Ana Sayfa Blog Sayfa 52

Şarkılar, Taklitler ve Alçılar içinde bir Çocukluk

1

Hatırladığım ve anlatılanlardan bakıyorum da; komik çocukmuşum valla! O yıllarımda her türlü taklitler, animasyonlar, şarkılar ve girişkenlik bendeymiş.

Henüz 5 yaşındayken bir gün, sabah uyanmışım ve dışarı çıktığımda, her gün beraber oynadığım arkadaşlarımın ortalıkta olmadıklarını görmüşüm. Tek tek evlerine gidip sorduğumda anneleri, okula başladıklarını söylediğinde ise şok geçirmişim. O andan itibaren hayatımın anlamı “okula gitmek” olmuş ve annemin başının etini yemişim “ben deeee!” diye. Kadıncağız ikna etmeye çalışmış tabi “2 senen daha var” filan diye ama dinleyen kim?

Hemen abimin eski bir çantasına, gazeteler, Tom Miks, Teksaslar, Mr. No’lar, artık ne varsa bulup buluşturup tıkmış ve “ben okula gidiyorum” diye kapıdan çıkmaya kalkmışım. Annem bakmış iş ciddi, tutmuş elimden ve koyulmuşuz yola. Tam bir dört yol ağzına geldiğimizde, demiş ki: “Bak bu tarafta ilkokul var tamam ama, bu tarafta da çok güzel bir anaokulu var. Salıncaklar, bebekler, oyunlar, ne istersen… ” Bendeki cevap: “Ben, kağıt-kalemli okul istiyorum!” Vay ben ne çocukmuşum, laflara bak!:) Zaten bebekliğinden beri her gittiği misafirlikte rahatsızlık vermesin diye “aaa çok akıllı çocuktur o” denip, kucağına resimsiz ansiklopedi konan çocuktan ne bekliyorsunuz?
bebek kitap

Annem bakmış ki olmayacak, okula girmiş ve müdürle görüşme talep etmiş. O esnada müdürle sohbet muhabbet ederlerken, annemin “yaşımın küçük olmasına rağmen, benim esasında ne kadar zeki olduğuma” müdürü ikna etmeye çalıştığı esnada, ben devamlı taklit ve animasyona işleyen aklımla, odada, anons yapmak için kullandıkları “mikrofonu” görmüşüm ve mest olmuşum tabi.

mikrofonSaç fırçalarıyla; mikrofon ve evin perdeleriyle; sahne kostümü yapa yapa ne kadar bunalmışsam artık, müdüre dönüp, “aaa fikon var burda. Amca sen şarkıcı mısın?” filan gibi şapşal şapşal sorular sormaya başlamışım. Fikon derken “mikrofon” demeye çalışıyorum malumunuz… Allahtan adamcağız anlayamamış ve “ne dedi?” demiş anneme.. “Yok, mok bişey demedi” diye annem konuyu zor kapatmış. O sırada müdür de anneme, daha yaşımın çok küçük olduğunu ve değil bu sene, seneye yani 6 yaşındayken bile okula almasının söz konusu olamayacağını söyleyerek güzelce uğurlamış.

Okulun dışına çıktığımızda, ben kabul edilmediğimi anlayıp, bir anda, o inatla, yağmur sonrası çamurlanmış yollarda, yerlere yatıp hafiften debelendiğimi bugün gibi hatırlıyorum. Belki de çok anlatıldığındandır bilemedim. Bir anne için ne zor ve iğrenç bir durum:)

Neyse o kadar diretmişim ki, belli ki canına tak etmiş ve elimden tuttuğu gibi, az önce ayrıldığımız müdürün odasına tekrar gelmişiz. Annem, ne yaparsa yapsın, beni ikna edemediğini, “okul” deyip, başka bir şey demediğimi, bir şans vermeleri konusunda yapılacak bir şey olup olmadığını anlatırken, nihayetinde sağolsun Müdür bey demiş ki: İyi tamam hadi o zaman gidin sınıflardan birine girin, zaten ortamı görünce, kendi sıkılır kaçar hemen.

O andan itibaren Alllaaaahhh tutmayın beni! İlk kapısını çalıp, içeri girdiğimiz sınıfta, yaşlı, tonton, nur yüzlü bir öğretmen teyze vardı. Daha ilk andan melek gibi gelmişti gözüme. Bizi sakince ve güleryüzle karşıladı. Annem durumu izah etti ve hemen kabul etti sınıfına misafir olarak.  İlk dersime girmiştim bile. Ollleeeyy!!!

Daha annemle birlikte, yeni yerleşmişken sıraya, “Şarkı söylemek isteyen var mı? dedi öğretmen.  Birileri parmak kaldırıyor ve tek tek kalkıp hünerlerini sergiliyorlar. İşte tam da aradığım, haşır neşir olduğum ortam yahu. Hem de ev ahalisinden ya da eve gelen misafirlerden çok daha fazla izleyici ve çok daha fazla alkış demek bu. Az önce diğer çocuklardan gördüğüm gibi, hemen parmak kaldırdım. Söz verilince, dedim ki “Ben Fransızca bir şarkı söylemek istiyorum”. Ohooo olay oldu tabi. Hemen başladım Paris dolaylarından döktürmeye. “Freröööö Jaaakö Freeeerööö Jakööö. Dormeee vu” Alkış tufanı koptu kimse ne dediğimden birşey anlamasa da, yabancı dilde şarkı söylüyordum ve bu takdir edilecek bir şeydi. Az sonra “Dağ Başını Duman Almış”tan başlayarak, bildiğim bütün marşları söyletek sınıfı iyice coşturmuştum bile.

Bu komik macera ile başlayan okul serüvenim, ilkokul ve ortaokul dönemlerinde her zaman aynı derecede büyük bir aşkla devam etti. Yaz tatillerinde okulumu özlerdim. Kırtasiyelere girer, havayı koklar “ahhh okul kokuyor mis gibi, hadi açılsa artık” diye heyecanlanırdım. Okul da okul gibi değildi ama. Cennet gibi bir yerdi gerçekten. Eskiden gül bahçesiymiş ve kenarlarındaki yeşil alanda, bibirinden güzel ağaçların altında, hayatımda bir daha başka yerde görmediğim büyüklükte ve renklerde harika güller olurdu. Her teneffüs bir hevesle koşar, tek tek hepsini önce arı kontrolünden geçirdikten sonra hiç bıkmadan koklardım. Hatta tatillerde okulu öyle özlerdim ki, okulun açılma saatine kadar sabredemez, bir gece öncesinden ütülü önlüğümle yatar ama Allah vermeye de buruşmasın diye de hiç kımıldamadan ve dönmeden uyumaya çalışırdım:))

okul

Bir diğer önemli özelliğim de; Kemik yapım çok narin olduğu için, maalesef her düştüğümde illa ki kollarımın kırılmasıydı…

Unutulmazlar arasına giren bir başka anımda ise; İlkokul mezuniyet töreninde, eski istanbul’u canlandırmamız gerekiyordu. Eşlerimizle şık şıkırdım giyinmiş, sırayla yürüyüp, o zamanın nazik danslarını ediyor, yok efendim yerlere mendil atıyor, bir elimizle de şemsiyemizi döndürüp duruyoruz. Bilirsiniz o sahneyi, Çalıkuşu’ndaki Kamuran ve Feride dönemimin kostümleri gelmiştir herhalde gözünüzün önüne…

calikusu2

Tam o büyük şova birkaç gün kala, ben yine yapıyorum yapacağımı ve maalesef düşüp kırıyorum kolumu yine, iyi mi? Koca bir alçı! Hiç bir narin İstanbul hanımefendisinin kıyafetine yakışmayacak ve sığmayacak halde kolumu kaplamış durumda öööylece taş gibi duruyor. Sağolsun çıtı pıtı incecik bir sınıf öğretmenimiz vardı ki, hala her fırsatta arar hatırını sorar ve bayramlarını kutlarım. Onun hala gözümün önünden gitmeyen uçuk pembe, ipek kumaştan ve kenarları tüylü müylü,  pelerin gibi bir aksesuarı vardı… Görüntüyü kurtarmak için onu getirmişti bana evinden… Alçılı kolumu da saklamak için, o zamanki dans edeceğim yakışıklı artık kimse, onun koluna girdiğimi ve o ağır alçıyı da bir müddet de olsa, bir güzel ona taşıttığımı, diğer elimle de kenarları fırfırlı pembe şemsiyemi fırıl fırıl döndürerek sahnede bir kuğu gibi süzüldüğümü hatırlıyorum. Heheh dışı sizi yakar, içi beni tabi:)

alci

İlkokul hayatım boyunca, böyle böyle tam 4 kere alçının ne demek olduğunu tecrübe ettiğimden, ortaokula başladığımda en sevmediğim ve en zorlandığım ders; herkesin en favorisi olduğu için size komik gelecek belki ama; Beden Eğitimiydi.

Okul toplantımdan dönen annemin, abimi de çalışmaya teşvik etmek için söylediği şu söz hala kulaklarımdadır: “Utanmıyorsun di mi? Çocuğun bir 8’i yok. Bütün notları 9-10… 9-10… Abimin cevabı hiç gecikmeden gelmişti: “Ne olmuş yani? Bende de hiç 8 yok. Hepsi 1-2 :)))

Aslında hiç 8’imin olmadığı doğru değildi. Bir tane de olsa Beden dersi 8 gelirdi, ona da sinir olurdum. Yok valla, hiç bir zaman öyle gece gündüz ders çalışan “inek öğrencilerden” olmadım ama bir gün olsun “çalış evladım” da denilmedi bana. Sorumluluklarımı her zaman kendim bildim. Sınav öncesi son gece, TV’deki bütün programlar bittikten sonra, artık izleyecek hiç bir şey kalmazsa, odama gider, masa lambamı açar ve başlardım çalışmaya. Her zaman gece daha verimli çalışan birisi oldum. Çok sınav varsa ve daha erken başlamam gerekirse, panjurları, perdeleri kapatır, odanın ışığını açarak kendimi geceymiş gibi kandırmaya çalışırdım bazen.

trt

Tekrar tekrar aynı kitabı okumamak uğruna, ilk kez okurken bir yandan da önemli olduğuna inandığım noktaları belirler, görsel zekam daha baskın olduğu için, mümkün olduğu kadar eğlenceli görünsün diye, renkli renkli kalemlerle  başka bir kağıda not alır, onu yaparken de en az yer tutacağı şekilde küçücük yazmaya özen gösterirdim. Neden mi? Kitaptan çıkardığım özet iyice gözüme az gözüksün de, sonra onu da tekrar tekrar okumaya üşenmemeyim diye.

