Ana Sayfa Blog Sayfa 27

Efsane Şef Wolfgang Puck’la Beraber Süper Bir Röportaj ve Pizza Yaptık

1

21 yıldır Oscar ödül törenlerinin resmi partilerini düzenleyen, 2 Michelin yıldızlı, dünyaca ünlü şef Wolfgang Puck’la, sadece 2 günlüğüne geldiği İstanbul’da, St. Regis Hotel’in terasında bulunan, son dönemin en popüler restoranı Spago’da buluştuk. Küçükken Kardashian kardeşlere yaptığı Mickey Mouse pizzalardan, katıldığı televizyon programlarına, dünyanın en ünlülerine hazırladığı davetlerden, çocuklarına ve gelecek planlarına kadar bol kahkahalı bir röportaj geçekleştirdik.

Aylar önce kendisiyle Spago’yu daha yeni açtıklarında birbirimize söz verdiğimiz o meşhur Füme Somonlu Pizzasını beraber yapmak üzere, Wolfgang Puck’la beraber mutfağa girdik ve birlikte kendi elcağızımızla harika pizzalar hazırlayıp, taş fırının başında pişirdik. Hatta pizzamı öyle beğendi ki, Michelin yıldızlarından birini benimle paylaşmayı, prensipte kabul etti, sağ olsun. Ben de ülkemi temsilen, tüm maharetlerimi sergiledim laf aramızda:)

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

Pizzalarımızı afiyetle yediğimiz bu aşamaya gelişimize kadar mutfakta geçirdiğimiz dakikalardan eğlenceli fotoğrafları, röportajın arasına serpiştirdim:) Haydi o zaman başlıyorum!

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

O akşam Spago’da masaları gezip, müşterilerini tek tek selamlayan, böylesine cana yakın bir “celebrity şef”le tanışma fırsatı yakalayan herkes, nefes kesici bir Boğaz ve yemyeşil bir Maçka Parkı manzarasına karşı, dj perfomansının ve Wolfgang’ın harika yemeklerinin keyfini çıkarırken, hallerinden pek memnundu. Geceye özel, Şef’in burada olması şerefine hazırlanan ve mevsim ürünlerinin modern bir konseptle yorumlandığı “An Evening with Wolfgang Puck” isimli mönü, lezzet düşkünlerinden büyük ilgi görürken, benim Wolfgang Puck’la yaptığım ingilizce röportajın videosunu şuradan izleyebilirsiniz.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Taa 1988’deki “Die Hard” Filminde “Şef Wolfgang Puck”la ilgili bir replik varmış, aradım buldum! 🙂

Hakkınızda pek çok yazı okudum, film ve röportaj izledim, bugünkü dersime çok çalıştım anlayacağınız…

Gerçekten mi? Kitap yazmaya karar verdiğim zaman, seni aramalıyım ve destek almalıyım o zaman. Çünkü ben kendimi hiç izleyemiyorum. Food Network için yüzlerce TV showuna katıldım ama, bir tanesine bile açıp bakmamışımdır. 1980’li yıllarda ABC için çektiğimiz ilk programda, yönetmen bana çekimi izletip, “bak nerelerde hata yapmışsın sana göstereyim” dedi ve “burada hep yemeğe bakmışsın, şurada hiç kameraya bakmamışsın, burada sunucuyla hiç ilgilenmemişsin” filan diye o kadar çok şeyden şikayet etti ki, bir dahaki sefer, iyice ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Acaba kameraya mı baksam, yemek mi pişirsem diye o kadar gerildim ki, her şey daha da sarpasardı. O yüzden hiç izlemem daha iyi! 🙂

Evet ama aktörlük de yapmışsınız zaman zaman… Bakar mısınız bizim Şef Wolfgang Puck’a! Amerikan komedi dizisi Fraiser’de konuk oyuncu olmuşsunuz. Bunun haricinde sinema filmlerinden The Weather Man, Las Vegas… Televizyon reklamları… Hell’s Kitchen, American Idol, Iron Chef America gibi programlar… Jay Leno, The Ellen gibi talkshow programları…

Hatta çok ilginç bir şey öğrendim. 1988’de çekilen ilk “Die Hard” filminde sizden bahsedilen bir replik varmış. Karakterlerden biri yemeğe çıkarmak istediği kişiye ” Restoranda tabi ki yer bulabiliriz, hiç merak etme! Wolfgang’ı şahsen tanırım” diyormuş. Hem de bundan taa 27 sene önce!

Wow! Cidden harikasın! Onu bile mi duydun? Bunu çoğu kişi bilmez, hatta ben bile neredeyse unutmuştum. 🙂

Bir keresinde de “The Smurfs” (Şirinler) filmindeki “şirin şef” karakterine seslendirme yaptım ama aileme bahsetmeyi atlamışım. Bir gün stüdyoya girip, kendi bölümümü okumuş çıkmıştım oysa. Çocuklar sinemada izlerken, “Anne! Bu babamın sesi!” demişler, anneleri de “yok canım ne alaka, benzetiyorsunuz” demiş. Filmin sonunda Şirin Şefi seslendirenin Wolfgang Puck olduğunu görünce çok şaşırmışlar tabi.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis
(Not:Burada mutfak önlüğü bekliyorum, mutfak ortamını, tam anlamıyla yansıtsın diye “unlu-munlu” bir önlük geliyor, yoksa ben çok temiz çalışırım, onu belirteyim de…:)

“Şef Wolfgang Puck” olma maceranız nasıl başladı peki?

