa Lisesi’ndeki öğrenciliği esnasında bir hocası aracılığıyla Müşvik Kenter’le tanıştırılması sonrası, önce amatör, sonra profesyonel olarak tiyatroya başlamış ve Devekuşu Kabare’deki rolü sayesinde, Ertem Eğilmez tarafından çok beğenilerek, beyaz perdeye transfer olmuş.

Zubuk 1980

Uzun boyu sebebiyle, ilk filminde bir basketbolcuyu canlandırmış. Sonra da, malumunuz “İnek Şaban” tiplemesiyle gönüllere taht kurarak, ardından çoğunlukla “Şaban” karakteri altında, büyük ilgiyle izlenen onlarca filmi çekildi..

Davaro 1987

Televizyonda her fırsatta tekrar tekrar yayınlanan filmlerinden, deli gibi hala reyting alınmasına rağmen, buna karşılık ona, teliften doğan hiç bir maddi hakkının verilmemesi ise kendisine ve vefatından sonra ailesine yapılan en büyük vefasızlıklardan ve adaletsizliklerden biri…

kemal sunal1
Kızı Ezo ve oğlu Ali Sunal ile

Koyden indim Sehire 1974

Hatta bunca tekrara rağmen, yüzünün eskitilememesi ve her kesimden insan tarafından, bu derece sevilip sahiplenilmesi de sosyolojik açıdan kolay kolay açıklanacak gibi değil…

Video ve kaset furyasının tavan yaptığı o çocukluk yıllarımızda, en sevdiklerimiz onun filmleriydi. Hele de içinde Adile Naşit, Münir Özkul, Şener Şen, Ayşen Gruda, Halit Akçatepe, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi unutulmaz kahramanlar da varsa değmeyin keyfimize! 🙂

kemal sunal2

postacikemalsunalambalao
Böylesine kıymetli ve yeri doldurulmaz bir sanatçı olan Kemal Sunal’ın “Uçak korkusu”, “yükseklik korkusu” gibi fobilerinin olduğu, yakın çevresi tarafından çok iyi bilinmesine rağmen, son filminin çekimi için, bildiğim kadarıyla “bi’şeycikler olmaz” diye ısrarla bindirildiği uçakta, geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirmesi de, aslında “fobi” konusunun hiç de ciddiye alınmadığı toplumuzda, herkese acı bir ders niteliğinde:(

Bunca şan ve şöhrete rağmen, “Türkiye’nin okuyan insana ihtiyacı var” diyerek, istemeden yarım bıraktığı üniversite eğitimini de, kendi deyimiyle “4 senelik maratonu, 27 senede bitirerek”, 1995 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nden mezun olup, bir de üzerine Yüksek Lisans yapması ise, bence kendisinin, herkes, ama özellikle gençler tarafından ilham alınması gereken, en önemli yönlerinden bir tanesi daha.

sutkardesler
Salako 1974Hatta filmlerinin tekrar tekrar yıllarca ilgiyle izlenmesi olgusu üzerine, “TV ve Sinema’da Kemal Sunal Güldürüsü” adıyla daha sonra kitap halinde de yayımlanan yüksek lisans tezinde, kendi filmlerinin sosyolojik incelemesini yaparak, iktidarların, sanat alanına yaptığı ideolojik müdahaleyi irdelemiş. Bence bu konu, tam da incelenmesi gereken bir “tez konusu” gerçekten… Konunun yıllar sonra okulunu tamamlayıp, yine kendisi tarafından masaya yatırılması da, ne kadar sıradışı bir örnek…

Sabanoglu Saban 1977

Tosun Pasa 1976
Filmlerinden bazılarını saymaya çalışacağım. Bakın bakalım aralarında izlemediğiniz kalmış mı? 🙂

-Köyden İndim Şehire,
-Salako
-Hanzo
-Hababam Sınıfı (Serisi)
-Kapıcılar Kralı
-Çarıklı Milyoner
-Atla Gel Şaban
-Sosyete Şaban

Sabaniye 1984-Gurbetçi Şaban
-Şabaniye
-Propaganda
-Yüz Numaralı Adam
-Zübük
-Tosun Paşa
-Züğürt Ağa
-Mavi Boncuk
-Salak Milyoner
-Köyden İndim Şehire

JAPON ISI-Şaşkın Damat
-Gulyabani
-İbo ile Güllüşah
-Avanak Apdi
-Şabanoğlu Şaban
-Japon işi
-Kibar Feyzo…

MAVI BONCUK
Dile kolay… 90’a yakın sinema filmi arasından, çocukluğumdan beri benim en, ama en çok hatırımda kalanlar hangileri diye bi’ düşünüyorum da, sanırım şunlar başı çekiyor:

propaganda1999

Tabi ki “Hababam Sınıfı” Serileri, “Şabaniye”, “Züğürt Ağa”, “Mavi Boncuk”, “Şabaniye”, “Japon İşi”, “Köyden İndim Şehire”, “İbo ile Güllüşah”, “Postacı”, “Tosun Paşa”, ve oğlu Ali Sunal’la birlikte oynadığı tek beyaz perde yapımı olan “Propaganda”

Peki ya sizin, Kemal Sunal filmlerinden favorileriniz hangisi?

Kaynaklar:
tr.wikipedia.org/wiki

“Su İçsem Yarıyor” Diyenler… Dikkat!

1

Eğer çalışan birisiyseniz ve iş yerinizin ev yemekleri yapan bir catering firmasıyla anlaşması yoksa, her öğlen “bugün ne yesem” diye düşünüp, o kısıtlı zamanda yine fast foodlara mecbur kalmak, nasıl da antipatik bir durum, değil mi?

Ben de bunca iş yoğunluğum arasında, öğle yemeklerini ya pas geçiyorum ya da bir tostla filan geçiştiriyorum ve biliyorum ki bu hiç iyi değil. Özellikle de benim gibi “hipoglisemikler” için.

Acken sen sen degilsin

“Hipoglisemi” de neydi ki?” diyenleriniz olacaktır. Ben de bu terimi, normal hayat rutinimde başıma gelmese duymamış olabilirdim. Çünkü Hipoglisemi olduğumu, Açlık ve tokluk kan şekerimi ölçtürdüğüm bir check-up testi sonrasında öğrendim. Yaşadığım deneyim üzerinden basitçe anlatmaya çalışayım, duyun bakalım neymiş bu meret.

Fazla uzun süre kendimi aç bırakınca sanki böyle bir uyku hali, hafiften titremeler, olmadık şeylere aşırı tepki verip sinirlenmeler, baş dönmeleri gibi normal olmayan durumlar baş göstermeye başladı. Doktoruma bu tuhaflıklarımdan bahsedince, hemen bir tokluk kan şekeri testi yaptırmamı önerdi.

hipoglisemi

Açlık Kan şekeri Testi için, aç karnına kanınız alındıktan sonra, tokluk için de şimdi gidip, iyi bir kahvaltı etmeniz isteniyor; şöyle peynirli, zeytinli, ekmekli, yumurtalı, hatta mümkünse ballı kaymaklı filan.