Hatta siz de yapar mıydınız bilmem ama, diyelim ki bir Tarih kitabına çalışıyorum. Birkaç sayfa okuduktan sonra, illa ki hangi üniteye kadar sorumluysak, oraya kadar kalan sayfaları, resimlerini çıkararak sayardım. Bu şekilde moralim düzelirdi. Belki 6o sayfa var ama resimleri atınca kalıyor sana 40 sayfa, oh mis, Allah bereket versin!

Başınıza gelmiştir ya da duymuşsunuzdur kesin… Öğrenci tayfası, “Teşekkür Belgesi” alabilecekken, takdir almak için ve “Takdir” alması garanti olduğunda da, okul birinciliği yarışına girdiği için, ders yılı sonlarına doğru hocalarından ekstra puan toplama derdine düşer hani? Gider Matematikçi’den, Fizikçi’den filan not dilenir…  Ben de tüm güzel notların arasında, karnemin güzelliğini bozan, o Beden dersi yüzünden gelen 8’e gıcık olurdum, ama onurumdan gidip o notu da isteyemezdim. Çünkü gerçekten katı mizaçlı, uyuz biriydi. 19 Mayıslarda, okulu temsil eden her türlü spor faaliyetinde en başta yer alırdım . Ama bu çabalarıma rağmen, bu ona yetmezdi. Ne kadar ince yapılı ve çıtkırıldım olduğumu bildiği, gördüğü halde, illa kollarımın üzerinde tek seferde hoop diye amuda kalkmamı beklerdi benden. Bir anda boy atmaktan ayakta zor duruyordum, amut da neydi Allah Aşkına? 🙂
amut 2

O adam hiç bilmezdi ki, mazallah kırıldığında, o alçıları taktırmak başka bir dert, uzun süre iyileşmesini beklemek başka ve günü gelince gidip açtırmak da başka bir dertti. Zaten 1ay, belki 1,5 ay boyunca sımsıkı bir alçı içinde havasız ve daha da incecik kalmış, kararmış, sararmış, iyice tipi kaymış o kolu açmak için, hastanenin en acımasız tipli adamı elinde bir “hızar” aletiyle gelir ve üstünüz başınız uçuşan bembeyaz alçı parçalarıyla kaplanmış, etraf toz-duman içindeyken, siz, “Amanın! Kırık düzeldi ama, şimdi kolumu kesecek yanlışlıkla” diye yüreğiniz ağzınızda bir halde, sakin durmaya çalışırken, o da, bu göz gözü görmez ortamda, alçıyı bir uçtan diğerine, oflaya puflaya hızarla kesmeye çalışırdı. Aman Allah düşmanıma vermesin:)

Bir keresinde aynı “Bedenci”, hepimizi inci gibi yan yana spor salonda sıraya dizmişken, bir anda bana döndü ve hemen bir şarkı söylememi istedi. Aniden istenince, o an benim dimağ durdu tabi. Yahu repertuarında yüzlerce (hadi biraz da abartayım “binlerce”) şarkı olan o yaştaki çocuk- ki bahsettiğim yıllarda 11 yaşında filanım- o saniye için dondum kaldım, aklıma bir tane bile şarkı gelemedi söyleyecek… Daha düşünmeye başlamamın 30. saniyesi olmadan, “tamam cezalısın o zaman, 30 şinav çekiyorsun” demez mi?
sinav cekmek

Ben kim, şinav kim? Kollar cam gibi, dokunsan “çıt”! Bir sonraki dönem, huzurumu kaçıracağını bildiğimden,  onun bu “höt-zöt” ve kibirli tutumundan kurtulmak için, çok istemememe rağmen, mecburen rapor aldım. Hala kendisini bu derece hürmetle andığıma göre, bir çocuk; dersten, okuldan, spordan, hocadan nasıl soğutulur, çok iyi biliyordu, burası kesin.

agacHerkese; insanı, en sevdiği şeylerden soğutan böyle kibirli kişilerden, dolaylı-dolaysız sebep olacakları her türlü acıdan, kırıktan, alçıdan, dikişten, gaz, toz ve dumandan uzak, bütün bunların yerine bol güneşli günlerde, yemyeşil bir ağaç gölgesinin sunacağı gibi, sevdikleriniz arasında keyifli ve huzurlu bir hayat geçirmenizi dilerim. Anlarsınız ya! 🙂

Hep “Dua” ile karıştırılıyor. İşte aslında “TUĞRA”Nedir?

0

Doğuştan naçizane bir tasarımcı olarak görsel sanatların pek çok çeşidine olan düşkünlüğüm malumunuz… Sık sık bir çoğumuz tarafından, yanlış bilindiğine tanık olduğum bir konuda biraz bilgi vermek istedim bugün.

Arapça ve hat sanatıyla yazılı olan her şeyi Dua sanıyoruz genelde değil mi? Ama tabi bu her zaman doğru değil. Tuğra da bunlardan bir tanesi.

tugra3

Çok kısaca “Osmanlı Sultanlarının imzası” olarak özetleyebileceğim “Tuğra”nın aslında ne olduğunu sizin için araştırdım.

Osmanlı sultanlarının göz alıcı kaligrafik nişan veya arması, bir çeşit imzası olarak tanımlayabileceğimiz “Tuğra”, Sultanın ve babasının adını ve yanında çoğunlukla, “el-muzaffer daima” şeklindeki bir dua ibaresini içerir. Padişah’ın her zaman muzaffer olmasını, yani zafer kazanmasını temenni eden bir ibaredir bu…
Lavanta yastigi

Tuğra tek başına Osmanlı kültür, sanat ve egemenliğini temsil eder. Türklere özgüdür. Türklerin bin yıllık Orta Doğu egemenliğinin mührüdür.
En eski Osmanlı tuğrası, ikinci Osmanlı sultanı Orhan Gaz’iye aittir. Birinci sultan Osman Gazi’ye ait bir tuğraya günümüze dek rastlanamamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı padişahı olmasına rağmen, 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır.

osmanli padisahlari
Aslen tuğralar, bizzat Padişahın kendi tarafından değil, “nişancı” veya tuğrakeş denilen görevlilerce yazılmışlardır.

padisah tugra
Tuğralar, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan, yıkılmasına kadar çeşitli yerlerde kullanılmış, hat sanatının bir kolu olmuş ve resmi görevini tamamladıktan sonra tarihe mal olmuştur.

Tugra 5
Günümüzde hat sanatını icra eden “Hattatlar” tarafından, sanatsal amaçlı olarak yaşatılmaktadır.

Tugra

Bir güç ve egemenlik simgesi olduğu için belgelerin sonunda değil, başında yer alan Tuğra, önceleri, fermanlar gibi pek çok resmi evrak üzerine resmiyet kazandırmak için çekilirken, daha sonraları hükümdarlık (hanedan) sembolü olarak paralar, bayraklar, pullar, resmi abideler, resmi binalar, camiler ve saraylarda da kullanılmıştır.

Tugrali Lokumluk

Dokunduğu Herşeye Sevgisinden Katarak İş Çıkaran Maharetli İnsanlara Bayılıyorum

1

En sevdiğim arkadaşlarımızdan birinin annesinden bahsetmek istiyorum bugün…

Kendisi hem büyük ekipler yöneten çok başarılı bir “İş Kadını”, hem ilgili bir “Anne”,hem torununa deli divane olan çiçeği burnunda bir “Babaanne”, hem de, dünyanın en güzel yürekli gelinine sahip harikulade bir “Kayınvalide”… Tüm bunlara ilaveten gördüğüm en maharetli, en iş bitirici ve çalışkan insanlardan…

Özenmemek elde değil, di mi? Maşallah “10 parmağında 10 marifet” sözü, onun için söylenmiş sanki.

IMG 3882

Geçtiğimiz ay bizi evlerinde ağırladıklarında, kendisinden aldığım bilgiye göre, “Soğan Takımı” denilen tasarımıyla, el işçiliğiyle özel olarak üretilen, her bir parçası neredeyse küçük bir servet değerindeki  Lacivert – Kırık Beyaz tonlarındaki Çek yapımı çini takımla hazırlanan yemek masası; özenli sunumuyla ve hepsi birbirinden lezzetli görünen yemekleriyle, daha yerlerimize oturmadan herkesin gözünü gönlünü bir miktar doyurmaya yetti bile…

IMG 3879
Bir de üzerine, bu her biri tek tek ve belli ki çok severek, içten gelerek yapılan yemeklerden tatmaya başlayınca, “ondan bir kaşık, bundan bir kaşık” derken, bir baktık ki hepimiz doyumsuz bir ziyafetin ortasındayız:)

O akşam masada neler olduğunu, sizlere kısaca anlatacağım ama esas bahsetmek istediğim konu, özenle, severek, isteyerek, insanın içinden gelerek yaptığı her şeyde, işin içine bir de elinin maharetini de katılınca ortaya bir kaç saat gibi kısa sürede neler çıkarabildiğini göstermek…

“Allah herkese böyle bir Anne ve Kayınvalide nasip etsin” dediğinizi duyar gibiyim. Amiiiiin! 🙂

IMG 3863
 Salata

IMG 3864
Zeytinyağlı Börülce

IMG 3865
Kabak, Kırmızı ve Yeşil Biber Kızartması

IMG 3876
 Kızartmaların üzeri için Özel Sos

IMG 3862
  Füme Rozbif

IMG 3869
 Cacık

IMG 3870
 Cevizli Tulum Peyniri

IMG 3873
 Yoğurtlu Semizotu

IMG 3874
 Patlıcan Salatası

IMG 3875
 Zeytinyağlı Biber Dolması

 IMG 3877
Zeytinyağlı Yaprak Sarma

IMG 3885
 Zeytinyağlı Patlıcan Dolması

IMG 3878
  Yöresel Peynir Tabağı

IMG 3883
 Etli Bademli Pilav

IMG 3884

IMG 3886
Bisküvili Fındıklı Kakaolu Toplar

Bunların haricinde de, yan masada bizi bekleyen Pasta ve Tatlılar vardı ama, o anda artık aşırı yemekten ne hale gelmişsem, fotoğraflarını çekmeyi tamamen unutmuşum:) Cheesecakeler, Kakaolu Pastalar, hayal edin artık ne gelirse aklınıza:)))