Hepsi Avusturya’da daha henüz çocukken başladı. Annem şef olarak bir otelde çalışıyordu. Yaz tatillerimde oraya giderek, mutfağa yardımcı oluyordum. 14 yaşına geldiğimde ben de bir otelde stajyer olarak yemek pişirmeye başlamıştım. 17 yaşına kadar çalıştıktan sonra, kendimi daha da geliştirmek istedim ve Fransa’ya gittim. İyi ki de gitmişim çünkü, Fransa’dayken 1, 2 hatta 3 Michelin yıldızlı restoranlar olduğunu keşfedecektim. Dijon için herkes burasının Fransa’nın “Gastronomi Başkenti” olduğunu ve en iyi restorantların burada bulunduğunu söylüyordu. Bir yıldızlı bir otelde verilen bir parti esnasında 2 hatta 3 yıldızlı otellerin olduğu bir liste görünce, gözlerime inanamadım ve “ben de bu 3 yıldızlı restoranlardan birinde çalışmalıyım” diyerek, güney Fransa’daki Les Baux-de-Provence’de yer alan “L’oustau de Baumanière”de 19 yaşında çalışmaya başladıktan sonra, “evet, ben bir şef olmak istiyorum” kararını işte tam da orada verdim. Daha öncesinde aşçılık mı yoksa başka bir şey mi yaparım, bundan emin bile değildim.

Aynı zamanda restoranın sahibi de olan Şef Raymond Thuilier’nin, ne kadar yaratıcı birisi olduğunu gördüm. Herşeyi kendi stilinde yapıyordu. Sadece mutfakta durmayıp, restoranın salon bölümüne de çıkıyor ve müşterilerle sohbet ediyordu. Hatta hiç unutmam, bir keresinde Picasso’yu yanında mutfağa getirmişti. Bütün meşhur sinema yıldızları restorana geliyordu. Onu kendime mentor seçerek, bir gün ben de onun gibi, kendi restoranıma sahip olmayı kafama koydum. Şef Thuilier’nin L’Oustau de Baumanière haricinde, bundan daha küçük bir restoranı daha vardı. 20 yaşına geldiğimde ben de o restoranın şefi oldum. Sonra kısa bir süreliğine Monaco’da “Hotel de Paris”de ve ardından 24 yaşına kadar Paris’deki “Maxim’s”de çalıştım.

Ardından Amerika’ya giderek, 2 sene Indianapolis’deki “La Tour”da çalıştım ve oradan da Los Angeles’a geçtim ve “Ma Maison”da çalışmaya başladım. Orada çok fazla ünlü müşterimiz oluyordu. Öyle ki, Orson Welles’le, Jack Lemmon’la arkadaş oldum, Jean Kelly ile orada tanıştım, hatta öğle yemeği yeyip, tenis oynamaya gidiyorduk beraber. Mekan devamlı bunun gibi meşhur isimlerle dolup taşıyordu.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

“İyi yemek, iyi malzemeyle hazırlanır”

Siz ne zaman bu kadar ünlü olmaya başladınız?

Zamanlama konusu önemli… Tanrı bir şeylerin olmasını isteyince, oluyor sanırım. Amerika’da kendime İtalyan gibi ya da Fransız gibi Continental restoranları bulunan ama hiç biri de o kadar iyi olmayan Los Angeles’ı seçtim. Yemeğin içinde ne olduğuyla o dönem kimse pek ilgilenmiyordu nedense. Kendi kendime “Burası California… O zaman aynı güney Fransa’daki gibi burada da çiftlikler ve yerel sebze-meyve üreticileri olmalı” dedim. Araştırmalarım sonucunda 2 saatlik araba yolculuğundan sonra San Diego’ya vardığımda, harika sebze ve meyveler yetiştiren bir çiftlik buldum. Belki 10 farklı çeşit çilek, 20 farklı domates türü vardı. Gün aşırı devamlı gelip, tek tek sebze ve meyveleri buradan kendim almaya karar verdim. Çünkü her zaman şuna inanmışımdır ki, iyi yemek, iyi malzemeyle hazırlanır. Hazırladığım yemeklerin karmaşık değil, basit olmasına özen gösterdim ve insanlar çok sevdi. Çünkü o dönem etrafta, o sıcak iklimde insanlara ağır gelecek soslu ve kremalı yemekler yaygındı. Bu yüzden Spago’yu açtığımda taze ve kaliteli malzemelerle hazırladığım daha “temiz” yemekler çok beğenilince, herkes restorana akın eder hale geldi.

“Kardashian kardeşlere küçükken “Mickey Mouse” Pizza yapardım.”

“Keeping up with the Kardashian”da Kim Kardashian ve Kris Humphries’in düğününde de Şef sizdiniz.