Hiç unutmuyorum o günü… Neden mi? Çünkü yemek yemem istenince, Check up Merkezinin hemen karşısında, o zaman daha yeni yeni açılan Namlı Gurme’nin kahvaltısına bir şans vereyim diye gittim. Tabağıma 2 dilim peynir, 2 adet Zeytin, 1 Dilim Salatalık, 1 Dilim Domates koydurup, yanına 1 şişe Su ile 1 Yumurtadan yapılmış Sahanda Yumurta ve minik bir kasede birlikte sunulan Bal-Kaymaktan sipariş verdim. İşte hepsi bu!2 sene öncesinin parasıyla tek başıma yaptığım bu kuş kadar kahvaltıya 43 TL hesap geldiğini görünce, “hay Allah, hata yaptılar” diye Namlı’nın yetkili müdürüyle görüşmek istedim. Çünkü adisyona göre, 2 adet Zeytin, o zamanın parasıyla 5-6 TL’ye denk geliyordu ki, bugün bile bu paraya Yarım Kilo Zeytin alınır. Ama karşıma çıkan beyefendi, kullandıkları malzemelerin “şöyle kaliteli, böyle kaliteli” olduğunu, dolayısıyla bu fiyatın çok normal olduğunu, 2 adet bile istesem, her bir malzemeyi belli bir minimum fiyattan hesapladıklarını ve aslında bu konuda çok şikayet aldıklarını, ama yapacak bir şey olmadığını söyleyerek, sergilediği uzlaşmaz tavrı ve rahatlığıyla, beni şok etmişti.

namli gurme

Hadi ben, hafta içi sabahın bir saatinde, neredeyse içerisi bomboşken gitmiş ve sıraya filan girme zahmetine katlanmamıştım da, Allah Aşkına hafta sonu “Brunch” adı altında içerisi anlamsız şekilde kalabalıkken, elinde gülle gibi ağır porselen tabaklarla, her reyonun önünde tek tek sıraya girip, vitrindeki malzemeleri, çalışan elemana, parmakla göstere göstere “ondan olsun, bundan olsun” diye uğraşıp eden, sonra yetmezmiş gibi, bir de ekstradan kasa sırasına girip, ödemesini yaptıktan sonra yerine geçene kadar bütün sıcak servis edilen yemekleri buzzz gibi olup, üzerine bir de böyle anlamsızca fahiş fiyat ödeyenlerin kendilerine ettiği eziyeti hiç anlamıyorum…Bir de o kişinin Facebook’da filan check in yaptığını düşünün. Ne yazar yanına? Büyük ihtimalle şöyle bi’ şey: “Ailece Pazar Keyfi” Haddi canım! Yarım saattir elinde tabak dolanıyorsun, aile fertlerini en fazla bir kaç saniyeliğine kuyruklar arasında beklerken veya koştururken uzaktan gördün. Herkesin yemeğini seçmesi, ödemesi, masaya tekrar gelmesi filan ohoooo! Aman ne keyif 🙂

Bu sebepledir ki, Tokluk şekeri ölçtürme maceramı hiç unutmam. Namlı Gurme’nin bu fiyat politikası, o gün beni kaybetmesine sebep olan trajikomik bir anıdır:)

seker dusmesi

Neyse konumuza dönelim. Bu kahvaltıyı ettikten sonra, tam 2 saat bekliyor ve bu sürenin sonunda gidip, tekrar Kan şekerinizi ölçtürüyorsunuz. Normalde mantıken ne olması lazım? Tabi ki de, aç halinizden daha yüksek bir değer çıkmalı, değil mi, yemek yediniz? Ama benimki nasıl? Çok daha düşük!
Diabeti olmayan kişilerde görülen Reaktif Hipoglisemi denilen bu kimyasal olay, özellikle karbonhidratlı besinler alındıktan sonra, kan şekerinin ani düşmesi ile oluşuyor. Kan şekeri düşünce de insan, inadına “Glisemik İndeksi Yüksek” olan, yani kilo aldıran besinlere yöneliyor ve bu sayede de kilo almak kaçınılmaz oluyor maalesef.

hazal kaya
“Aşk-ı Memnu” ve “Adını Feriha Koydum” dizilerinin beğenilen oyuncusu “Hazal Kaya” için de, şu sıralar biraz kilo aldığından dolayı, “Hipoglisemi olduğunu açıkladığı ve diyette olduğu” yazılıyor. Doğru veya değil… Ama kızın üzerine gitmeseler keşke… Kimse fiziğini, isteye isteye bozmak istemez ki…

Daha da sinir bozucu olan tarafı, iş kilo vermeye gelince de dilediğin kadar debelen dur, eğer Reaktif Hipoglisemin varsa, o tartı artık tavan yapan kilonun, bir gram daha altını göstermemek için bin bir naz yapıyor edepsiz!

cikolata“Yüksek Glisemik İndeks” filan dedin, biz orada bir kalakaldık. Bunlar nelerdir, bir-iki örnek verebilir misin” derseniz… En başta; Çikolata… Evet biliyorum bu çok büyük haksızlık ama maalesef öyle! Meselaaaa; Sofra şekeri, bal, reçel, mısır, dondurma, pirinç, patates, bütün beyaz unlu gıdalar yani tatlılar, kekler, pastalar vs….. Yani benim için, bir nevi hayatın anlamı olan tüm yiyecekler :)))

Bunların yerine kepekli ekmek, tam tahıllar, mercimek vs. gibi kuru baklagiller, süt, badem, ceviz, fındık, çok şekerli olmayan meyveler ve yulaf gibi şeyler öneriliyor. Off ama bunlar ötekilerin yerini doldurabilir mi Allah aşkına? 🙂

Diyabet

Neyse şımarmanın alemi yok. İşi ciddiye almak önemli. “Reaktif Hipoglisemi” belki şu aşamada bir hastalıkmış gibi kabul edilmese de, uzun vadede, şeker hastalığı riski olduğunu gösteren ve 10-15 yıllık süreçte dikkat edilmezse Diabete çevirebilecek bir baş belasıymış. Şimdi biraz özen göstermezsek, sonra resimdeki kız gibi, uzaktan bakar, iç çeker dururuz mazallah!

seker

Bu beladan uzak durmak istiyorsak, yapılacaklar belli. Aklın yolu bir! Neymiş efendim hep beraber söylüyoruz. “Azar azar ve daha sık aralıklarla yemek yemeyi alışkanlık haline getirmeliyiz.” Hani derler ya , “acıkmadan sofraya otur, doymadan kalk” ne güzel bir söz, uygulayabilene:) Özellikle yürüyüş olmak üzere çok yorucu olmayacak şekilde düzenli sporu hayatımıza dahil etmeli.
karpuz

Bakın size bir şok daha! Hani yazları “Karpuz-Peynir diyeti yapıyorum ben” diye hafif yediğinizi sanıp, kendinizi mutlu hissedersiniz ya, meğersem bu “Karpuz” denilen şey, Glisemik İndeksi en yüksek meyveymiş. Aman diyim yerken abartmayın:)

“3 Ana ve 3 ara öğün yeyin” diyorlar ya, bu da boşuna değil… Ayrıca Sofra şekerini minimuma indirmeli, tüm şekerli gıdalardan ve tatlılardan mümkün olduğu kadar uzak durmalı. Bunun yerine az önce saydığım düşük glisemik indeksli sağlıklı gıdalara yönelmeli. Biliyorum hiç kolay değil ama durum bu şekilde…

Geçenlerde yine böyle uzun süre, yemek yiyemeden geçirdiğim bir gün, annemle Taksim’de yürüyoruz. Acilen bir şeyler yiyebilmek umuduyla, ona yol üzerindeki mekanlardan beğendirmeye çalışıyorum. Hem “ben acıkmadım, yemem bi’şey” diyor, hem de ne desem, itiraz ediyor, tabi durumun ciddiyetinin farkında değil ki o an…

Canım annem, sadece o anda yanımda olduğu için, benim Hipoglisemi’yle değişen modumun kurbanı olmasın diye, sakin olmaya çalışarak, ona biraz Hipoglisemi’nin ne olduğundan bahsettim ve insanın böyle şeker seviyesinin düştüğü durumlarda, kesinlikle çikolata, şeker gibi şeyler değil, onun yerine çantasında her zaman taşıması gereken Kuru Erik, Kuru İncir, Fındık, Badem, Kuru Kayısı, Kepekli Bisküvi gibi şeylerden atıştırması gerektiğini anlattım.