Cevizli Tarçınlı Apple Pie Tarifi

7

Elmalı Turta’ya bayılırım! “Apple Pie” da denilen bu hafif, sağlıklı ve lezzetli tatlıyı, henüz hiç tatmadıysanız, ısrarla bir şans vermenizi tavsiye ederim. Eğer içindekilerle aranız iyiyse tabi… Bol bol Elma, Ceviz ve Tarçın bu enfes tatlıda baş roldeler:) Bir top da üzerine Sade Dondurma ile süslediniz mi artık tadından yenmez:)

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

ADIM ADIM Resimli
 ELMALI TURTA TARİFİ

MALZEMELER (6 Kişilik)

4 Adet Milföy
3-4 Adet Elma (Yeşil ya da Kırmızı)
1 Tatlı Kaşığı Tarçın
1 Yemek Kaşığı Şeker
1 Su Bardağı Ceviz
1 Yemek Kaşığı Sıvı Yağ
Üzeri için Pudra Şekeri
Üzeri için 1 Top Sade Dondurma

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Ben Milföy Hamurlarını Derin Dondurucuda sakladığımdan, acilen lazım olduğu zamanlarda bir an önce çözdürebilmek için mikrodalga kullanmak durumunda kalıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Ama siz zaten  çözülmüş haldeki milföylerden kullanıyorsanız, tabi ki bu aşamaları atlayabilirsiniz.

 apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Mikrodalganın en kısa buz çözdürücü programıyla hemen hazır hale gelen Milföy hamurlarımı, biraz un serptiğim temiz bir tezgaha alıp, üstüne de biraz un serperek, oklava (ya da merdane) yardımıyla hafiften açarak, mümkün olduğu kadar kare şeklini muhafaza eden ince bir hamur elde etmeye çalışıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Teflon zeminli Turta kalıbımı Sıvı yağ ve bir peçete yardımıyla iyice yağlayıp, ince açtığım hamuru, delmemeye özen göstererek, bu tepsiye tam ortalanacak şekilde yerleştirip, fazla kısımlarını, daha sonra üzerine kapatacağım için şimdilik, yanlarından taşırıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Ve unutmadan, bir çatal yardımıyla hamurumda bol bol minik delikler açıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Şimdi sıra geldi iç malzemelerini hazırlamaya. Ben bol malzemeli tatlıları seviyorum. Bu tarifte 3 Elma ile yaptığım zaman resimler çekmiştim. Dün yeniden yaparken 4 elma ile aynı tarifi uyguladım. Gözüm gönlüm ancak daha bol malzeme ile doyuyor, ne yapayım? Siz nasıl arzu ederseniz öyle yapabilirsiniz 🙂

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Kırmızı ya da Yeşil Elma olması da tamamen kendi tercihinize kalmak üzere, yıkayıp, kabuklarını soyduğumuz Elmaları, Bir Rende yardımıyla rendeliyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Şimdi de mümkünse yine Teflon bir tavaya bu rendelenmiş elmaları alıp, orta ateşte karıştıra karıştıra bir müddet pişireceğim.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Bir bardak kadar Ceviz içini de bu esnada ister bir bıçak yardımıyla, ister bir mutfak robotuyla ama çok fazla un haline getirmeden, orta büyüklükte parçalar haline gelecek şekilde kıyıyorum. (İkram ederken üzerine serpmek isterseniz, bir miktarını ayırabilmek içini biraz daha fazla hazırlayabilirsiniz)

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Cevizleri de Tavadaki Elmalara ilave edip, karıştırmaya devam ediyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Şimdi sırada 1 Tatlı Kaşığı kadar Tarçın ve 1,5 Yemek Kaşığı Kadar Toz Şeker İlavesi var…

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Hepsini aşağıdaki resimdeki gibi biraz karamelize kıvama gelene kadar orta ateşte karıştıra karıştıra pişirip, altını kapatıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Hamurun içine malzemeyi yerleştirmeden önce, biraz ılınması için, sıcak olan tavadan başka bir tabağa aktarıp, cam kenarında bir müddet soğumaya alıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Biraz ılıklaştığı zaman, artık iç malzemeyi hamurun üzerine yayma zamanı geliyor.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

 apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Kaşığın arkasıyla iyice yayarak ve düzelterek, bu işlemi de bitirdikten sonra, bohça gibi yanlardan taşan, fazla hamurları da üzerine kapatıyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Üzerine çok az (1 kaşık kadar) Sıvı yağ gezdirip, yine bir peçete (ya da varsa fırça) yardımıyla üzerine sürüyorum.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Önceden ısıttığımız 200 C derecelik fırında yaklaşık yarım saat kadar pişirmeye alıyorum.

Fırınların gücü farklılık gösterdiği için, arada sırada gözlemlemekte fayda var. İstediğimiz kıvam, aynen resimdeki gibi üzerinin güzeeeelce kızarmış olması.

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Altı da aynen şöyle görünüyor. Ennnnfes!

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Bu hafif ve lezzetli tatlı, bence en çok, henüz hala hafif sıcakken ve üzerine biraz Pudra şekeri ve biraz Ceviz serpilerek,1 Top da Sade Dondurma eşliğinde yenildiğinde gerçekten harika oluyor.

Şimdiden Afiyet Olsun 🙂

apple-pie-resimli-elmali-turta-tarifi

Egonun Tavan Yaptığı Yerler… Spor Salonu Dedikoduları

3

Hayatınızın belli bir bölümünde illa ki aklınızın bir köşesinden geçmiş ve belki üye olmuşsunuzdur bir spor salonuna siz de…. Bazen sadece kısa sürede kilolardan kurtulmak, bazen form tutmak, bazen de ciddi ciddi kaslı bir vücut yapmaktır amaç… Tabi herkesin niyeti bu kadar masumane olmayabiliyormuş, başka amaçlar için kullananları da zaman içinde gözlemleyip, bayağı bir afallıyor insan:)

“Salonu şöyle bir göreyim, fiyatları ve şartları hakkında ön bilgi alayım” diye kapıdan bir uğrasanız bile, Satış Temsilcileri allem edip, kallem edip, “sadece bugüne özel, çok çok avantajlı bir kampanya ile müdürümden çok zor aldığım bir izinle, sadece size özel olarak şu kadar daha ekstra indirimle” filan diye öyle bir kandırıyor ki sizi zaten, elinizi verdiğiniz anda, bir bakıyorsunuz kolunuzu kaptırmışsınız.

Bir de size verilen bu çok çok özel teklifi “aman kimseciklere söylemeyin, gerçekten başkalarına yapamayız ve çok zor durumda kalırız” derler ya. Tamamen palavra:) İnsan tabi naif davranıp, bunu ciddiye alıp, kendini çok akıllı zannediyor baştan… “Yok ama iyi fiyat aldım yahu” diye gerine gerine gezinirken, aynı yere üye başka arkadaşlarla yapılan sohbetlerde bi’ duyarsınız ki herkes aynı fiyatla ve aynı taktikle ikna edilerek, bir nevi “aptik” yerine konmuş:)

spor salonu
Spor salonuna siz nasıl gitmeyi tercih ediyorsunuz bilemiyorum ama benim kişisel tercihim mümkünse saçlarımın tel tel yağlanmaya yüz tuttuğu ya da en azından şeklinin bozulup, “biliyorum henüz erken ama, beni yıkasan iyi olur, çünkü artık ahenkle dans edemiyorum” dediği anda gitmeyi yeğliyorum.

Başlarda böyle değildim bak… O zaman genç ve azimliydim:) Belimde problem yoktu mesela. Bu da durumları çok etkileyen en önemli faktör valla, sakın öyle hafife almayın.

Bir spor çantası yapardım sanırdınız ki 1 haftalık tatile güneye iniyorum. Eşofmanı, t-shirtü, yedekli havlu çorapları, sadece salonda giymek için altları temiz özel spor ayakkabısı, duş alırken yerlere basmamak için terliği, yedek çamaşırı, şusu busu yanında, bir de saçlarımı da orada yıkayacağım için, kendi şampuanım, duş jelim, banyo eldivenim, tarağıydı, fön fırçasıydı derken ohooo gülle gibi bir çanta…
spor canta
Hele de spor salonuna ilaveten havuza da gireceksem, o zaman mayo, havlu, deniz gözlüğü, bone, güneş yağı derken inanmayacaksınız ama bir ara Samsonite’in çekçekli bavullarından kullanıyordum havuz başında… Uçuştan şimdi gelmiş de acilen havuza girmesi gereken bir hostes misali:))

hostes bavulEvet, tamam! Her gittiği yerde, evindeki konforu arayan, biraz detaycı birisi olabilirim, kabul ediyorum ama, siz esas diğerlerini bir dinleyin… Geldik işin dedikodu kısmınaaaaa:) Hazır mıyızzz?

Dedim ya ben, en pejmürde halimle, özellikle saçımın başımın yağlandığı, tipimin kaymaya başladığı anlarda spora gitmeyi ve gittiğimde de ciddi ciddi koşu bandıysa; koşu bandı, aletli çalışmaysa; olması gereken ağırlıkları takıp çalışma gibi, ne gerekiyorsa yapmak için kendimi paralarken, neler görüyorum neler:)

Mesela bir kızımız geliyor soyunma odasına. Suratına baksan, gerçekten hanım hanımcık, kurumsal bir firmada orta düzey yönetici filan olabilecek görünümde bir insan zannedersin… Hatta “aa bak o da biraz bakımsız gelmiş. E doğal.. Ne de olsa spor yapacak, ter atacak, üstüne bir duş vesaire, giyinip, işinin yoluna koyulacak diye düşünürsünüz” değil mi? Yok yooookkk! “Çok bilen, çok yanılırmış” ya hani, ben bunu burada öğrendim.