Tüm aileyi, Kardashianlar’ın çocukluğundan beri tanırım. Anne ve babasıyla Sunset Bulvarı’ndaki Spago’ya gelirlerdi. Kardashian kardeşler, minicik halleriyle yanıma gelip, parmak uçlarından tezgaha bakıp “Merhaba Wolfgang!” derlerdi. Ben de onlara Mickey Mouse pizza yapardım ve masaya koşup çok sevinirlerdi. 5 sene önce iyice meşhur olmuşken restoranıma yine geldi ama bu sefer kocaman bir Bentley ile… ” Mickey Mouse pizzadan sonra çok yol katetmişsin” dedim. Güldük bol bol 🙂

“Yemek Eleştirmeni “Kibirli” Olduğumu Yazdı”

Peki ya “2 Michelin Yıldızlı” bir Şef olmak nasıl bir duygu?

10 sene kadar önce Michelin için değerlendirmek üzere restorana geldiler. Ama her zaman söylerim; “Benim için önemli olan, hiç Michelin yıldızım olmasa da, devamlı gelen müşterilerimin bulunmasıdır. İşte bence esas yıldız bunlardır ve gerçek önem verdiğim şey de budur.

Bir kere New York Times gazetesinden bir yemek eleştirmenine “Yemek eleştirmenleri iyidir hoştur da, onlar restorana bir kere gelir, izlenimlerini iyi veya kötü diye yazar, bir daha da gelmez. O yüzden benim için bir Billy Wilder’ın, bir Sidney Potier’nin gelmesi çok daha önemli” dedim. O da bana kızdı ve eleştiri yazısında benim “çok kibirli” birisi olduğumu yazdı.

Hem de sizin gibi alçakgönüllü ve sıcak birisine mi “kibirli” dedi?

Sanırım gençken aslında biraz kibirli olduğum söylenebilir ama yine de ben kendini beğenmişlik olsun diye öyle demek istememiştim aslında… Benim için en önemlisi, insanların restoranımdan çıkıp, evlerine dönerken, “buraya tekrar gitmek için sabırsızlanıyorum” diye hissetmeleri ve hatta, henüz eve bile varmadan, bir sonraki hafta yine gelmek için rezervasyon yaptırmak üzere restoranı aramalarıdır.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

“Sosyal Medya büyük anfili bir Pink Floyd konseri gibi”

İşte bu dediğiniz, bize aynen oldu. Biz Spago’ya gelip, o meşhur Somonlu Pizzanızın tadına bi’ baktık ve sonrasında “o kadar harikaydı ki, en kısa zamanda tekrar gelmeliyiz” diye devamlı pizzanın lezzetinden bahsedip durduk. Sonra bunu çevremizdekilere anlatmaya başladık. Tavsiyemiz üzerine her kim gelip, denediyse, onlar da çok beğendiler.

Bence en iyi tanıtım, kulaktan kulağa yayılandır. Eskiden sadece arkadaşlar arasında yayılırdı. Şimdi, sosyal medya sayesinde, fikrinizi yazdığınız an, binlerce kişiye ulaşabiliyorsunuz.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Artık herkes bir bakıma, eleştirmen oldu bu sayede diyebiliriz, değil mi?

Evet bu aynı, anfisiz müzik yapmak gibi… Önceden sadece en yakınındaki bir kaç kişi, yaptığın müziği anca duyarken, aynı büyük anfilerle yapılan bir Pink Floyd konseri gibi, şimdi sesinizi yüz binlerce kişi rahatça duyabiliyor.

Eleştirmenler dün olduğu gibi bugün de çok önemli, ama aslına bakarsanız o eskiden oldukları kadar değil. Çünkü şimdi birisi sana beğendiği bir yemeğin fotoğrafını gönderip, “Bu harika!” dediği an, eğer bu sözüne, zevkine güvendiğin bir arkadaşınsa, dergide, gazetede çıkmasını beklemeden veya önemsemeden, “o zaman hemen ben de denemeliyim” diyebiliyorsun. Bu sebeple de benim en önem verdiğim şey, restorana gelen kişilerin mutlu ayrılması… Bana yapılan en güzel iltifat da, müşterilerin “tekrar gelmek için sabırsızlanıyorum” demeleri ve çıkarken bir sonraki sefer için rezervasyon yaptırmaları…

Ben şimdi gençlere “50 yıldır yemek pişiriyorum” dediğimde, bana şaşkınlıkla bakıyorlar ama işin güzel yanı, ben hala işimden çok fazla keyif alıyorum. Evde ailemle yemek pişirmeyi de çok severim.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Evdeki o harika mutfağınızı gördüm. Eşiniz ve ufak çocuklarınızla,keyifle yemek yapıyordunuz. Birlikte çok tatlıydınız. Küçük çocuklarınız kaç yaşında?

8 ve 10 yaşındalar. Bir de, daha önceki evliliğimden 20 yaşında bir oğlum var ve Cornell isimli meşhur bir otelcilik okulunda Otel Yöneticiliği okuyor. Bu Yaz onu İspanya’ya, Girona’daki “El Celler de Can Roca”ya gönderdim. Burası San Pellegrino’nun “The world’s 50 best restaurants” yarışmasında 1 numara seçilmiş bir mekan. Oğlum bu Yaz orada yemekler pişirdi ve eve döndüğünde bizim için kusursuz yemekler yaptı.