Kuru Incir

Güzeeelce dinler gibi yaptı. Hemen elini çantasına atıp, bir şeyler aramaya başladı. “Ah” dedim “ana yüreği işte”, restaurant seçene kadar zaman kaybedeceğimiz için “yanında sağlıklı atıştırmalıklardan var demek ki ve bana ikram edecek” diye düşünerek, “Yok yooook” dedim, “boşuna zahmet etme, yemem şimdi Kayısı filan. Şu köşeyi dönünce benim favori bir mekanım var, neredeyse geldik zaten”…

drajePaketi bir çıkardı ki, eyvah eyvah! Üzeri Bitter Çikolata kaplı kocaman fındık drajeleri! Ah bir de ısrar etmez mi? İki tane at ağzına, bi’ şeyciğin kalmaz diye… “Yahu ben iki saattir kime laf anlatıyorum hanım?” diye bir başladım tabi, taaaa masaya oturup, siparişi verip, yemekler önümüze gelene kadar sürdü bu konuşmam. Yazık oldu ama eh biraz da hak etti sanki, daha hala bana “eh bu da fındık işte, ne olmuş yani?” diyor 🙂

Basında Üşengeç Şef

0

Geçenlerde Kanal D CafeNetd’de Katıldığım Programın Basın yansımalarından bir kare…

Gösterilen ilgi için tekrar tekrar teşekkürler:)

Haberler

Metabolizma Hızlandıran Çorba Tarifi

18

Geçen hafta yediklerime dikkat etmeme ve nispeten düzenli olarak spor yapmama rağmen, baktım ki, yine de tartıda 1 gram bile azalma yok.

Sen misin beni üzen? 🙂 Hemen Diyetisyen Dilara Koçak’ın “Vicdan Çorbası” da dediği ve metabolizmayı hızlandırdığını iddia ettiği tarifini, üşenmeden yapmaya koyuldum.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Neden mi “Vicdan Çorbası” deniliyormuş? Söylenen o ki, yemeği fazla kaçırdığınız birkaç günden sonra, pişman olup, vicdan yapıp, öğlen ve akşam yemeklerinde, yanında yoğurtla bu çorbadan içerseniz, metabolizmanız hızlanıyor ve o yedikleriniz kilo olarak üstünüze kalmıyormuş:)

Bir yandan yaparken, bir yandan da belki aranızda ihtiyacı olanlar olabileceği düşüncesiyle, her zamanki gibi adım adım fotoğrafladım. İlgilenenleriniz için gelsin mi malzeme listesi? Hadi başlıyoruz!:)

METABOLİZMA HIZLANDIRICI ÇORBA

Malzemeler:

  • 2 Kabak
  • 2 Domates
  • 1 Demet Maydanoz
  • 1 Demet Taze Nane
  • 1 Demet Dereotu (Ben kullanmadım, siz isterseniz ekleyebilirsiniz)
  • 2 Kuru Soğan
  • 2 Yemek Kaşığı Pilavlık Bulgur
  • 1 Tatlı Kaşığı Zeytinyağı
  • 1 Çay Kaşığı Tuz
  • 1 Çay Kaşığı Pul biber
  • 1 Çay Kaşığı Kimyon
  • 4 Bardak Kaynar Su
  • Üzerine Sıkmak için Limon Suyu

Öncelikle Kabakları yıkayıp, kabuklarını soyalım.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Derince bir tencereye küp küp doğrayalım.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

1 Demet Taze Nanenin sap kısımlarını ayıklayıp, yapraklarını güzelce bol suda yıkayalım.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Sonra bir kesme tahtasında, iyi bir bıçak yardımıyla mümkün olduğu kadar iyice kıyalım

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

ve tenceredeki kabaklara ilave edelim.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Şimdi aynı işlemi 1 demet Maydanoz için yapacağız

Sap kısımlarını ayıklayıp, yapraklarını bol suda yıkayıp, aynı şekilde kıyalım ve tencereye ekleyelim.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Kuru soğanların dış kabuklarını atıp, kalanını iyice yıkayalım. Alt ve üst kısımlarını kesip, bütün halde tencereye ekleyelim.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Domatesleri de yıkayıp, kabuklarını soyup, kalanını küp küp doğrayıp, ekleyelim

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

2 yemek Kaşığı kadar Pilavlık Bulgur ilave edelim.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Bu karışıma 1’er Çay kaşığı kadar Tuz, Kimyon ve Pulbiber de katalım.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Şimdi de 1 tatlı kaşığı Zeytinyağı ve su ilave etmeye geldi sıra. Diyetisyenin tarifinde 2 bardak su denilmiş ama bu kadar katı bir karışıma o kadar az su ekleyince yeterli olmuyor.  Bu sebeple ben 4 bardak kaynar su ekledim.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Malzemeleri karıştırıp, kapağını yarım kapatarak, orta ateşte kaynamaya bırakalım

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Yaklaşık 25-30 dakika sonra, içindeki Kabaklar yumuşak kıvama gelmiş oluyor. O zaman geldiğinde, içinden bütün haldeki Soğanları alıp, atalım

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Kalan kısmını Blender yardımıyla, sevdiğiniz kıvamda bir Çorba haline gelene kadar karıştıralım.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Bu esnada, Kırmızı Mercimek Çorbası tarifimden hatırlayacaksınız, yine “300 Spartalı” filmindeki gibi, tencerenin kapağını “Kalkan” yaparak kendimi korumaya almayı unutmuyorum:)

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Tavsiye ederim, çünkü karışırken etrafa sıçrayan kaynar çorba, hem etrafı biraz batırıyor, hem de insanı fena yakıyor:)

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Servis yaptıktan sonra biraz bekleyelim ki azcık soğusun:)

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

İsterseniz biraz Limon da sıkabilirsiniz.

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

Yine de lezzet konusundaki beklentilerinizi normalden biraz düşük tutun lütfen. Biliyorsunuz bunun için “aman şöyle leziz, aman böyle enfes bir çorba” iddiasında bulunmadım, bulunamadım:)

Ama zamanında Kenan Doğulu’nun “bununla zayıfladım” diye meşhur ettiği, iğrenç kokulu “Lahana Çorbası”ndan da bir kere yapmış birisi olarak söyleyebilirim ki, onun yanında bu çorba çok da güzel bir yaz çorbası.

Kıvamını sıvı tuttuğum için bardağa doldurup, üstüne de 2 top dondurma görünümlü 2 kaşık Yoğurt, çok az da Tuz ekleyince, mis gibi bir öğün oluyor işte, daha ne olsun:)

Eğer bir-iki gündür yemeği fazla kaçırdıysanız, bunların vücudunuzda kilo olarak kalıcı yağa dönüşmesini istemiyorsanız, içilmesi Diyetisyenler tarafından tavsiye edilen, nam-ı diğer Vicdan Çorbanız işte hazır!

metabolizma-hizlandiran-diyet-corba-tarifi

 

Ev Dekorasyonunda Altın ve Gümüş Varakla Yaratılan İhtişam

2

Dünyada yeniden trendy olmaya başladığında, “Minimalizm”e ilgi duymaya başlamış ve ev dekore ederken, tercihlerimi de bu yönde yapmıştım.

minimalist

Minimalizm’in ne olduğundan kısaca bahsetmek gerekirse; bu akım, sadelik odaklı ve sembollere hiç önem vermeden, sanatsal biçimin aşırı yalın olmasını savunuyor.