Bayanlara spor salonu
Daha sporunu yapmadan, bakıyorum ki kızımız duşa gidiyor. Sonra çıkıp, uzun bir müddet maşallah hiç kimseyi umursamazcasına “sivil” vaziyette ortada geziniyor. Zaten soyunma odalarının bu haline kusmamak elde değil. Yahu ben mecbur muyum milleti cıscıbıldak görmeye? Yemin ederim ben utanıp, ne tarafa bakacağımı şaşırıyorum ama millet sere serpe, ohhh yaymış rahat rahat. Dizlerine kadar sarkan şeyleriyle (öhem göbekten bahsediyorum:), fırın sütlaç kıvamına gelmiş cildiyle hala bi’ hava – bi’ hava, “değil sadece küçük dağları, büyükleri bile ben yarattım” modunda gezinen insanoğlunun egosunu ve manevi değerlerini anlamak gerçekten zor. Vücudunun nasıl göründüğünü de geçtim, insanda biraz utanma sıkılma duygusu olur, ama nerdeeee?

Sonra başlıyor saçlarını kurutmaya. O esnada da kendinden başka kimse önemli değil ya, tüm saç bakım ürünlerini, fırçalarını, saç maşalarını yaymış oluyor tabi tezgaha.. Koca çantasıyla 3 kişilik yer kaplaması en büyük hakkı o anda çünkü şehzadenin…

Fönünü çekiyor ama ne fön! Artık yanıp, buharlaşan saçlardan ortalık toz, duman içinde… Durun bitmedi. Az sonra gidip el kadar bir şort ve üstüne belini açıkta bırakan spor büstiyer giyinip geliyor. Ayna karşısında bir öyle dönüyor, bir böyle dönüyor. Bakıyor da bakıyor, doyamıyor kendi güzelliğine.

Derken başlıyor makyaj faslı… Aman Allahım o kadar makyaj malzemesi ancak profesyonel makyözlerde filan vardır herhalde, set set yayılıyor ortalığa, sürüyo da sürüyor kat kat macun gibi…Yetmiyor, gidip lens kutusunu getiriyor ve renkli lenslerini de takıyor gözlerine. Kirpikler tek tek maskaralanıyor.  O andan itibaren aynalara attığı şuh bakışları, dudakları büzüşünü, tek kaşını kaldırışını filan görseniz acırsınız zavallıcığa…

CatAndMirror
Son kontroller için bir daha ayna karşısındayken, bir bakmışsınız elini büstiyerinden içeri atmış, yer çekimine yenik düşen kısımları mümkün olduğunca yukarı çekmeye çalışıyor gider ayak… Soyunma odasının kapısından egosu tavan yapmış bir şekilde kıvırta kıvırta çıkıyor ve ver elini Spor Salonu…

spor salonu2
Sanırım o anda herkesin ellerinden ağırlıkları düşüreceğini ya da koşu bandında filanlarsa, nefesleri tutulacağı için “Acil Stop” düğmelerine basacaklarını ve bu eşsiz zamanın durmasını isteyecek hale geleceklerini filan zannediyor. Bu kadar ön hazırlığı insan kendi düğününde yapmaz yahu. Şimdi bu halde spor mu yapılır, kan ter içinde mi kanılır? Mazallah! 🙂

Onun yerine gidiyor tüm salonu rahatça kesebileceği noktadaki, en panoromik açılı ayna karşısına denk gelen bir koşu bandına… “Koşu bandı” dediysem, ismi sadece öyle bu meretin. İsterseniz kaplumbağa gibi ağııır ağır yürümek de elbette mümkün… Neredeyse 1 hızına ayarlıyor aleti ve kıvırta kıvırta yürüyormuş gibi yaparken, bir yandan da lensli gözleriyle salonun içini deliler gibi tarıyor kimle göz göze gelsem kardır artık mantığıyla…

spor yapan adamBir müddet sonra beklediği ilgiyi görmeyince sinirleniyor ve daha 5 dakika olmadan bakıyorsunuz ki soyunma odasına geri gelmiş. Zannediyorsunuz ki aradığını bulamadı ya, herhalde küstü gidecek. Yok canım, o kadar hazırlık yapmış öyle kolay pes eder mi? En iyisi bir imaj değişikliği…  Mesela saçları toplamak! Evet evet, bu çok şeyi değiştirebilir. Dakikalarca uğraşıyor, oradan bakıyor buradan bakıyor, tokayı takıyor. Oldu-olmadı derken bir de gazino assoslistleri gibi kostüm değiştirmesi gerekiyor tabi o da şart… Bakıyorum bu kez daha çarpıcı renklerle, daha farklı model bir şeyler giyiliyor. Yine aynada kontroller kontroller… Hadi bir daha salona şansını bir de böyle denemeye:))

Yahu yapmayın etmeyin, gidin sporunuzu yapın efendi efendi. İki ter atın duşunuzu alın bitti-gitti, nedir yani? Spor salonları gerçekten ego ile dolup taşıyor. Kadınlarda böyleleri var da, peki erkeklerde yok mu?

arnold
İki gün protein tozu aldı ve 5 kg’luk dambılla 8 tekrar yapıyor diye dikkatleri çekmek için “ah uh” sesler çıkarıp, ara verdiğinde de kendini “Arnold Swarzenneger oldu” zannederek aynada vücudunundaki olmayan kaslarını saatlerce gözlerini kısarak izleyenleri görüyorum da… Valla insanı spordan soğutan hareketler bunlar yemin ederim:)

Asansörde Selam Vermeyenlere Doğan Cüceloğlu Yöntemiyle Möööleyeceğim:)

3

Doğan Cüceloğlu ismini illa ki önceden duymuş olanlarınız vardır. Hani şu, toplumu geliştirmek adına kitaplar yazan, TV Programları yapan, bol bol paneller hazırlayan, güler yüzlü, hoş sohbet İletişim Profesörü…

dogan cuceloglu

En yakın arkadaşlarımdan biri sayesinde geçen Cumartesi günü, Doğan Bey’in “Ailede İletişim ve Başarı” konulu konuşmasına izleyici olarak katıldık. Bahsettiğim arkadaşımın, 15 yaşında dünya güzeli bir kızı var. Aynı zamanda da 3-4 yaşlarında, yani tam da en hareketli dönemlerinde olan çok tatlı bir oğlu…

Evinden çok uzakta yer alan bir şirkette sabahtan akşama kadar çalışan biri olarak, ilk çocuğunu büyütürken, o zamanlar henüz çok genç ve toy olmasına rağmen, elinden geldiğince her şeyine yetişmeye çabalar ve eksiklerini, kişisel gelişim kitaplarıyla tamamlamaya uğraşarak takdirimi kazanırdı.

Şimdi ise biri Bluğ çağında, neredeyse boyunu geçmiş, diğeri daha yeni yeni konuşmaya başlayan iki çocuğuyla, ama hala aynı şirkette tam zamanlı çalışan, bilinçli bir anne olarak, bu aralar ne zaman fırsat bulup, telefonda görüşsek, bana Psikolog Doğan Cüceloğlu’ndan sitayişle ve çok büyük bir hayranlıkla bahseder oldu. Öyle ki fırsat versem saatlerce bu Hoca’nın kitaplarında, TV programlarında ve seminerlerinde verdiği tavsiyeleri ve onları hayata geçirmek için evde neler yaptığını ve ne sonuçlar aldığını, ballandıra ballandıra anlatacak… ki çoğu görüşmemizde bunları bol bol dinlediğim zamanlar da oluyor:))

dogan cuceloglu2
Nihayetinde ısrarlarına daha fazla dayanamayarak, uzun zaman sonra yüz yüze görüşmemize de bir bahane olacak düşüncesiyle, geçtiğimiz Cumartesi günü Doğan Bey’in bir paneline hep birlikte katıldık.

dogan c
Genel olarak aile fertlerinin birbirleriyle ve çocuklarıyla nasıl iletişim halinde olmasını çok komik ve ilginç örneklerle anlatarak, tamamı dolu olan tiyatro salonundaki herkesi kendine bir kez daha hayran bırakan bu adam, konuşmasının başlarında “çocuklarınızla konuşurken, gerekirse dizlerinizin üzerinde çömelerek, onların göz seviyelerine inmenin” öneminden, çocuklar tabak taşımak vs. bir konuda size yardım etmek istediğinde “hayır sen yapamazsın!” şeklinde heveslerini ve öz güvenlerini kırmak yerine, onlara bu şansın verilmesinden bahsetti.
usengecsef

Eğer olur da bu esnada gerçekten bir tabak kırılırsa da, “Yavrum ben sana değil, gözü kapalı sözünü dinlediğim için Doğan Hoca’ya kızıyorum” diye kendisine beddua edilmemesini ve masrafların kendisinden talep edilmeye kalkılmamasını da sözlerine ekledi:) Böyle bir durumla karşılaşınca çocuğa bağırılıp çağırılmamasını, ama bununla birlikte “canın sağolsun, senden değerli mi yavrum” da denilmemesini, “sence tabak neden kırılmış olabilir?” şeklinde sakince çocuğa yaklaşılmasını, ve belki o anda sebep; örneğin, çocuğun ellerinin ıslak olmasıysa, bu durumu, çocuğun tespit etmesine fırsat verilmesini ve bundan bir ders çıkarmasını sağlamanın önemini, canlandırmalarla anlattı. İstediğiniz kadar kolejlere, özel hocalı derslere gönderin, gelişimi için ne kadar masraf yaparsanız yapın, eğer çocuğa öz güven aşılamazsanız, tüm bunların beyhude kalacağından, karakterinin gelişmesinde %85 rol oynayan ve küçük yaşlardan itibaren yapılandırılması gereken “öz güven” kavramın öneminden özellikle dem vurdu.
 
Kendi hayatından, çocuklarından, gençliğinden örneklerle renklendirdiği konuşmasının, en komik bölümlerinden birinde ise, bence toplumumuzda bir türlü kapanmak bilmeyen yaralardan biri olan “selamlaşmak” konusundan bahsetti ki; buralarda gülmekten yerlere yatırdı herkesi.

dogan cuceloglu kitapŞöyle ki; kendisi yurt dışında çok uzun yıllar yaşayıp, tanıdık tanımadık, iletişimde olduğu herkese, hafiften gülümseyip, selam verme alışkanlığı kazandıktan sonra, Türkiye’ye döndüğünde, Caddebostan sahilde yürüyüş yaparken, yanından geçen bir kadına “iyi günler” demiş ve kadın “Allah belanı versin, pis herif!” diye bağırıp kaçmış:)

Gerçekten de benim de en nefret ettiğim şeylerden birisi, insan yerine koyup selam verdiğim kişilerin, domuz gibi bakıp cevap vermemesi ya da nereden tanışıyoruz gibilerinden bi’ havalara girmesi!