Harika! O da babasının yolundan gidiyor desenize…

Evet sadece farklı bir stille diyebiliriz. Gençler işin daha çok teknolojik kısmında, ben daha çok malzemelerle ilgiliyim. Benim aşçılığım özellikle yemeğin içinde kullanılan malzemeleri baz alırken, gençler, işin kimyasıyla ilgileniyor. Günün sonunda nasıl yaptığından ziyade, lezzetinin yerinde olması önemli tabi.

“Füme Somonlu Pizzamı Başka Bir Restoranın Mönüsünde İlk Gördüğümde Çok Şaşırdım”

Yemek pişirme stilinizi nasıl tanımlarsınız?

Benim için çok kişisel bir şeydir bu. Aynı resim yapmak ya da bir şarkı sözü yazmak gibi… Etrafta o kadar çok aşk şarkısı var ki, ama, birileri hala yenilerini yazmaya devam ediyor. Resim de aynı şekilde… Herkesin kendi stili var. Ben de bunun gibi, kendi stilimi bulmaya çalışıyorum. İtalyan değil, İngiliz değil, Fransız değil…

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Sizinle özdeşleşen Füme Somonlu Pizzanızdan. Lyon’daki Paul Bocuse restoranda görmüşsünüz.

Evet Lyon’da Paul Bocuse Restaurant’a gittik, Şef’le tanışmam için mutfağa davet edildiğimde tezgahta Füme Somonlu bir pizza gördüm. “Bu nedir?” dedim. Mönüyü gösterip “Spago Pizza” dedi. 🙂

Başka bir sefer, bu tarz bir şey oğullarımlayken başımıza gelmişti. 10 yaşındaki oğlum tam bir futbol düşkünüdür. Manchester United’ı ve Van Persie’yi de çok sever. Hatta Van Persie’nin İstanbul’a geldiğine bayağı üzüldü. Bundan iki yıl kadar önce, Manchester’a gittiğimizde, bir restorana girdik ve mönüye bir baktık ki “Spago Pizza” yazıyor. Garson benim kim olduğumu bilmiyordu tabi. Onu çağırıp, “Spago Pizza nedir?” diye sorduk ve o da “Oh! Bütün pizzalarımız İtalyan stilidir!” deyip, füme somonla yapıldığını, ne kadar lezzetli bir şey olduğunu uzun uzun anlattı. 🙂

“Gittiğim bazı restoranlarda “Hesabın yarısını ödeseydim, belki karşılığını almış olurdum” dediğim abartılı fiyatlar oluyor.”

Spago Restaurant’ı ve ekibinizi nasıl tanımlarsınız?

Dünyanın her tarafından yeni Spago’lar açmamız için çok fazla teklifler alıyoruz. İsteseydik bugün Bombay’da da, Delhi’de, Paris’te de, Madrid’de de veya Güney Amerika’da da olabilirdik. Ama eğer şefleri ve yöneticileri tanımıyorsam bunu yapamam. Çünkü onlar beni, stilimizi, kültürümüzü, insanlara nasıl hizmet ettiğimizi bilemedikleri için, bu çok zor olurdu. Bu yüzden çok az restoran açtık. İnsanlar çok sanıyor ama aslında uzun zamandır bu sektörde olduğumu düşününce, aslında hiç de değil.

Spago İstanbul’daki ekibime gelince, buradaki Executive Chef’iyle 7-8 yıldır beraberdim. Sous Chef ve Pasta Şefi de aynı şekilde benimle uzun yıllar çalıştı. Dolayısıyla benim ne istediğimi, mutfaktaki prensiplerimi bilirler ve onlar da bu kültürü, nasıl yaptığımı bilerek benimle çalışır.” Biz müşterilere iyi bir hizmet vermek için buradayız. Ben değil, onlar ödüyor sizin maaşlarınızı, o yüzden insanlara iyi bir deneyim yaşatmamız gerek” derim her zaman. Öbür türlü belki hızlı ve daha çok para kazanırsın ama 2 yıla kalmadan kapanırsın.

Los Angeles’da genç şeflerin pek çok yeni restoranı açıldı ve baktığınızda en az “Spago” veya diğer restoranım “Cut” kadar pahalılar. Bazıları hem çok komforsuz hem de yemeklerinde ıstakoz gibi, trüf gibi, havyar gibi veya kobe gibi, pahalı ve özel bir malzeme bile kullanılmadan, hem yemekler, hem de hizmet en basite indirgenmiş haldeyken, servis çatalı ve bıçağında bile ucuz malzemeler tercih edilmişken, sanki lüks bir şeymiş gibi, adam başı 250 dolar hesap ödemek bana saçma geliyor. Böyle bir yerden çıkarken, diyorum ki; “yarısını ödeseydim, sorun etmezdim.”

Bon Appetit gibi dergiler Los Angeles’daki en iyi restoranları belirleyince, sevinerek gidiyorum ama bir bakıyorum ki “evet iyi, ama harika değil”. Bakarsanız gerçekten de 3 saat orada oturup, o yemeği yemek, beni heyecanlandırmaz. Oysa İspanya Gerona’daki bu sene oğlumun çalışmaya gittiğini söylediğim “El Celler de Can Roca”da 2 kişi 500 dolar hesap ödesem, sonuna kadar hak ettiklerini düşünürüm. Çünkü yemekler sadece iyi gözükmüyor, tadı da umduğumdan da fazla derecede iyi çıkıyor.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

“Restorancılığı sadece masalara “hoş geldiniz” diyerek, güzel kızları öpüp, selamlaşmak zannedenler var”

Başarılı bir restoran için gizli bir formülünüz var mı?