Yani ne demek? En az malzemeyle, en az sayıda renk, desen, çizgi ve doku kullanılarak tasarlanmış, yalın mı yalın ortamlar hayal edin… İşte o!Her yer tertemiz, her şey düzenli. Evin her tarafında nötr tonlar var. İndirekt ışıklar da müthiş.  Her şey tam hayalimdeki gibi.

Durumdan oldukça memnun görünürken, ufak ufak error vermeye başladım. Rahatlık ve sükunet had safhada… Tamam ama, evin içindeki bu yalınlık sebebiyle, duvarlarda sesiniz yankılanıyor, olacak gibi değil! Evet biz buna “rahat batması” diyoruz literatürde:)

O “klasik anne evi” tabir ettiğimiz gibi oymalı kakmalı ahşap ağırlıklı mobilyalardan değil tabi ama, insan biraz da ışıltı, doku ve tatlı tatlı renk oyunları filan arıyor çevresinde, ama nerdeee? 🙂

Derken, Avant-Garde Akımına yöneldim. Yok Yok! “Barok” değil bu, “Avant-Garde” diyorum yahu:) Hatta sanatsal düşünce yapısı olarak, Barokta olduğu gibi din ve krallık egemenliğinden tamamen sıyrılmış, bunun yerine özgünlüğün değerli kabul edildiği bir akım bu.

avangarde mobilya

Değişen sosyo-kültürel olgulardan beslenen, “öncü akım” da deniliyor Avant-garde’a… Çok alengirli bir ismi var, farkındayım ama bence fazlasıyla hak ediyor. En azından şimdilik:)

Bu sayede ev; Swarovski kristalleri, farklı renk tonları, desen ve dokular, ışıltılar saçan değişik aydınlatma araçları, gümüş ve altın objelerle tanışmaya başladı. Şimdi kendini buldu diyebiliriz işte:) .

Altın ve Gümüş’den bahsedilince, bence en ihtişamlı halleri, “Varak Sanatı”yla ve el emeği göz nuruyla yapılan aksesuarlar…

varak

Farsça “Yaprak” anlamına gelen ve görkemli bir süsleme sanatı olan “Varak”, Altın ve Gümüş’ün varlık ve kudret sembolü olması sebebiyle, ilk çağlardan başlayarak, kültürler arası sanatsal etkileşimler sonucu tarihimizde de geniş yer kaplamış.

>varak2Osmanlı Dönemi’nde ise “varak”, özellikle kutsal yapıların mimari dekorasyonunda, tavan ve duvarlarda, Camiler’in mihrap bölümlerinde ve değerli el yazması kitaplarda, ihtişamı artırmak amaçlı uygulamalarına ilaveten, eşya süsleme sanatında da sıklıkla kullanılmış.

cami

Tugra

Mekan ve eşyalara gösteriş katmak için kaplama malzemesi olarak kullanılan varak; ağırlıklı olarak gümüş ve altın seçenekleriyle tercih ediliyor.


altin varak2

Osmanli Tablo2

Altın ve gümüş varak, kullanıldığı eşyaları adeta bir sanat eserine dönüştürerek, görsel yönden de değerini artırıyor.

gumus varak2
Altın varak, bence daha “klasik” bir görünüm sağlarken, gümüş varak daha “modern ama yine oldukça şık” bir izlenim bırakıyor.

gumus varak

W0006 s1

Altın ve gümüş varakla süslenen dekoratif objeler ile, siz de kendi evinize ya da bulunduğunuz ortama, Osmanlı döneminin ihtişamını yaşatan bir görsel şölen katabilir veya ömür boyu unutamayacakları muhteşem bir hatıra olsun isterseniz, sevdiklerinize de hediye edebilirsiniz.

Üstünüze Afiyet… Üşengeç Şef, Tam 1 Haftadır Günün Sitesi Seçiliyor da :)

0

Hürriyet Yazar Kafe’de Yine Günün Sitesi Seçilmişim. Mutluyum… Gururluyum…

hurriyet3

Canım takipçilerime ne kadar teşekkür etsem azdır.

hurriyet

Hep beraber, her zaman yeni yeni başarılar kazanalım inşallah.
Sevgilerimle 🙂

Üşengeç Şef

Kanımca “Her Kadın Bir Kuştur. Bir Çiçektir” İmza: Duzlu Fıstıkçı Zeynel

2

“Kanımca… Şahsi fikrim “Her kadın bir kuştur. Öte yandan her kadın bir çiçektir. Erkekler ise böcektir. Yani toplumumuzda, genel kanı olaraktan…. kiii bir yerde “kuş olayı”, bazen hanfendilerle ilgili değil, beyefendileri sembolize eden bişey… Misal; “senin kuşun”, “benim kuşum”…

Umarım şu anda “Üşengeç Şef, bu neyin kafası böyle?” demiyorsunuzdur ve siz de Yalan Dünya’nın geçen hafta yayınlanan Final bölümündeki; Gülistan’ın eski “aşna fişnesi” Zeynel’le, yıllar sonra ilk kez buluştuğu o muhteşem sahneyi izlemişsinizdir.

duzlu

Sizi bilemem ama, ben tek kelimeyle, gülmekten kırıldım! Gülse Birsel’in üstün mizahî kalemine ve her iki oyuncunun süper yeteneklerine sağlık!!! “Bir kahkaha, bir pirzola” denkleminden hesaplarsak, bayağı bi’ protein aldım sayelerinde :)))

Gülse Birsel, başlarda herkese ilginç gelen, ama artık tek düzeliğe dönüşerek izleyiciyi sıkmaya başlayan “Orçun” karakterini canlandıran genç oyuncu Bartu Küçükçağlayan’a, diziye taze kan verecek en yeni karakter “Zeynel”i de oynatarak, yaratıcı zekasını da her fırsatta böyle ortaya koyuyor işte…
tuzlu fistik
“Zerrin” rolünü canlandıran Derya Karadaş ise, replikleri, tonlamaları ve sempatik oyunculuğuyla, her bölüm “yükselen değer” olarak kalmayı bir şekilde başararak, yer aldığı sahne sayısını da gittikçe artırıyor. Sezonun bu final bölümünde de kendinden beklenen çıkışı yaptı ve Necati Şaşmaz’ın “Fosforlu Kedi Gözleri”ne de selam çakmadan geçmedi:)

Zerrin
Bu arada dikkat ettiniz mi, Derya Karadaş, “Sex and The City”deki “Carrie Bradshaw’a hayat veren Sarah Jessica Parker’a ne kadar benziyor? Nasıl yahu? Bir tek ben mi benzetiyorum yani? Biraz iyi bakın lütfen. “Tıpatıp aynısı” ya da  “ikizi” filan demiyorum ama bir andırma var valla, bakııııın:)

Carrie bradshawCarrie bradshaw2
 Carrie Bradshaw (Sarah Jessica Parker)