Maalesef neredeyse her gün bir yerlerde böyleleri çıkıyor karşıma… Asansöre biniyorum, içinde bir Teyze’yi andıran biri  var, ilk bakışta sanırsın ki o da bir insan… Ama nerdeeee?

Büyük ihtimalle apartmandaki komşulardan biri. Asansör kapısını açar açmaz karşılaşınca, gayri ihtiyari “Günaydın” diyorum hafiften gülümseyerek. Cevap yok! O anda kendime kızıyorum “yahu oluşumunu tamamlayamamış yaratıkları neden insan yerine koyuyorsun, neden hala biraz akıllanamadın sen?” diye…

Cevap vermediği gibi, “şey” kadar yerde sanki görmüyormuşum gibi, gideceğimiz kata kadar, “ne giymişim, ne takmışım” hepsini, yandan yandan bakışlarıyla alttan üstten süzmesini çok iyi biliyor ama…

Tanrının bir selamını esirgeyen insanlara dayanamıyorum. Siz de yapar mısınız arada bilemedim ama çantasından iki saat anahtarını aramakla uğraşmasın da, iyilik olsun diye arkamdan geldiğini gördüğüm bir komşu için bekliyor ve apartman kapısını tutuyorum bazen. Kadın ya da adam girip, geçiyor, ne bir teşekkür ne başka bir söz.

Şimdi yeni bir taktik geliştirdim, öküz gibi geçenlerin arkasından “Bi’şey değil efendim, ne zahmeti!” diye sesleniyorum. Bunu duyunca bir anlık şok geçirip, mecburen ya belli belirsiz bir teşekkür ediyor ya da aynen tırıs tırıs uzaklaşıyor ama en azından ben, kendi kendime durumdan eğlence çıkarmış oluyorum. Arkasından ettiğim küfürleri ise tabi ki de burada yazmayacağım.

Sinirli bebek
Doğan Hoca’nın o gün anlattığı en komik hikayeden de bahsetmeden geçmeyeyim: Şirketlere özel seminerler de verdiği için, gözlemleye gözlemleye, organizasyon şemasında kişinin rütbesi arttıkça, sanki gizli bir kural gibi, suratlarının daha da asıklaştığını fark etmiş. Gerçekten de biraz düşününce katılmamak elde değil. istediği kadar bilmem kaç üniversite mezunu olsun, orda burda master yapsın, CEO’ya doğru yaklaştıkça, kişide kasım kasım kasılmalar ve etrafındakilere selam vermeyi geçtim, verilen selamı bile almadan, en sert ifadeyle gezinmeler iyice tavan yapar…

Doğan Bey’in anlattığına göre, yine böyle bir şirket seminerine katılmak için, asansörde yukarı çıkarken, asık mı asık suratlı kalantor bir adam da, aynı asansöre tüm sevimsizliğiyle binmiş. Hoca önce selam vermeyi düşünmüş, sonra da “yahu neden hep ben önce selam veriyorum, bakalım o ne yapacak” diye beklemeye koyulmuş. “Asansör yukarı çıkarken, ikimiz de selam filan vermemek için, bir baktım ki küçücük yerde birbirimize arkamızı dönmüştük” diyor. Sonra da ekliyor…

“Ben Silifkeliyim ve biz çocukluğumuzda ineklerin arasında, çiftlik ortamında büyüdük. Bir tarlanın ineği otlarken, diğer tarlanın ineğini görünce “Mööööööööö” diye selam verirdi. Öbür tarlanın ineği de buna kayıtsız kalmaz, o da hemen arkasından “Mmmmmööööööğğğ” diye cevap verirdi” diye… Ve asansörde sessiz sessiz yukarı çıkarken, aklından bu durum geçmiş, bir durup düşünmüş ki, acaba bu büyük abiye bir Möööööölesem mi diye. Adam “ne yapıyorsun kardeşim?” diye tepki verse, cevap hazır… İnsan gibi selamlaşmadınız, inek gibi selam vereyim dedim 🙂

inek 2
Kimsenin kimseye kapı tutmayıp, birbirleri için asansörü 1 saniyecik bekletmeyip, zorlandıklarını görmelerine rağmen poşetlerini taşımasına yardım teklif etmeyip, karşılaştıklarında selam vermeden geçtikleri bir dünyada yaşamak istemiyorum. Ben ailemden böyle görmedim. Keşke herkes böylesine kompleksli davranmaktan artık vazgeçse de biraz daha uygar bir toplum haline gelsek….

Anneler Günü İçin Henüz Bir Hediye Organize Edemeyenlere Süper Çözüm

3

Anneler Günü için hazırlanan bu görsele görür görmez vuruldum. Bayılırım bebek ayacıklarına. Hele de annesinin avuçlarında ne tatlı, ne yumulası şeylerdir onlar. Olsa da yesek puaça niyetine:) Bezelye kadar her bir parmağı baksanıza :)))

Anneler gunu4
Neyse efendim gelelim esas konumuza. Eğer siz de benim gibi, Nisan’ın nası geçtiğini bile anlamayıp, hooop diye bir de Mayıs ayına girdiğimiz şu tarihte, bu pazar günü Anneler Günü olduğunu yeni yeni fark eden ve bu sebeple de biraz hazırlıksız yakalananlardansanız, rahatlayın, paniğe gerek yok. Çünkü bu konuda imdadımıza yetişen süper bir tasarım  markası var.

Wish For Nish’in online mağazasına girdiğinizde sizin de görüp, aynen benim gibi gözlerinize inanamayacağınız üzere, her biri tek tek el işçiliğiyle ve sınırlı sayıda hazırlanan tüm özel tasarım bileklikler ve muhteşem görünümüyle çok şık ve kalıcı hediyeliklerden olan Lavanta Yastıkları sadece 35 TL… Herhangi bir Kargo ücreti de ödemeden…

B0059 sd2
Altın Kaplama Bileklik
LP0006 s
Dekoratif Kadife Lavanta Yastık (15 cm çapında)

Üstelik “Ücretsiz” Süper Hızlı Gönderiyle, yani; bugün sipariş verdim diyelim, aynı gün hemen kargoya veriyorlar. Bulunduğunuz şehre göre en kısa zamanda elinizde. Kredi kartı, havale yanında Kapıda Ödeme imkanı da var sitede…

Benim anneciğime hediyem, Siyah-Altın Rengi çok şık bir kutunun içinde geldi özel kesesiyle… Bayıldımmm. “Acaba vermesem mi” diye hiç düşünmedim çünkü ne de olsa her beğendiğim şeyde olduğu gibi istediğim zaman ortak olacağım bu bilekliğe de:) Çok ayıp biliyorum ama hadi kabul edin siz de aynı şeyi arada yapıyorsunuzdur canıııım 🙂

Hemen bir göz atın bakalım, hepsi tükenmeden ve deli gibi mağaza mağaza dolanma derdine düşmeden, siz de ilk aşkınız “anneciğinize” neler neler seçeceksiniz buradan:)

360 East Restaurant… Kendini Vedat Milor Sanan Ukala Garson

4

Geçenlerde Sevgili Kayınvalidemin doğum günü kutlaması için, kendisine sürpriz yaparak, manzarasından çok hoşlanacağı düşüncesiyle Kadıköy Moda Sahilindeki DoubleTree by Hilton Otel’inin en üstünde yer alan 360 East Restaurant’a rezervasyon yaptırdık.

Manzaranın tadını çıkarabilmek umuduyla, hemen gün batımı öncesinde adım attığımız DoubleTree by Hilton Oteli’nin girişi ve asansörünü kaplayan, burun kemiğini sızlatan cinsten yoğun tuvalet kokusu,”Mekandan kimse hissetmiyor mu bu durumu?” diye asansördeki yerli-yabancı herkesi şaşırttı.

360 east7
Restraurant’a girdiğimizde rezervasyon yaptırdığımız şekilde cam kenarındaki yerimize oturduk ve doğal olarak manzaraya odaklandık.

360 east8
Eski İstanbul, Haydarpaşa ve Kadıköy manzarası gerçekten çok güzel…. Ama Beyoğlu’ndaki 360 gibi, üç yüz altmış derece bir manzara burada yok, onu baştan belirteyim:) Beklentiyi azaltmak için 180 derece diyelim, hadi sizin güzel hatırınız için, olsun olsun 200 :))

360 east10

360 east6
Garson, yemekten önce bir şeyler içmek isteyip istemediğimizi sordu. Nar Sulu bir Mojito ve buzlu bir Baileys istedik baştan…

360 east11
Menüyü inceleyip, aperatif olarak neler istediğimizi söyledik. Önceden paylaşmak için ortaya Sushi de istedik. Ayrıca herkes, ana yemeklerini de seçti bu arada. Menüde “Sosyete Kebap Şiş” olarak geçen ve açıklamasında Bonfile, Antep Fıstıklı Köfte ve Piyaz yazan bir yemeği istediğimizi belirttiğimiz anda, masamıza bakan Garsonla aramızda şöyle bir konuşma geçti:

Garson: – Ondan değil de size lezzetli başka bir yemek tavsiye etsem?

Ben:- Biz seçimimizden memnunduk. Neden değiştirmek istiyorsunuz ki?

Garson: – Yok yani o başarılı bir yemek değil de…

Ben:- Nasıl yani? Başarısız yemeği neden menüye koyuyorsunuz o zaman?

Garson: – Ya bizim mutfaktaki şefler filan hep Endonezyalı, Filipinli filan… Sonuçta ne anlarlar kebaptan?

Ben: – Eeee? “O zaman menüde neden var?” sorusuna hala cevap alamadık?

Garson:- Bu daha çok mekana gelen turistlere yönelik bir yemek… Onlar ne de olsa iyi kebabın nasıl olduğunu zaten bilmedikleri için, aradaki farkı anlamazlar ama, sizi memnun etmez. Size en iyisi Dana Kaburga getireyim. Çok çok memnun kalacaksınız. Fırında, düşük ısıda 4 saat pişirilerek yapılıyor

Ben: -Yok biz kaburga tercih etmiyoruz. Hem onun kemiğiydi, yağıydı, hiç uğraşmak istemem. Siparişimizi değiştirmeyin sonra pişman olmayalım lütfen.