Böyle gizli bir formülüm olsa, onu bir şişeye koyar ve satardım ve bu sayede çok fazla para kazanırdım herhalde. Herkes restoranlara bakıp, çok kolay olduğunu düşünüyor. Amerika’da o kadar çok örnek var ki, doktorların ve avukatların bile artık restoran işine girdiği… Akşamları beni müşterilerle sohbet ederken görüp, buna özeniyorlar ama, sabahın en erken saatlerinde malzeme tedariği için balık pazarına, sebze haline, markete giden de benim! Şefleri de, şef yardımcılarını da, pasta şeflerini de, herkesi benim yetiştirmem gerekiyor. Oysa onlar, bunların kendiliğinden oluştuğunu sanıyorlar. Sadece işin “merhaba, nasılsınız?” diye hatır sormaktan ve güzel kızları öpüp selamlaşmaktan geçtiğini zannediyorlar ama, aslında durum öyle değil. 🙂

Yemek yaparken kullandığınız favori bir malzemeniz var mı?

Aslında yok ama yemeklerimde tuzu illa ki kullanırım. Bir de hafif acılı yapmayı severim.

Ellen Show’da Ellen Degeneres’e yaptığınız “hafif acılı” gibi mi? 🙂

İzlediniz mi? 🙂 Şakalaşmayı çok severim, onu bilerek yaptım. Bazen televizyon showlarına katıldığımda onlara takılmak için bayağı acılı yapar ve “hadi tadına bakın” derim. Bir çatal aldıklarında ağızları yanar, gözleri yaşarır. Sonra da ben bir lokma alırım ve “Anlamadım ki bunun neresi acı?” derim. 🙂

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis
(Meşhur Somonlu Pizza dediğim enfes şey, yakından böyle işte…)

Biliyorum ki Oscar törenlerinde her sene en çok 2 şey merak edilir; “Acaba Oscar ödüllerini kim kazanacak ve bu akşam Wolfgang Puck bize hangi yemekleri hazırlayacak?”

Oscar şovunu hazırlayan kişilerle oturup, bazı şeyleri önceden beraber belirleriz, ama en sonunda yemekte nelerin olacağına ben karar veririm. Çünkü taze malzeme olarak, neler bulacağımız hep son dakikada belli olur ve mönü de ona göre şekillenir. Ünlülerin çoğunun en çok neyi sevdiğini iyi bilirim. Bu yüzden benim için mönü hazırlamak çok kolay bir şey.

Mayıs ayında Bell Air Hotel’de bir parti vermiş ve Barbra Streisand, Sylvester Stallone, Al Pacino gibi isimleri davet etmiştim. Barbra geldi ve “Ah! Keşke bu akşam da o Oscar törenleri için hazırladığın “Chicken Pot Pie”lardan (Tavuklu Turta) olsaydı” dedi. “Özellikle senin için onlardan da yaptım” dediğimde, favori yemeğini hatırladığıma ve yaptığıma inanamayıp, çocuklar gibi sevindi. İnsanları tanıyınca, bunu sağlamak çok kolay.

Herkes Hollywood ünlülerini mutlu etmenin çok zor olduğunu düşünür ama neyi sevdiklerini biliyorsan bu oldukça basit hale gelir. Tom Cruise restoranıma geldiğinde orta-iyi biftek tercih ettiğini ve diğer garnitürlerin ayrı ayrı minik tabaklarda sunulmasını sevdiğini bilirim mesela. Tom Cruise size geldiğinde, artık nasıl hazırlık yapacağınızı şimdi siz de biliyorsunuz. 🙂

“İstanbul’a bir de Asya restoranı açmayı düşünüyorum”

O zaman son soru olarak, kuralı bozmayalım ve haydi bir klasikle bitirelim: “İstanbul’u nasıl buldunuz?” 

Harika bir şehir. Özellikle son bir kaç yılda bütün dünya tarafından da keşfedildi. Daha önceden İstanbul, sıradan bir şehir zanneliyordu. Şimdi ise buraya gelenler, “Aman Allahım! Burası Los Angeles veya New York gibi bir metropol!” diyorlar. Arkasında inanılmaz bir tarih, harika sanat eserleri kadar, modern bir dokunuş da var. Coğrafik özellikleri bi’ harika… Muhteşem bir Boğaz ve deniz… Bence dünyadaki en güzel şehirlerden biri İstanbul… Bazen insanlar San Fransisco’nun güzelliğinden bahseder, ben de “Önce bir İstanbul’u görün o zaman” derim. Aslında buraya daha uzun süreliğine gelip, biraz keyfini çıkarmayı, gezmeyi ve daha çok tanımayı da çok istiyorum.

Aynı zamanda bir çeşit gönüllü İstanbul elçisi de olmuşsunuz bu şehri tanıyınca… Peki bu durumda, başka bir restoran daha açma planınız var mı İstanbul’da?