Derya karadas
Derya Karadaş

Onu bunu bilmem ama şu anda Türk televizyonlarındaki en kaliteli ve en çok izlenen komedi dizisi “Yalan Dünya”. Her hafta saatlerce süren bir dizide insanları güldürmeyi ve bu esnada kaliteden ödün vermemeyi başardığı için buradan Sevgili Gülse Birsel’e, benden de koca bir alkış! 🙂

Her daim olduğu gibi, son bölümlerinde de facebook ve twitter’ın baş belası olmasından tutun da, gaz maskesinden, tükenmişlik sendromuna, alkoliklikten, dış mihrakların oyunlarına kadar tüm güncel konulara parlak göndermeler yapan bu dizi, popülerliğini korurken, büyük beğeniyle izlenmeyi de fazlasıyla hak ediyor.

yalandunya

Öte yandan, doğruya doğru…. Benim nazarımda bir numaralı efsane dizi hala: Avrupa Yakası”. Üstüne de kolay kolay başka dizi gelemez sanki. Bir “Burhan Altıntop” kolay yetişmiyor tabi. 🙂 Ara ara yayınlanan eski bölümlerine ne zaman rastlasam, ilk kez görmüşcesine heyecanlanır, ayıla bayıla izlerim. En çok da koşu bandında güzel oluyor, tavsiye ederim… Bol bol kikirderken, zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyorsunuz… Hem vücudunuza ilaveten, yüz kaslarınız da öyle çok çalışıyor ki, bu sayede, bölümün sonunda gerdirmiş kadar oluyor insan:)

avrupa yakasi

Ama eğer, geçen haftaki Yalan Dünya’nın son bölümünü kaçırdıysanız, boş vermeyin lütfen:)

“Tuzlu Fıstık ve Birayla”… ya da kendi tabiriyle “Duzlu Fıstık ve Bira’ynan” olan münasebetini her zaman anlayışla karşılayan, hanfendiliğiyle, karakteriyle ve aşna fişnesiyle her zaman 10 numara, 5 yıldız verdiğini söylediği “The Gülistan”ıyla yıllar sonra yine bir cafe’de buluşan Zeynel’in yer aldığı bu bölüm, olur da yeniden yayınlanırsa ya da fırsat bulup, internetten filan izleyebilirseniz, neden bu denli sevdiğime siz de hak verecek ve belki de aynı benim gibi 3 ay boyunca özleyeceksiniz bu şeker diziyi 🙂

Dondurma Aşkına 30 Kişilik Sırada Beklemek!

0

Bağdat Caddesindeki mağazalara aşina olanlarınız hak verecektir ki; bırakın caddeye çıkan ara sokakları, ana cadde üzerinde olmasına rağmen, seviye farkı olan dükkanların bile sonu %90 hüsran olur. Bu kuralı bozan o %10’luk mucize dilimde ise, yolun bir sıra arkasında kalmasına rağmen iyi iş yapan Kırıntı, Bafetto Pizza ve Zamane Kahvesi gibi bir kaç mekan anca sayılabilir.

Bagdat caddesi
Fotoğaf: Fehmi Cihan Ünlü

Bir elin parmaklarını geçmeyecek bu ender rastlanan örneklerin mucizevi ticari başarıları hafife alınıp, hiç bir adam akıllı fizibilite çalışması yapılmadan, nasıl bir dolduruşa geliniyorsa artık, dönem dönem “cenabet” olduğu, aslında sık sık tabela ve dekorasyon değiştirmesinden ve devamlı tadilatta olmasından çok da aşikar olan dükkanların, büyük umutlarla kiralandığını görüp, “Vah vaaah! Yazık olacak yapılan masraflara…” diyorum.

dondurma2Bütün bu açılan-kapanan dükkanlar arasında, yine caddeye cephesi olmayan ve diğer mağazaların arasında kalmış sayılabilecek bir lokasyonda küçücük bir dükkanın “Sorbe ve Dondurma – Yaşar Usta” tabelasıyla açıldığını gördüğümde kayıtsız kalamadım ve siftah yapsınlar diye ilk gününden “hayırlı olsun”a bi’ uğradım:)

Meslek hayatına 7 yaşındayken atılan Yaşar Usta’nın, Bostancı’daki merkez dükkanı olan Dondurmacı Yaşar Usta, 18  farklı Dondurma ve 17 farklı Sorbe çeşidiyle öyle çok beğeni görmüş ki, zaman içinde 4.Levent ve Ayvalık Sarımsaklı Plajında da şubeler açmış.

Yasar Usta3
Bağdat caddesinde yeni açılan bu dükkanın işletmeciliğini yapan Beyle yaptığımız sohbet esnasında, kurumsal bir şirkette yöneticilik yaparken, Yaşar Usta’dan ilk franchise’ı alarak, mevcut görevinden ayrılıp, bu küçük dükkanı açma cesareti gösterdiğini öğrendim ve dondurmaları hakkında biraz bilgi aldım.

Yasar usta7


Keçi sütü ve manda kaymağı ile hazırlandığını belirttikleri Dondurmalarında, Kaymak, Çikolata, Karamel, Kestane, Fıstık, Badem, Ceviz, Sakız, Hindistan Cevizi, Beyaz Çikolata gibi bilinen çeşitler yanında; Tahinli, Güllü, Hurmalı, Tarçınlı ve Fıstıklı Çikolatalı gibi daha önceden görmeye çok alışık olmadığımız çeşitler de mevcut…

Yasar Usta2

Toplamda 35 farklı varyasyonu olmasına rağmen, mekanın büyüklüğü elverişli olmadığından, aynı anda sadece 10 çeşit kadar satışa sunabiliyorlarmış. İlk kez deneyeceğimiz için, favorilerimizden oluşan 1 Kiloluk karışık bir paket yaptırıp, yemek sonrası “haflf” bir tatlı niyetine heyecanla denemeye koyulduk.

Yasar Usta4
En çok hangi çeşidini beğendiğimize gelince, bizim için kazanan, açık ara; Fıstıklı Çikolata oldu. İçinde gerçekten çok yoğun miktarda bulunan tam fıstık tanelerini görürseniz ve  bir ara fırsat bulup da lezzetini tadarsanız, sebebini siz de anlayabilirsiniz:)

Yasar Usta1

Kavun, Çilek, Nar, Muz, Karadut, Kayısı, İncir, Şeftali, Mandalina, Kivi, Üzüm, Armut, Karpuz, Elma, Limon, Böğürtlen ve Vişne çeşitleri bulunan Sorbelerinde ise en iddialı oldukları özellik; organik meyveler kullanıyor olmaları…

Şahsen çok “sorbeci” değilim, ama arkadaşlarım arasında Avrupa yakasından kalkıp, Yaşar Usta dondurması için, Pazar-Pazar asla geçmeye cesaret etmeyecekleri köprü trafiğini göze alarak, Yaşar Usta motivasyonuyla Cadde’ye gidenler var ki, düşünün artık ne kadar beğendiklerini:)

Yasar Usta
Hakkını vermek gerekir ki, ilk tadımda Tahinlisini de oldukça başarılı bulmuştuk. O hevesle, biraz fazla yeyince aşırı tatlı olduğu için adamın içini biraz baydığını da söylememe gerek yok değil mi?:)