Garson:- Hiç yağ ve kemik olmayacak ve çok beğeneceğiniz konusunda çok iddialıyım. Bana bırakın. Eğer hala beğenmezseniz, istediğiniz kebabı yaptırırız.

Yahu neden bu derece ısrarcı olur bir insan… Ne istediğimizi söylemişiz, illa alakasız bir şey öneriyor.

360 east3Neyse ilk olarak aperatif tercihlerimiz olan Kabak Çiçeği Dolması  (Porsiyon Fiyatı: 17 TL) ve Enginar geldi masaya. (Porsiyon Fiyatı: 19 TL)

Kayınvalidem Kabak Çiçeği dolmasının tadını çok merak etmesine rağmen, o bile beğenmedi. Enginar da sert ve zor kesiliyordu. Belli ki henüz pişmesini tamamlayamamıştı…

Sonra Sushi’ler geldi. Büyük bir hevesle içinde farklı farklı Sushi çeşitlerinin olduğu tabağı denemeye geçtik ki, ben daha ilk sushi’de, aradığım lezzete hiç uymadığına kanaat getirip, daha fazla devam etme gereği duymadım.

360 east5

Bu esnada hava da iyice kararmıştı. Mekanın zaten loş olan ışıklarında yemeğimize devam ederken, bir anda her yer tamamen karardı ve restaurantın iç kısımda, 1 metrekarelik bir platformu aydınlatacak şekilde mavi tonlarda bir ışık yandı.  2 kişi üzerinde siyah ve sivri şapkalı pelerinleriyle gelip bu platforma yan yana çıktı. Yüzlerinde beyaz birer maske…

Sonra bu pelerinlerin içinden Tom Cruise’un “Eyes Wide Shut” filmindeki tipler gibi iki kadın, hem yüzünde, hem kafasının arkasında yer alan maskeleriyle, birbirleriyle senkronize olması gerekirken, hiç de olamayan ve nezaketen “modern dans” olduğunu söyleyebileceğim bazı hareketler silsilesine girdi… Fonda ise aranızda daha önce herhangi bir sebeple MR cihazına girenlerinizin çok yakından tanıyacağı, hatta belki ara sıra hala kulaklarında çınlayan tarzda sesler çıkaran bir “inşaat müziği” (!) eşliğinde…

Etraf bu derece kapkaranlıkken önümüzdeki yemeği de göremediğiniz için, maalesef başka yapacak bir şey olmadığından, mecburen bu yaklaşık 5 dakika süren ama insana yıllar gibi gelen şovu izledik.

O sırada eşim, garsona az önceki nar sulu Mojito’yu çok beğendiğini ve aynısından ama biraz daha ekşi olanından bir tane daha istediğini söyledi. Garson hemen yine itiraz etti. “Ondan değil de ben size, çok seveceğiniz başka bir çeşidini yaptırayım!” “Hayır ben özellikle Narlı olanını istiyorum” dese de garson ısrarla, “yok ama bunu deneseniz çok beğenirsiniz” diyor ve “Passion Fruitli”, yok efendim “Zencefilli” diye hayatta yanından geçmeyeceğimiz, sokakta görsek, yolumuzu değiştireceğimiz şeyler öneriyor. Bu sefer baktık olmayacak, kat-i bir şekilde aynısından ama biraz daha az şekerli, daha ekşi kıvamda olanından istediğimizi belirttik. Az sonda geldi ki; tarif edilenin tam aksine, öncekinden de tatlı bir Mojito:)

Bu esnada Ana yemekler hazırlanıp, sunuma geçildi. Önce masaya Tereyağlı Pide ve Yoğurt’la sunulan “Avant-Garde İskender Bonfile” servis edildi ve beğenildi. (Porsiyon Fiyatı: 46 TL)

360 east2
Sonra “Doğu ve Batı Bonfile” isimli, biri Fransız, diğeri Asya usulü hazırlanmış Bonfile geldi. (Porsiyon Fiyatı: 49 TL) Fransız olan iyiymiş ama Asya usulü öbürü kadar başarılı bulunmadı.

En son olarak, garsonun bize ısrarla önerdiği ve lezzet garantisi konusunda fazla iddialı olduğu “Love me Tender” Dana Kaburga Bulgur Risotto isimli tabak da masadaki yerini aldı….

360 east1
Zahter Kekik ve Teriyaki sosuyla tatlandırılan bu yemeğin ilk önce “bulgur risotto” kısmından bir çatal aldım. Gerçekten tadı çok iyiydi. Derken masaya bir anda ağır bir Kuzu eti kokusu hakim oldu. O sırada Garson’u çağırıp, bulgurun üzerinde bulunan bu etin “Kuzu eti” olup olmadığını tekrar teyid etme gereği duydum. “Hayır kesinlikle kuzu değil, dana eti” dedi ama tadına baktığımızda evet belki lif lif ayrılmış ve iyi pişmişti ama bu et, bildiğiniz çok ağır şekilde kuzu eti gibi kokuyordu. Eşim de, ben de hayal kırıklığına uğradık. Bu sefer garson, “beğenmediyseniz, kebabı söyleyeyim, yapsınlar” dedi ama iş işten geçmiş, saat artık kaç olmuştu.

Anlayacağınız her şeyin mükemmel olması için yapılan bunca ön hazırlık, en güzel manzaralı, kalite iddialı(!) bir mekana büyük umutlarla yapılan rezervasyonlar, gecenin en güzel şekilde geçmesi için hediye organizasyonları derken, kendini “Vedat Milor” zanneden ukala bir garsonun, önce mekanını kötüler şekilde “ne bilsin bizim Asyalı şefler kebap yapmayı” ile başlayan ve zevkimizi, damak tadımızı bilmeden, ısrarla önerdiği yiyecek ve içecekler sebebiyle iyice memnuniyetsiz şekilde, pastaya filan geçmeden, mekandan bir an önce kalkmak istedik.

Hesabı istediğimizde garson, olanlardan ötürü hiç özür dileme gereği bile duymadan ve sanki görevini en iyi ve olması gerektiği şekliyle icra etmişcesine büyük bir rahatlıkla ve öncesinde bir ricada filan da bulunmadan, getirip masada önüme bir kalem ve mekan anketi koydu.  Bir başlasam neler yazacağımı hala tahmin edememesi ne acı… Parasını vermiş ve kalkıyorum, mecbur muyum o karanlıkta bir de üniversite sınavı gibi anket soruları cevaplamaya?

doubletree hilton
Kallavi bir hesapla ama hala “aç” bir şekilde kalktık ve bir daha gelmemecesine, aynı “çiş” (af edersiniz:) kokulu asansörle inip, mekandan ayrıldık…

Daha sonra başka arkadaşlarımızla konuşurken de öğrendim ki; geçen hafta bir kız arkadaşlarının bekarlığa veda partisinde, onlar da buradalarmış ve şansına masalarına yine aynı garson bakıyormuş.

Kızın dışarıdan özel yaptırıp getirdiği ve üzeri çok güzel hazırlanmış, tasarım pastası masaya geldiğinde, bütün davetli kızlar bu anı ölümsüzleştirmek için pastayla fotoğraf çektirmeye çalışırken, garson, durumu görmesine rağmen, pastayı masadan apar topar almaya çalışmış. “Bir dakika resim çekiyoruz, görmüyor musunuz? dediklerini de duymamazlıktan gelmiş.

En sonunda partinin sahibi olan kız “Bize biraz zaman verin, alacağınız zaman ben size haber veririm ” deyince buna kızan, alıngan garson, masadan ayrılmış ve bir daha uzaktan el etmelerine rağmen, inadına 20 dakika masaya uğramayıp, görmezden gelmiş.

Var mı böyle bir hizmet anlayışı valla ben bilemedim? 🙂

Hazır Mantı Tarifi

20

Sabahın 6:30’unda kalkıp, Spor Salonunda soluğu alınca ve hızlı tempoda 45 dakika Cardio yapıp, sonrasında da bütün gün iş yoğunluğuna kendini kaptırınca, karşılığında bir ödül bekliyor insan… Madem metabolizmamı hızlandırmak için, caaanım uykumdan fedakarlık edip, gidip sporumu yapmışım, 40 yılda bir de olsa, akşamında da güzel bir ziyafeti hak edelim ama, değil mi? Salata, salata nereye kadar? 🙂

Uzun zamandır derin dondurucunun kapağını her açtığımda burun buruna geldiğimiz, ama benim devamlı gözlerimi kaçırmaya çalıştığım o enfes Mantı paketi karşısında işte bu sefer boş bulundum ve beni gafil avlayıp, bir anda geçmiş yıllara götürdü.

adim-adim-resimli-manti-tarifi

Düşündüm de çocukluğumda da “akşama Mantı  yiyoruz” denildiği zaman benim için evde bayram havası olurdu. Ah ne güzel zamanlar o çocukluk yılları… Ne diyet, ne kalori hesabı… Tenefüslerde “yakalamaç” uğruna kan ter içinde koşuşturduğumuz, okuldan sonra bahçeye fırlayıp, saatlerce sek sek oynayıp, hulahup çevirerek çılgınlar gibi enerji harcadığımız için, canımızın istediği her türlü abur cuburu fütursuzca yiyebildiğimiz zamanlardı onlar:)

Mantı istisnasız olarak evlerde ve elde yapılırdı tek tek sıfırdan. Annem kıymalı iç malzemesini hazırlar ve masanın üstüne un serperek, oklavayla bir güzel hamurunu da açardı. Sonra bir bıçak yardımıyla boyuna ve enine çizgiler çizerek, hamuru küçük kare parçalara ayırır ve ortalarına tek tek kıymalı harçtan yerleştirirdi. Ardından ben devreye girer ve her birini “şöbiyet” formunda katlamak için yardım ederdim. Una bulanıp, suya atılarak kaynatılır ve üzerine yoğurt ve salçalı sosuyla mis gibi bir mantı gelirdi soframıza… Hazırlık aşamasının uzun ve meşakkatli olmasını çok olağan karşılardım. Çünkü bize öğretilmişti ki “İyi yemek zaman alır” ve enfes bir Mantı istiyorsan bu durumu kabullenmek ve işin ucundan da birazcık tutmak lazım:)

Bugün eminim ki hala, mantısını evde açanlar vardır. Ben yapmıyorum vallahi ne yalan söyleyeyim. Marketlerde Kayseri Mantısından, İtalyan Mantısı da denilen Ravioli’ye kadar her çeşidi mevcut artık.