Aslında yarın Pera civarında bir binaya bakmaya gidiyorum. “RE Asian Cuisine” isminde bir de Asya Mutfağı restoranı açmayı planlıyorum. Çünkü siz de baharatlı yemekleri ve paylaşmalık lezzetleri seviyorsunuz. 🙂

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

30 Ekim Tatil mi? 2 Kasım Tatil mi?

1

Tatil tatil tatil… Tatil güzel şey de bu kadar fazlası iyi mi? Biz aynı anda hep beraber böyle uzun uzun tatil araları verecek kadar zengin bir ülkeyiz de haberimiz mi yok yahu? 🙂
genel secim 1 kasim

Maşallah(!)  2015 yılı bol bol son dakikada karar verilen ve apar topar ilan edilen tatillerden oluşuyor. Önce kar tatilleriydi, sonra Kurban Bayramını birleştirerek upuzuuuun bir hale getirmekti derken, şimdi de Cumhuriyet Bayramı ve erken seçim sebebiyle, yine günler birleştirile birleştirile 30 Ekim de resmi tatil ilan edilmiş. Bu durumda 30 Ekim Cuma günü kamu çalışanları da izinli sayılacağına göre tatilleri 4 güne uzadı.

Milli Eğitim Bakanı’nın açıklamasına göre 2 Kasım’da da, seçimin ertesi günü diye, oylar sayılacak, okullar temizlenecek vs. diye öğrenci ve öğretmenlere yine resmi tatil edilmiş…

Haydi vatana millete hayırlı olsun. Pazar günü oyunuzu kullanmayı unutmazsınız değil mi? 🙂
Biliyorsunuz 1 oy, 1 oydur!

Bu Ay Doğan Burda Dergilerinden Beef And Fish’de Yazdım

0

Hey! Neredeyse haber vermeyi unutuyordum görüyor musunuz? Ben bu ay Doğan Burda Dergi Grubunun en iyi Yeme-İçme yayınları arasında bulunan “Beef & Fish” Dergisi’nde yazdım. Ekim sayısındaki 108 ve 109. sayfaları açtığınız anda, bulunduğunuz ortama bir nur gibi doğacağım, haberiniz olsun! 🙂

usengec-sef-dogan-burda-beef-and-fish

“Ağzının tadını bilenler için” sloganıyla çıkan dergi, tabi ki sadece et ve balıktan bahsetmiyor ama ağırlıklı olarak bu konularda harika makaleler, görseller, tarifler ve öneriler içeriyor. Eh içinde ben de olduğuma göre, bu ayki sayısı tükenmiş olabilir. Siz yine de bayilere bir bakın, olmadı rica ederiz, 2. hatta 3. baskısını çıkarırlar belki hihihih.

usengec-sef-dogan-burda-beef-and-fish

Derginin içinde Mehmet Yaşin’den gelen “yemekten tat almanızı sağlayacak 10 öneri” de bulunuyor. Kendisi de en az benim kadar yemek yemeyi sevenlerden biliyorsunuz. Cem Yılmaz’ın stand-up showunda, mekanda tadım yaparken, bir tabak daha nohut isteyen “gurme” amcaydı değil mi o? Nohut yemeğine benim de canım feda. Güzel yapılmışsa hiç hayır demem :))

Yeme içme sektörünün geleceğini, etler için saklama sürelerini, Bolu mutfağından öne çıkan tatları merak ediyorsanız, bunun için de dergiye bi’ göz atmanız şart.

usengec-sef-dogan-burda-beef-and-fish

Benim en ilgilendiğim bölümlerden birisi de izlenmesi gereken “Yemek” temalı filmler oldu. Şimdiden bu listeden bir kaç filmi, ilk fırsatta seyredilmek üzere aklıma yazdım. Ratatouille mesela… Oy ne tatlıdır. On kere izlesem bıkmam. Fırsat olsa da, oturup, hep birlikte izlesek. A-ah! Durun bakalım, belki ben bu konuda bir sürpriz yaparım belli mi olur? 🙂 Aklımın bi’ köşesinde projelendireyim en iyisi ben bunu… Mesela instagram ve Facebook takipçilerim arasından şanslı bir kaç kişi seçip bir araya gelip buluşmak, hatta birlikte yemek yeyip, sinema izlemek gibi. Evet evet neden olmasın? 🙂 Mesajı aldınız, @usengecsef  hesabımı instagramdan ve Facebooktan takibine de hemen başladınız değil mi? 🙂

Dediğim gibi bu ay Beef&Fish dergisinde en sevdiğim balık restaurantlarından Eleos’u ve gurme burgercilerden Ox Wine&Burger Bar’ı yazdım sizler için… Bir an önce okumak için sabırsızlandığınızı görüyorum, hemen bir bayiye uğrayın siz en iyisi.

Hadi! Yeni yazılar yazmak üzere işlerimin başına döndüm ben.

Sevgiler,

Üşenmek nedir bilmeyen Üşengeç Şefiniz

40 Euro’yla Yunan Adası Nasıl Gezilir? :)

6

Eşimle birlikte 9 günlük bayram tatilini, senenin son sıcak tatil imkanı olarak hayal ederek, kendimizi Bodrum’a atmaya karar verdiğimizde, araya günübirlik bir de Kos Adası seyahatini sıkıştırmayı kafamıza koymuş ve pasaportlarımızı yanımıza almıştık.