Yaşar Usta’nın Bağdat Caddesi dükkanının, tezgah bölümünün bulunduğu cephesi, oldukça dar olduğu için, aynı anda kısıtlı sayıda çeşidi sergileyebildiklerinden ötürü, en beğendiğiniz ve aklınıza koyduğunuz çeşidi, bi’ hevesle gidip de bulamamak, insana biraz hayal kırıklığı yaşatmıyor desem yalan olur.
yasar usta8
Az önce bahsettiğim gibi, arada ya da arkalarda kalıp unutuldukları için başarısız olarak, kısa sürede kapanıp giden işletmelerin aksine, ezber bozan bir örnek oluşturan ve gördüğü büyük rağbet karşısında, gece-gündüz, hafta içi-hafta sonu ne zaman geçsem, önünde devamlı minimum 20-30 kişinin sıra beklediği bir dükkan haline gelen bu mekanda, alan darlığından ötürü, ön tezgahta aynı anda sadece 2 kişi hizmet verebildiğinden dolayı, dondurmanızı alana kadar uzun uzun beklerken, biraz sabırsızlanıyorsunuz doğrusu…

Yasar usta6
“Topu topu 1,5 TL” mesajıyla satışa sunulan Yaşar Usta dondurmasının, bu fiyatı ilk bakışta, ucuzmuş gibi bir algı yaratıyor… Ama sunulan topların ebadı, çoğunluk tarafından “pahalı” olarak kabul edilen marka dondurmaların yarısından bile küçük aslında.


dondurma

Hazır bu derece revaçtayken, bir an önce daha uygun bir dükkana taşınarak ve bu sayede daha fazla çeşidini, daha fazla kalifiye elemanla, biraz daha hızlı şekilde servis ederek, mevcuttakinden de yüksek hacimli satış hedeflerine ulaşabilecekleri düşüncesindeyim. Lakin ara sıra heveslenip, “hadi şu fıstıklı çikolatasından alalım” dediğimiz her seferde, o an için ellerinde olmadığı cevabını almak ya da 20 dakika bekleyip, sıra en nihayet size geldiğinde, istediğiniz ceşidin az önce tükendiğini ve devamının da olmadığını duymak, biraz sinir bozucu olabiliyor 🙂

Sorbelerinin lezzeti için de söylenen şöyle bir rivayet var: Kavunlu Dondurmasının tadı, meyvenin aslına öyle çok benziyormuş ki, rakıya meze yapan varmış deniliyor:))

dondurmaci yasar usta
“Bu kadar anlata anlata canımızı çektirdin, ama bize yakın bir Yaşar Usta yok kiiii, fırk fırk” diye hayıflanan ve iç çekenleriniz varsa ve eğer oturup yapmaya üşenmezseniz, Dondurmacı Yaşar Usta’nın kendi sitesinde yer alan basit bir Vanilyalı Dondurma Tarifine buradan ulaşabilirsiniz.

Hem kim bilir belki kendinizi geliştire geliştire geleceğin “Marka Dondurmacılarından” biri de siz olabilirsiniz. Neden olmasın? 🙂

Amara Dolce Vita Hotel

5

Koşuşturma dolu yoğun bir temponun arasında 4-5 günlük bir Antalya tatili, gerçekten doping gibi gelir umuduyla, bolca methini duyduğumuz Tekirova’daki “Amara Dolca Vita Luxury Hotel”e gitmek üzere bavulumuzu hazırladık.

Yağmurlu bir İstanbul sabahını ardımızda bırakarak, kara bulutların da etkisiyle türbülanstan türbülansa hoplaya zıplaya geçirilen eğlenceli(!) bir uçuştan sonra yemyeşil palmiye ağaçlarıyla, masmavi gökyüzüyle ve lacivert deniziyle bizi karşılayan Antalya’ya inmiştik bile.

Dolce Vita Lobi
Otele vardığımızda bizi altın varak, krem ve siyah tonlarıyla, devasa avizesiyle, sütunlar, heykeller ve yağlı boya tablolarıyla oldukça şatafatlı, İtalyan mimarisi ağırlıklı bir bina karşıladı… İlk izlenim benim için etkileyiciydi.

Lobi
2006 yılında açıldığını ve 700 yatak kapasiteli olduğunu öğrendiğimiz otelin tamamında, aynı şıklık ve kalite hakimdi.

Tuvaletler
orman manzarasi

Etrafı tanıtan görevlinin anlattıklarından hatırladığıma göre, içinde 15 kadar farklı konseptte A la Carte Restaurant ve 7 büyük havuz bulunuyormuş.

Deluxe odamıza geçtiğimizde de yine aynı ferahlık, konfor ve şıklıkla karşılaşmak güzel oldu. İşte nihayet tatil başlıyordu.

Serpme kahvalti
Eşyalarımızı yerleştirmenin ardından, biraz odada dinlenip, hemen kendimizi etrafı keşfetmek üzere dışarı attık ve “ne, neredeymiş” öğrenmeye başladık. Benim önceliğim tabi ki de yemeklerdeydi:)

Öğle yemeği için ilk kez şereflendirdiğimiz Açık Büfe’ye önce biraz temkinli yaklaştık. İçten içe bu günlerin popüler deyimiyle “yemezler!” dedik. Çünkü zaten hala mehter takımı kıvamında iki alıp bir verdiğimiz “göbek nahiyesi fazlalıkları”yla başımız dertteyken, cazibelerine kapılıp lezzetli-lezzetsiz bi’ dünya yemeği mideye indirip, dönüşte bir de onların vebalini çekmeye hiiiiç niyetimiz yoktu. Açık büfelerden pek haz etmem bilenleriniz bilir:)

Geçmiş tecrübelerden ders alarak, çok bilinçli bir şekilde, taktiğimizi belirledik ve dedik ki; ilk gün, gözümüze hoş görünen, canımızın çektiği şeylerden birer kaşık alıp, tadına bakalım, sonra zaten hem nefsimiz körelir, hem de hangileri sevdiğimiz tadda çıkmazsa, onları da elemiş oluruz. Bu niyetle, ondan-bundan tadımlık derken, biri sıcak, biri soğuklardan oluşan 2 tabakla açılışı yaptık.

İlla ki bol salata ve zeytinyağlı sağlıklı mezelere ağırlık vererek, ön elememizi yapıp, ilk andan itibaren tarzımızı belirledik güya. Sabah kahvaltıları haricinde hiç ekmek yememek de aklımızın bir köşesinde ama şu ekmek standındaki çeşitliliğe insanın içinin gitmemesi mümkün mü sorarım size a dostlar? Hele de benim gibi bir hamur işi canavarının? :))

Ekmekler
Diyet Yemegi

Neyse ilk günden sonra ortama uyum sağlayıp, gerçekten de bol bol zeytinyağlı ve salata ağırlıklı şeyler yemeye çalıştık. Evet şaka değil işte tabağım yanda gördüğünüz gibiydi genelde. Çok sağlıklı değil belki. Mısır ve havuç, şeker deposu biliyorum ama bunu bile takdir etmek gerek, çünkü o  şartlar altında, acı acı rokalara benden başka dönüp bakan bile yoktu valla:)

Yemekleri mümkün olduğu kadar az-öz aldık, kendimizi tutmayı başardık diyebilirim, amma velakin, 3 ayrı standdan oluşan o tatlı bölümü yok mu, o tatlı bölümü? Sütlü, şerbetli, unlu artık Allah ne verdiyse bütün tatlılar bize “geeeeel, gel” yapıyorlar. “Oğlum bak git!” desen, ne fayda?

tatlilar

Dolce Vita2

Yanında ayrıca dondurma standı ve onlarca farklı meyveden oluşan başka alternatifler de var ama onları şu anda kimin gözü görecek ki?