Ben tercihimi, günlük ve natürel ev ürünleri satan bir zincir mağazadan aldığımız fırınlanmış Mantı’dan yana kullanıyorum. Eve getirir getirmez, derin dondurucuda sakladığım bu mantının, davetkar paketi işte şu an avuçlarımda…

MANTI TARİFİ

Gerekli Malzemeler
(3-4 kişilik)

  • Yarım Kiloluk Fırınlanmış Mantı
  • 1 Tepeleme Yemek Kaşığı Un
  • 1,5 Litre Kaynar Su
  • 1 Et Bulyon
  • 1 Tepeleme Yemek Kaşığı Tereyağ
  • 2 Yemek Kaşığı Domates Salçası
  • 1/2 Yemek Kaşığı Biber Salçası
  • 1 Diş Sarımsak (arzu ederseniz tabi)
  • 1/2 Çay Kaşığı Pulbiber
  • 1/2 Çay Kaşığı Sumak
  • 2 Çay Kaşığı Kuru Nane
  • 1 Çay Kaşığı Tuz

İlk önce Mantı paketinin içine, 1 Tepeleme Yemek Kaşığı Kadar Un Koyuyorum

resimli-manti-tarifi

resimli-manti-tarifi

Paketin ağız kısmını açılmayacak şekilde kavradıktan sonra, iyice sallayarak, unun mantının her yerine bulanmasını sağlıyorum. Tabak kirlenmesin diye, üşengeçlikten böyle yaptığım aşikar, değil mi? 🙂

Siz isterseniz bir kaba mantıyı alıp, üzerine unu döküp, kaşıkla da birbirine karıştırabilirsiniz tabi, neden olmasın? 🙂

resimli-manti-tarifi

Bir yandan da Kettle’da kaynattığım yaklaşık 1,5 Litre kadar Suyu, derin bir tencereye alıyorum.

resimli-manti-tarifi

resimli-manti-tarifi

resimli-manti-tarifi

ve içine 1 Et Bulyon ilave edip, karıştırıyor ve kapağını kapatıp, kaynama noktasına gelmesini bekliyorum.

resimli-manti-tarifi

resimli-manti-tarifi

Diğer tarafta ise, mantının üzerine dökeceğim Salçalı Sosun hazırlıklarına başlıyorum.

resimli-manti-tarifi

Bunun için küçük bir Tencereye ilk olarak 1 tepeleme kaşık kadar Tereyağ koyup, ocağın altını açıyorum.

 

Aynı esnada, 1 Diş Sarımsağı, bıçak yardımıyla ellerimi fazla bulaştırmadan soyup, 4 dilime ayırıyorum.

resimli-manti-tarifi

Tereyağ hafif hafif köpürmeye başladığı anda Sarımsakları da ilave edip, renkleri hafif pembeleşene kadar karıştırıyorum.

 

 

Kullanacağım diğer malzemeler asker gibi dizilmiş sırasını bekliyor kenarda:)

resimli-manti-tarifi

İlk olarak bir tepeleme yemek kaşığı Domates Salçası ekliyorum. Aslında çok salçalı istiyorsanız, daha fazla da ekleyebilirsiniz. Biz bayılıyoruz valla:)

 

Onu karıştırırken çok fazla acı olmaması için yarım Yemek kaşığı kadar da Acı Biber Salçası ilave edip, karıştırmaya devam ediyorum.

 

 

Diğer tarafta, büyük tencerede kaynayan Su fokurdamaya başladığına göre, una buladığım Mantılarımı artık içine dökebilirim.

 

Güzelce bir karıştırıp, 1 çay kaşığı kadar Tuz ilave ediyorum.

 

 

Ne de olsa başında olacağım için, kapağını yarım kapatarak ve ara sıra karıştırarak pişirmeye devam ediyorum.

 

Şimdi Salçalar kavrulduğuna göre, yarım su bardağı kadar kaynar Su ekleme zamanı geldi. Sosun içindeki Salça Tuzlu olduğu için, ben ekstra Tuz ilave etmiyorum. Daha sonra yemeği yerken, istersem ilave edebilirim.

 

 

Salçalı sos kaynamaya devam ederken, üzerine kapağını kapatıyorum.

 

 

Mantıların istediğim kıvamda pişmiş olduklarını anlamam için en iyi yöntem, eğer gözlemleyerek emin olamıyorsam, aralarından bir tane alıp, biraz soğuduktan sonra tadına ve yumuşaklık derecesine bir bakmak…

 

ı-ıh!  Henüz hala sert. Biraz daha karıştırarak kaynatmaya devam… Alt üst ederek karıştırıyorum, çünkü aksi takdirde tencerenin dibindekiler, ateşe daha yakın oldukları için, onlar iyi pişerken, üstte kalanlar istediğim yumuşaklıkta olmaz sonra:)

 

Şimdi Mantıların içinde kaynadığı özlü suyundan, istediğim miktarda alıp,  Salçalı Sosuma ekliyorum ki ben yaklaşık yarım kepçe kadarını aldı. Sosu bol ve koyu kıvamlı seviyorum:)

 

O kaynamaya devam ederken, Mantıdan bir tane daha alıp, kontrol ediyorum ki, Evet, Aradığım kıvam işte Budur!

 

Mutfaktaki Lavabonun içine yerleştirdiğim metal süzgecin üzerine, dikkatlice Mantıları döküp, suyunu süzüyorum.

 

 

En sevdiğim bölüm işte burası! 🙂

Bahsettiğim gibi çok sıkça değil, ayda yılda bir yediğimizden dolayı, çok özlediğimiz ve hasretini çektiğimiz için, biraz gözümüz döndüğünden, 4 kişilik mantıyla biz, 2 kişilik ziyafet çekiyoruz. Tavsiye etmiyorum diyeceğim ama, neden olmasın? :))

 

Önce derince bir tabak alıyorum. Üzerine gözüme kestirdiğim miktarda mantıyı koyuyorum. O anda heyecandan ellerim titriyor, sormayın 🙂

 

Üzerine kaşık kaşık mis gibi kaymaklı yoğurt…

 

ve yoğurdun üzerine hazırladığım Salçalı Sostan istediğim miktarda döküyorum. Durun daha bitmedi! 🙂

 

 

Üzerine istediğiniz kadar Sumak…

 

Sonra sevdiğiniz miktarda Pulbiber veeeee…

 

En üste de bol bol Kuru Nane döküyorum. “Yeme de yanında yat” diyenlere inat, çatalımı kapıp direkt dalıyorum:)

 

 

Üşenmeyip 15 dakikada yapan herkese Afiyet Olsun! 🙂

 

Çocuklarınızla Birlikte İzleyebileceğiniz Harika Bir Animasyon: The Croods

4

Sinemada izleyecek yeni ve iyi filmleri heyecanla beklediğimiz bu günlerde, “The Croods” (Croodlar) fragmanındaki rüya gibi görüntülerle ve arkasında pek çok başarılı animasyon çalışması ve özellikle “Shrek” gibi gönlüme yer etmiş muhteşem eserler bırakan Dreamworks olması dolayısıyla, vizyona girdiği ilk akşamından gidip izlediğimiz yeni bir 3 Boyutlu yapım…

The Croods1 copy


Bizim de izlediğimiz orjinal versiyonunda seslendirmelerini Emma Stone, Nicolas Cage ve Ryan Reynolds’un yaptığı, yönetmen koltuğunda, aynı zamanda senaryosunun da yazarları olan Kirk de Micco ve Chris Sanders’ın oturduğu ve IMDB Puanı 7,5 olan, 2013 yapımı 98 dakikalık bu 3D animasyon film, teknik ve içerik açısından çocukları olduğu kadar, biz büyükleri de fazlasıyla memnun edecek kalitede…

croods

Buz Devri filmini izleyip, beğendiyseniz, benzer klasmanda yine tarihe yer veren ama bu kez mağara yaşamını ve ilk insanları konu alan bir yapımla karşı karşıyasınız demektir.

Tarih öncesi çağlarda yaşayan bir ailenin keyifli macerasına eşlik eden Croods’un konusu hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse;

croods dadAşırı koruyucu bir yapısı olan ve yeniliklerden bu sebeple uzak durmayı tercih ederek, ailesine de aynı korkuları empoze eden baba Grug, mağaradan dışarı sadece yiyecek bir şeyler bulmak için çıkılmasını onaylamaktadır. Oysa, mutlu mesut yaşadıklarını sandığı bu mağara, evin 19 yaşındaki kızı Eep için çok sıkıcıdır ve o hep dış dünyayı merak etmektedir.

the croods banner 1

Derken bir deprem sonrası, en büyük korunakları saydıkları mağara yerle bir olunca, Crood Ailesi, başka güvenli bir yere taşınmak amacıyla bir yolculuğa çıkarlar. Maceralarla örülü, hiç tanımadıkları bu dünyada, doğa da, şartlar da, kendi bildiklerinden çok başkadır.
ryan reynolds as guy in the croods1

Karşılarına çıkan Guy ismindeki, seyahati ve yeni şeyler keşfetmeyi seven ve ateş yakmayı bilen gençle birlikte hayatları değişip, komik ve keşif dolu maceralarla iyice renklenecektir.

croods trailer

Tarih öncesi çağların doğasını ve o dönemde yaşadığı öngörülen yaratıkları, en etkileyici şekilde hayata geçiren film, aynı zamanda ilkellik ile modernitenin arasındaki ve baba ile kızı arasındaki jenerasyon çatışmasını da esprili bir dille anlatırken…

Meet the Croods

…bir yandan da Aile olmanın değeri ve aidiyet kavramların önemimi de alt mesajlar olarak veriyor.  Film analizi konusunda yazdığım yazıda anlattığım “Örtülü Anlam”ı da bu olsa gerek:) İzleyin bakalım siz de katılacak mısınız?