Bayramın birinci gününü eş-dost ziyareti, Türkbükü’ndeki favori mekanımız Pitahaya’da harika bir kahvaltı klasiği gibi ritüellerimize ayırınca, Kos Adası ziyareti için en uygun günü Cuma olarak belirlemiştik. Adaya yaz boyunca hafta içi her gün sefer yapılıyor olması, bizi seçim yaparken oldukça rahatlatmıştı. Ben Kos meydanında Sirtaki yaparken, eşim o kadar rahat mıydı onu bilemem ama, bu konuya sonra geleceğim:)

usengec-sef-sirtaki-dersi-kos-yunan-adasi

Bodrum, hem eşimin hem de benim çocukluğumuzdan beri en sevdiğimiz tatil beldesidir. Daha Güvercinlik tarafından yaklaşırken, hemen sağda bir anda beliren masmavi deniz ve bembeyaz evlerle karşılandığımız o manzarayı görür görmez, hemen içimize çocuksu bir heyecan ve coşku dolar. Bu seneki bu üçüncü seyahatimizden bir gün önce gerçekleşen inanılmaz miktardaki sağanak yağış ve sel görüntülerinden sonra, Bodrum bizi yağmurlu ve kapalı bir hava ile karşıladı ama bu hali bile ona olan sevgimizden hiç bir şey azaltamadı.

Perşembe akşamı, yarın sabah için yanımıza euro almak üzere Bodrum merkezde dolanırken, yolumuzun üzerindeki hangi ATM’ye uğrasak şansına ya işlem yapamıyordu ya da selden nasibini aldığı için hasar görmüş ve çalışmıyordu. Böyle böyle marinaya kadar geldik ve sonunda çalışan bir ATM bulup, para çekmiş olsak da, bu sefer de etrafta döviz bürosu kalmamıştı. Euro satın almak için en kötü, otelden yardımcı olacaklarını düşündüğü için, bizim beyi daha önce döviz bürolarının olduğu tarafa tekrar yürütme isteğim sonuç vermedi. Kendinden bu derece emin olması, resepsiyondaki görevlinin maalesef yardımcı olamayacağını söylemesiyle biraz sekteye uğrasa da, “olmadı kredi kartı kullanırız, ne olacak ki?” diye içimizi biraz rahatlattı. Cüzdanımın derinliklerine zamanında sıkıştırdığım bir 30 Euro vardı. Olur da bir gün nakitsiz kalırsam zor durumda yanımda bulunsun diye unuttuğum bir şey işte. 30 Euro! Wow bu nasıl zenginlik:) O zaman ver elini Kos! 🙂

yesil-marmaris-lines-bodrum-kos-feribot

Cuma sabahı, Katamaran adı verilen, hani bizdeki Bakırköy-Kadıköy arası çalışan deniz otobüslerini çağrıştıran ve Bodrum-Kos arasını 20 dakikada alan, “Yeşil Marmaris Lines” firmasının 9:15 kalkışlı hızlı feribotuna binmek için, bize söylenildiği gibi 1 saat evvelinden Bodrum Cruise Port’ta olduk. Erken gelinmesi önemli, çünkü oldukça kalabalık bir güruh sizinle aynı şekilde, karşıya geçmek için burada sıraya girmiş bile… Bir fikir vermesi açısından söylemek gerekirse, günübirlik gidiş dönüş bilet fiyatı sanırım adam başı 24 Euro’ydu.

yesil-marmaris-lines-bodrum-kos-feribot-usengec-sef

Bodrum-Kos feribotlarının kalktığı “Bodrum Cruise Port” denilen bu liman geçtiğimiz senelerde yapılmış en yeni limanlarımızdan biri ve Halikarnas Disco’dan devam edince hemen ileride bulunan İçmeler Mevkii’ne gidiş istikametinde yer alıyor. Ufak bir Gümrük bölümü ve mini bir freeshop’u var aslında, ancak merkezi olması ve araç park imkanı sayesinde avantajlı bir nokta. Özellikle hafasonu gidecek olanlar için tavsiyem biletlerini fiziksel olarak önceden almış olmaları ve tam 1 saat evvel orada olmaları… Zira özellikle hafta sonları ciddi kalabalık olduğunu feribota bindikten sonraki kaptanın şu anonsu ile daha iyi idrak ediyorsunuz: “Lütfen yanlarınızdaki koltukları çanta ya da özel eşyalarınız ile işgal etmeyiniz, ayakta yolcu kabul etmiyoruz, feribotumuz tamamen doludur ve her bir koltuğa yolcu oturacaktır.”