Biz hedefe kilitlenmiş halde en can alıcı tatlıları seçip, puan vermeye başlıyoruz.

Baklava

 

 

 

 

 

 

Hepsi birbirinden güzel olmakla beraber, ortak kararımız o ki; Amara Dolce Vita’nın Şerbetli Tatlı Ustası tek kelimeyle aşmış! Bütün o fıstıklar, cevizler, bademler filan hakkıyla, hatta fazla fazla kullanılmış ve lezzetleri öyle böyle değil bi’ harika! Baklavaydı, burmaydı, sarmaydı, şöbiyetti derken, eee hani ne oldu bizim kontrollü yeme programı?

“Tatlılara dur diyemiyorsak, bari onun haricinde az kalori alıp, sağlıklı beslenelim” diye, ikinci gece için otel içindeki A la Carte’lardan , manzarasının şahane olduğunu duyduğumuz balık restaurantı “Pescatore”ye rezervasyon yaptırdık (bu hizmetlerden yararlanabilmek için kişi başı 15 ila 20 Euro arası ekstra bir kuver ücreti ödeniyor rezervasyon esnasında)

Eşsiz manzaraya sahip bu restaurant, devasa bir alana yayılan otel arazisinin, en tepesinde yer alıyor. Lobinin önünden özel golf arabasıyla alınıp, yine otele ait olan ve içinde atların, tavşanların, pelikan, keçi, ördek gibi hayvanların yer aldığı “Mini Zoo” dedikleri çiftliğin yanından geçerek ve her birini gördüğümüze çocuklar gibi sevinerek yukarı getirildik.
Pescatore1
“Manzara” odaklı olduğumuzu özellikle belirterek rezervasyonumuzu yaptırdığımız halde, manzaraya hakim olan kenar masalar yerine, hiç bir şey görmeyen iç masalardan birine bizi oturtmak istediklerinde, bunu kabul etmeyeceğimizi açıkça belirttik.Çünkü rezervasyon esnasında sadece kişi sayısı alınıyor ve herhangi bir masa seçimi sunulmuyordu. O zaman önde oturacaklar neye göre belirleniyordu? Orada tutulan boş masalar kimin için neye göre ayrılmışlardı? Öncesinde ödediğimiz kuver ücretin yanmasının da hiç önemli olmadığını söyleyerek, yemeği iptal edip, derhal ayrılmak istediğimizi belirttik.  O esnada mekanın yetkilisi, ön masaların boş olanlarından istediğimizi seçebileceğimizi söyledi aniden… Neden şimdi? Ne oldu bir anda?

Pescatore

Neyse… Hiç bir tatsızlığın, kısacık ve pek değerli tatil keyfimizi kaçırmasına izin vermeyeceğimiz için, olanların üzerinde durmamayı ve yerimize geçip, henüz güneş batmadan, bu muhteşem manzaranın tadını çıkarmayı seçtik.Bu esnada güler yüzü ve efendi tavrıyla masamızla ilgilenecek olan garsonumuz Sami Bey geldi ve menüyü anlatırken, tüm soğuk mezelerin ve sıcak deniz mahsullerinin standart olarak zaten ikram edileceğini, bizim ise sadece içecek, salata, ana yemek ve tatlı tercihlerimizi belirlememiz gerekeceğini anlattı.

IMG 7171

Deniz feneri

Bu esnada fonda harika bir saksafon müziği çalıyordu. Hevesle etrafın resmini çekerken, yanımızdaki Deniz Fenerini de fotoğraflıyordum ki, o da ne? En tepesinde bir müzisyen, meğer canlı olarak çalıyormuş. Bütün gece şarkı seçimleriyle ve yorumuyla mest etti herkesi.
Bu esnada, soğuklar, ara sıcaklar ve Karides Çorbası derken zaten oldukça doymuştuk bile.

IMG 7174

Ara Sicaklar
Karides Çorbası, bana Paris’e her gittiğimizde uğramadan geçemediğimiz Leon de Bruxelles’in Midye Çorbalarını anımsattı. Hiç bitmesin istedim:)

Karides Corbasi
Derken salatalar ve ardından Kalkan ve Orkinos Balıkları servis edildi. Yahu yeter! 🙂

Orkinos Baligi

Daha önce hiç Orkinos denediniz mi bilmiyorum ama ilk görünümüyle kendisini bilmeyen birine “Antrikot” diye yutturabilirsiniz. Tadı da kırmızı eti andırıyor ve benim normlarıma göre dokusu biraz fazla sıkı ve sert. “Bir daha yer misin?” derseniz, ı-ıh hiç sanmam.

IMG 0078
“Kalkan” ise çocukluğumdan beri hiç şans vermediğim bir Balık olarak, buradaki sunumuyla gönlümde yumuşaklığıyla, lezzetiyle ve kolay ayıklanabilmesiyle taht kurdu. Tek kelimeyle enfesti.

Yemeklerin hepsi birbirinden lezzetliydi ama gecenin yıldızı Karidesli Çorba ve Kalkan Balığı oldu. Hafif yiyelim diye seçtiğimiz balık gecesi, mide fesatına uğrayacağımız bir lezzet patlamasına dönüşmüşken, Garsonumuz hala “şimdi tatlılar ve meyveler geliyor kahvelerinizi nasıl alırsınız?” diyordu.

Tatli tabagi“Yapmayın, etmeyin” derken, baktık bırakmayacaklar, o zaman sadece “tadımlık 1 çatallık” olsun diye anlaştığımızı zannettiğimizde olanlardan habersizdik. Yine kocaman ve karışık bir tatlı tabağı, dondurma ve o da yetmezmiş gibi yanında da güveçte fırın helva geldi.

İnanılmaz ikramlar, muhteşem bir manzara ve güler yüzlü, saygılı ama aynı zamanda cana yakın garsonumuz Sami Bey’le daha da mükemmelleşen bu akşamın sonunda, oradan çok memnun ayrıldık.
Amara Dolce Vita

Genelde sezonluk çalıştırıldıkları için kalifiye eleman bulma konusunda sıkıntı yaşanan Antalya gibi bir şehirde, ilk adımımızı attığımız andan, buradaki son günümüzü geçirmekte olduğumuz şu ana kadar, her seviyedeki otel personelinin aşırı nazik ve ilgili davranışları ile Amara Dolce Vita, anılarımızda özel bir yer edindi.

dolce vita

Öyle ki; Güneşlenirken, bir otel elemanı yanınıza gelip, “gözlüğünüzün camının temizlenmesini ister misiniz diyor” ve gıcır gıcır parlatıyor. Açıkçası bu kadarını da beklemiyorduk. 🙂

Cafe Netd’de Canlı Yayında Bloggerlık Konusunda Sohbetteydik

6

Perşembe günü KanalD’nin online TV’si Netd’de yayınlanan ve Cihangir’de Rose Marin Cafede çekilen “Cafe Netd” programına konuk olarak davetliydim.

netd23

Diğer konukları arasında “Dijital Canavar” Şeyma Sarıkök, “Rahat Yazar” Ahmet Şensoy, “Meczup Güncesi” Mikhail Bakunin’in de yer aldığı ve “Bloggerlık” hakkında Hürriyet Bumerang Ekibinin başarılı, cana yakın ve çalışkan ikilisi Sevgili Hilal Meriç ve Ahmet Erten’le yaptığımız sohbeti içeren program gerçekten çok eğlenceli geçti.

cafenetd4

Her birimiz, blog yazma fikrinin nasıl ortaya çıktığını, sonraki süreçleri, keyifli ve zor yanlarını mümkün olduğu kadar içten şekilde anlatmaya çalıştık.