The Croods Fragmanı

İlk izlenimlerinin aksine, çok sempatik karakterlerin, kaliteli ve gönderme dolu esprilerin ve büyüleyici animasyonların yer aldığı bu filme, ilk fırsatta çocuğunuz, yeğeniniz veya sadece kendiniz için gidin, 3D gözlüklerinizi takın ve 100 dakikalığına da olsa, o macera dolu, keyifli dünyaya dalın. Bittiğinde de salondan mutlu mesut ayrılın… İyi seyirler:)

the croods

Bağımlısı olduğum Yeni Mekan: Gaziantep Lahmacun ve Pide Salonu

2

Hiiiiç de yalan söyleyemem. Lahmacunmuş, pideymiş, Bunlar bana “Can”dır… Bayılırım! 🙂

Ama Lahmacun dediğin malzemesinden çalınmamış olacak, illa ki yanında garnitürü ve limonu ile birlikte sunulacak, hamur gibi değil, çıtır çıtır olacak,  ve katlarken o çatur çutur sesleri duyacağım…Bu tarz bir Lahmacun bulursan bize de haber ver diyorsunuz değil mi?

Gaziantep pide

Hele Pide…. O tamamen başka bir lezzet. Pek çok yerde yaparlar ama hiç o aklımdaki lezzetin yanından bile geçmez nedense…

Böyle böyle, deneye yanıla, yıllar yılları kovalarken, geçenlerde eşimin yemek zevklerimiz tutan bir arkadaşı sayesine Göztepe’de “Gaziantep” diye bir Lahmacun, Pide ve Döner Salonu dolduğunu, ama Lahmacunlarının eşsiz benzersiz olduğunu öğrenip, “ilk fırsatta gidilecekler listesi”ne aldık.

Gaziantep lahmacunLahmacun dediğiniz nazik bir yemek… Fırında çıkar çıkmaz ilgi alaka bekliyor. Öyle sıcakken kağıtlara sarılıp, kutulara konup, “hotbagler”le de olsa motorlu kuryelerinin arkasında, yol katetmeye gelmiyor. Ya da geliyor da nasıl geliyor orasını Allah bilir…

Soğumuş, hamurlaşmış bir halde gelen Lahmacun’a artık Lahmacun demem ben… Diyemem… Mikrodalga’da ısıtmaya kalksam daha da lastikleşir kıvamı… Fırına atsam, ohoooo önce fırın ısınacak da, sonra onu ısıtacak da… Bekle babam bekle.. Nerde bende o sabır?

O yüzden “en iyisi gidip yerinde yemektir” dedik ve yola koyulduk, soğuk bir Mart akşamı, adres tarifinden yerlerini bulduk. Bildiğiniz “mahalle arası” bir mekan.  Dışarıda ısıtıcılar ve bir kaç masa var. Geçtik kurulduk hemen ve siparişimizi verdik. Adamlar haldır haldır çalışıyor, devamlı evlere sipariş yapıyorlar belli.

Derken Lahmacunlarımız geldi. Yanında da garnitürler. Aman Allahım, bu da ne? Nasıl çıtır çıtır bir Lahmacun… Tadı bi’ harika… Derhal mekan çalışanlarından magnetlerini istedim ve döner dönmez buzdolabının kapağındaki yerini aldı….
Çıkar çıkmaz, tavsiye eden arkadaşımızı aradık ve teşekkür ettik. O sırada “Pideleri de çok başarılı deneyin bir ara” dedi. Kırar mıyım? Hemen ertesi akşam eve siparişin açılışını 2 Pide ve 2 Lahmacunla yaptık. Amacımız hem Pidelerini denemek hem de Lahmacun eve gelince lezzetinden ne kadar kaybetmiş onu gözlemlemek:) Gülmeyin yahu. Hayatın en güzel zevklerinden biri de dilediğince yemek yiyebilmek işte. Yalan mı?

Gaziantep pide4
Neyse efendim kısa bir süre içerisinde zil çaldı, bir mahalle arası dükkandan hiç umulmayacak şıklıkta kaliteli karton kutularıyla ve yine yanında garnitür ve içecekleriyle, hiç hatasız şekilde teslim aldık yemeklerimizi…

Gaziantep pide2

Lahmacun2Pidelerden birisi Kıymalı Kaşarlı ve üzerine yumurta kırılmış, diğeri de Kuşbaşılı Kaşarlı ve yine yumurtalıydı. Böyle bir tad yok! Bitmesin istedim. Sıcaklığını da hala muhafaza etmesi için pidelerin altına birer dilim lahmacun katlayıp yerleştirmişler. Gönlümü çaldılar valla ne diyeyim:) Tabi ki de Lahmacunlar orada fırından bir saniye önce çıkmış gibi değildi ama yine de sıcacık ve hala çok lezzetliydi.

Lahmacun
O gün bugündür öğlen ya da akşam ne zaman acıksam ve hali hazırda evde yiyecek birşeyler yoksa, nereden ne ısmarlasam diye düşünüyorum…. Mc Donald’s son birkaç seferdir hep soğuk getiriyor. o caanım patatesleri lastik gibi oluyor, hiç keyif vermediği gibi, boşa aldırdığı kilolara da değmez. Onun yerine bol malzemeli enfes pidelerden ısmarlarım Gaziantep’ten diyorum.

gaziantep1

Adamlar 15-20 dakikada getiriyor yahu yok böyle bir servis. Meğer 11 kişi filan çalışıyormuş dükkanlarında ve 1987’den beri aynı yerde hizmet veriyorlarmış.

Gaziantep
Mekanın büyüklüğü, gelen talebe çoğu zaman yetmediği için, binanın arkasında yine kendilerine ait bir daire daha bulunmasına rağmen, bulundukları apartman daha fazla büyümelerine izin vermiyormuş diye duyum aldım. Kalitelerinden ve hızlarından ödün vermedikleri müddetçe büyümelerinde sorun yok bence:)

Tursu

DomatesValla uzun zamandır onlar hakkında yazmak istiyordum ama konu konuyu açtıkca hep erteleniyordu ama az önce ayıptır söylemesi yine birşeyler ısmarladım. Artık tanıyorlar tabi. Arayıp “her zamankinden” desem anlıyacaklar, o hale geldik…

Gaziantep pide3

Bu aralar yeni favorim: Kuşbaşılı Kaşarlı Pide üzerine 2 tane sadece Yumurtanın sarısından ve onu da dağıtarak hazırlatıyorum. Sonra da elim kolum titreye titreye silip süpürüyorum.

Kasarli Pide Doner
Bir kere de Kaşarlı Kapalı Pide içinde hazırladıkları Dönerlerinden denedim. Yağsız güzel bir döner… Bol Kaşar peyniriyle sunulunca zaten akan sular durur. Maşallah ye ye bitmiyor. En iyisini onu ortaya, bir kaç kişi paylaşacak şekilde ısmarlamak sanırım. Bu arada unutmadan söyleyeyim; ürünlerin fiyatları da böyle bir kalite için çok uygun.
Fistikli Kadayif

Fıstıklı kadayıfları da çok tavsiye ediliyor. Henüz onu denemeye fırsat bulamadım Ama bu adamlar gerçekten iyi…  Ellerine sağlık ne diyeyim:)

Az önce siparişimi alırken sordum sizler için öğrendim: Kalamıştan, Bostancı’ya kadar evlere paket servisleri varmış. Hatta “hakkınızda yazı yazacağım, ama sonra işleriniz çok daha fazla yoğunlaşır da benim siparişlerim geç kalmaya başlar diye çekiniyorum” dedim. “Ayıp ettiniz, hiç olur mu öyle şey” dediler. Hadi bakalım hayırlısı:)

Bir Erkeğe Hediye Seçmek Sizi de Zorluyorsa; İşte Çözüm…

2

Erkeğe hediye almak bir şey değil de, gerçekten memnun kalacağı, keyifle kullanacağı, yaşına, başına, duruşuna, görünümüne uygun ve değer verilerek, gerçekten düşünülerek alınmış hissi veren, özel bir hediye bulmak zor…
erkege hediye3
Yoksa yer gök; kravat, cüzden, atkı, parfüm, gömlek, kazak, t-shirt… İyi de bunları artık hediyeden saymıyorlar ki! Gelin, hiç heyecan vermediğini kabul edin…

erkek hediyeÇoğunu poşetinden bile çıkarmadan aylarca yıllarca dolabından muhafaza eden erkekler var. Eh ama haksız da sayılmazlar, bunlardan kendilerinde, bir sürü var zaten…

erkek arkadasa hediye“İyi de ne yapalım yani, değer verdiğimizi anlasın diye her seferinde gidip, bir Rolex saat alacak halimiz yok ya” diyerek demagojiye başlamanın alemi yok tabi…

Biraz araştırdığınızda elbette uygun fiyata, yaşına zevkine uygun ve her zaman taşımaktan mutluluk duyacağı ve baktıkça sizi hatırlatacak özel şeyler illa ki var…. Böyle bir hediye önerisi ister misiniz? Peki işte geliyor…

Balina Kuruklu Deri Kolye

erkege hediye 5WISH FOR NISH Markası biz hanımlar için sunduğu birbirinden güzel aksesuarlar yanında ve her biri tek tek  elde hazırlanan özel tasarım ev aksesuarlarına ilaveten, bir de yeni ERKEK Koleksiyonu ile göz kamaştırıyor.

Üstelik, Güvenli Alışveriş deneyimi yaşamak isteyenler için hazırlanan Online satış Mağazası, %50’ye varan indirimlerle, hem de kredi kartı ve havale yanında, “kapıda ödeme” imkanı da sağlıyor.

Lacivert Erkek Bileklik

erkege hediye 4

Sitede sadece mevcutta hazır olan ürünler olduğu için, sipariş verdiğiniz anda, o ürün hemen şık kese ve kutusuyla tarafınıza kargolanıp, en hızlı şekilde elinize ulaştırılıyor.

Fenerbahce erkek Bileklik
İşte Erkek Koleksiyonu’ndaki her biri el yapımı ve sınırlı sayıda hazırlanan aksesuarlardan bazıları…  Biri illa sizin eşiniz, oğlunuz, ağabeyiniz, sevgiliniz için…

Deri Erkek Bileklik

Erkek bileklik

Pembe Deri Erkek Bileklik

Sloganları: “Kalbinize Taht Kuran Kişiye Özel Tasarımlar”…

Ne kadar etkileyici değil mi? “Kalbinizde taht kuran kişi”, kimse artık, WISH FOR NISH‘den seçin beğenin, biraz da siz onu çocuklar gibi mutlu edin…

erkek icin hediye