Bu işin manevi yanında maddi getirileri var mı-yok mu, bir Blog açmaya karar verildiğinde mümkünse yapılmaması gereken hatalar neler, işin teknik boyutu nasıl ve Hürriyet Bumerang’a üye olmanın getirdiği avantajlar, sohbet konularımızdan sadece bir kaçıydı…

İzleyen ve tweet’leri ile sohbete katılan ve ilgi gösteren herkese çok teşekkürler:))

Bugün (20 Haziran’da) saat 16:00’da www.netd.com ‘da CANLI Yayındayım:)

0

Tüm Değerli Takipçilerime Merhaba,

Ailenizin Blogger’ı “Üşengeç Şef”iniz olarak, bugün Hürriyet’in Bumerang Ekibiyle birlikte keyifli bir sohbet için Kanal D’nin internet üzerinden yayın yapan Televizyonu www.netd.com ‘da Cafe Netd programında saat 16:00’da Canlı yayındayım.

netd2
Arzu ederseniz izlemeye beklerim:)

Sevgilerimle,

Üşengeç Şef

Allah Korudu da Baydöner İskender’inden “Elektrik” Alamadım

6

Geçenlerde Kadıköy’de işlerim vardı. Onca koşturmaca arasında, öğle yemeği için eğer yeni bir mekana şans verirsem, hayal kırıklığına uğratma riskini göze almak istemedim. “En iyisi, daha önce tatildeyken Çeşme’de denediğim ve beğendiğim, Kadıköy Çarşısı’nda da bir şube açtıklarını gördüğüm Baydöner’e gideyim” dedim kendi kendime.

Gelin bu ilginç olayın geri kalanını da dinleyin bakalım “elektrik alamadım” derken neyi kastediyorum siz de görün…

Baydoner1İskender Kebap siparişi vermemden makul bir süre sonra, yemeğim servis ediliyor. Her zaman bol malzemeye olan düşkünlüğümü artık beni tanıyanlarınız bilir. Bir yemeği ayda yılda bir yedim mi, tam kıvamında olmalı. O zaman gelsin Kızarmış Tereyağ ve Bol Salça Sosu…

Bu arada bu kızarttıkları Tereyağını da neden sizin yanınızda servis ederler hiç anlamam. Önceden sorsunlar bana “istiyor muyum istemiyor muyum”, ona göre mutfakta koyup getirsin işte…
Baydoner2

Biliyorum biliyorum içinizden diyorsunuz ki “sen “heh! Tamam yeter!” demeden ne kadar istediğinin miktarını nereden bilecek? Doğru, haklısınız ama neler duydum bir bilseniz belki siz de aynı şekilde düşünmeye başlardınız… Başka bir İskenderci’de garson tarafından yanlışlıkla üstüne kızgın tereyağ dökülerek yakılan bir kişinin haberini ve sonrasında hem iyileşebilmek, hem de adaletin yerini bulması uğruna ne çok savaş vermesi gerektiğini okumuştum basından… Önceden “size mahkemede tanıklık yaparız, biz olayın şahidiyiz” diyen herkes baskıyla, sus pus edilmiş ve “tüm hastane masraflarınızı karşılarız” diyen mekan sahipleri de “bizden kaynaklanan bir durum değil, alakamız yok” diyerek sonradan yaralıyı tanımamazlıktan gelmiş ve ortada bırakmış. O gün bugündür çok korkarım bu işlemden.. Neyse ki, bu seferlik hasarsız belasız atlatıyorum Allaha şükür.

Baydoner3
“Salça sosundan bol bol ekleyebilirsiniz” dediğimde, garson, hele de fotoğrafının da çekildiğini görünce, tam anlamıyla mest olup artistik pozlar vererek, iyice yukarıdan dökme gafletine girdiği için, sonradan maalesef üzerimdeki gömlekte minik minik onlarca kırmızı nokta görecektim , ama o saniye için henüz bunun farkında değildim, o yüzden tek düşündüğüm güzeeel bir İskender’in tadını çıkarmaktı…

Neyse efendim, ilk çatalı alıyorum… Mmmm leziz! Altta yatan pideler, tereyağ ve Salça sosundan oldukça payını almış, tam istediğim kıvamda yumuşacık olmuşlar. Yanında da bir kaşık süzme yoğurt…

Baydoner6Düşünüyorum da,lezzetini daha da artırabilmek için, bir küçük dokunuş daha gerekiyor mu sanki? Hemen üzerine biraz Pulbiber ve Kekik de ekiyorum. İşte bu! “Harika bir İskender Kebap yemenin verdiği o keyfi ne uzun zamandır bekliyormuşum” diye içten içe seviniyorum.

Baydoner5

“Haydi bana Afiyet olsun!” deyip, hesabı ödedikten sonra, hakkıyla yediğim bol soslu kebaptan sonra, elim, yüzüm kim bilir ne hale geldi düşüncesiyle Lavaboya çıkıyorum.

Bir üst katta yer alan Lavaboda, ıslak ellerimi kurutmak için, Kağıt havlu makinesinin sensörüne, beni algılaması için gerekli hareketleri yapıyorum ama ı-ıh, hiç tık yok.

Aaa bir bakıyorum ki, makinenin altında sağda minik bir kağıt havlu parçası sarkmış duruyor. Demek ki orada bir sıkışma olmuş ve makine o yüzden kağıt veremiyor diye düşünüyorum gayr-i ihtiyari bir şekilde…. Ve ıslak ellerimle, o kağıt parçası zannettiğim şeyi tutuyorum ve hafiften çekmeye çalışıyorum ki, gerisi gelsin… Yok gelmiyor. Eğilip bir bakıyorum ki Amanınnnn! O da ne????

IMG 7123
Ecel gelmiş, haberim yok! Kağıt parçası diye tutup ıslak ellerle çekmeye çalıştığım şey, Baydöner’in bozuk kağıt havlu makinasının altından sarkan ve  yalapşap şekilde bir bantla yalandan birbirine tutturdukları ucu açık elektrik kablolarıymış!!!

IMG 7119
Görür görmez şok geçirdim, ama Allahtan Elektrik Şoku değil bu seferlik. Dışarı çıkıp bir yönetici aradım ki bu durumun ne kadar tehlikeli hatta ölümcül sonuçlar yaratabileceği konusunda onları da uyarayım diye, ama maalesef hiç bir muhatap bulamadım. Yemek sonrası aklımda oluşan tüm iyi algıyı, bir anda yerle bir etti Baydoner. Tuvaletler zaten pisti ve sabunluk da boştu ama bu durum her şeyin üzerine ekstradan tuz biber oldu. Gözlerime inanamadım yahu!

IMG 7118
Diyeceğim o ki, hiç bir yemek uğruna böyle pisi pisine ölmeye değmez. İnsan hayatının bu derece hiçe sayılmasını da kabul etmiyorum. Her Lavaboyu kullananın, ellerini kurutmak için uzattığı yere, halen elektriğe bağlı bulunan, ucu açık kabloları, kerhen bantlanmış şekilde ortada bırakmanın mantığını bir bilen, anlayan varsa, bize de açıklasın lütfen. Her şeyin kuralına uygun, düzgün hale getirilmesi için illa ki birilerinin hayatını kaybetmesi mi gerekiyor ? Aklın yolu bir değil mi? Hayat bu kadar ucuz mu?