Yoğunluktan dolayı biraz rötarlı kalkmamıza rağmen, feribot kantininden aldığımız Cappucino’yu bitirene kadar kendimizi Kos Limanı’nda buluyoruz. Bu arada eşim, kantinden 10 Euro satın almış. Etti mi size 40 Euro. Harca harca bitmez artık.

yunan-adasi-kos-liman-kale

Kos Limanı gördüğümüz en etkileyici Limanlardan bir tanesi, zira Kos Kalesi’nin hemen yamacına kurulmuş. Limana indikten sonra yine dar ve küçük bir gümrükten geçtikten sonra Kos’a hoş gelmiş oluyoruz:)

yunan-adasi-kos-liman-marina-deniz

Liman çıkışından sağ tarafa doğru gittiğinizde merkez marina ve restoranlarının olduğu ve google’a “Kos” yazdığınızda çoğu resimde gördüğünüz o palmiyelerin olduğu yola geliyorsunuz.

yunan-adasi-kos-liman-marina-palmiye

Burası aynı zamanda “sight seeing” araçlarının da kalkış noktası. İki alternatifiniz var: bir tanesi  daha küçük bir merkez turu ile sizi gezdiren tren görünümlü bir araç; diğeri ise yaklaşık 1 saat süren ve daha yukarılardaki yapıları da görmenize fırsat tanıyan ve arzu ederseniz, aralarda inip, bir sonrakine tekrar binme şansınızın da olduğu, üzerinde “Hop on-Hop Off” yazan üstü açık midibüsler.

yunan-adasi-kos-liman-marina-ada-turu-tren

Hem bizim geldiğimiz katamaran, hem de ondan biraz daha uzun süren diğer açık feribot ile beraber, ada bir anda yüzlerce Türk ile doluveriyor. Zaten burada gözlemlediğimiz en önemli unsur kültürlerin iyice iç içe geçmiş olması. “Dil” unsurunu çıkardığınızda, iki halk arasında yaşam tarzı, hareket, üslüp, tavır olarak çok büyük farklar göremiyorsunuz. Ah! Bir de şu politikacılar olmasa:)

Biz öncelikle bahsettiğim kısa merkez turu için kırmızı bir eğlence trenine benzeyen araçlara atlayıp, hızlıca bir etrafı anlamaya çalışıyoruz. Bu turun kişi başı fiyatı 6 Euro. “Gitti caaaanım 12 Euro daha birinci saniyeden” diye şakalaşırken, cepte kalan 28 Euro ile neyse ki hala tek güvemcemiz kredi kartı:)

yunan-adasi-kos-ada-turu-usengec-sef

yunan-adasi-kos-liman-marina-denizGökyüzü alabildiğine açık ve masmavi, güneş pırıl pırıl… Adanın kendi büyük olmasına rağmen, merkez kısmı küçük, şirin ve bakımlı bir kasaba gibi. Bu hızlı tur sayesinde, biraz kafamızda fikir oluşuyor ve bu sayede en beğendiğimiz kısımlarına az sonra yürüyerek daha detaylı olarak gezebileceğiz.

Adanın en önemli ve meşhur figürü “Hipokrat Ağacı”… Bu ağacı görünce içim biz “cız” etmedi desem yalan olur.yunan-adasi-kos-usengec-sef-hipokrat-agaci

Çünkü zamanında, “büyüyünce ne olucaksın”?” sorusuna sanki çok kolay bir şeymiş gibi şapşal şapşal “Doktor” cevabı veren çocuklardandım ben de… Güya 10 sene tıp okuyup, Hipokrat yemini edecektim. Ne zaman ki kan grubumu belirlemek için, bir hemşire tarafından parmağıma batırılan bir iğne sonrası çıkan minicik kan, benim gözüme kocaman bir balinanın tepesinden fışkıran tonlarca su kadar devasa göründü… Ben oracığa “Şak” bayıl! Ayıldığımda ayağımın altında yastıklar mastıklar! “Aman kızım evladım, sen en iyisi mühendis ol, mimar ol, avukat ol ama doktorluk senin neyine!” kararını işte o gün vermiştim aslında. İlkokulda aşı günleri sıraların üzerinde nasıl kaçtığımı da görseniz yarılırsınız gülmekten:) Ama olsun, Kos’a kadar gelmişken, bu anıtsal Hipokrat Ağacı’nı ziyaret etmesem yine de bi’ eksik kalırdı 🙂

Tıp biliminin babası olarak adını tarihe kazımış olan Hipokrat’ın, bundan taa 2400 yıl önce gölgesinde öğrencilerine ders anlattığına inanılan “Hipokrat Ağacı”nın etrafı yerli ve yabancı pek çok turist tarafından sarılmıştı, bu yalnız pozu çekmek kolay olmadı anlayacağınız:) Hemen kenardaki Osmanlı Çeşmesi’ni inceleyen turist abiyi saymazsak tabi…

İyi de henüz kahvaltı yapmadık! Nasıl yani? Benim gibi hipoglisemisi olan birisini, aç karnına gezdirebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Ay! Kan görmeme gerek yok, şuracığa bayılazaaam. Benzinsiz araç nasıl gitmezse, ben de şu anda deponun sonuna kalan kirli benzinle son demlerini yaşayan bir araba gibiyim. Bilmem anlatabildim mi? 🙂

yunan-adasi-kos-begonvil-zakkum

Begonvil ve zakkumlar arasından rüya gibi bir sokaktan geçerek, iyi bir kahvaltılık mekan arıyoruz. Hangisi beğensem ve sorsak, kredi kartı geçmiyor. Nasıl ama yahu? Biz ona güvenmiştik!:)

Bir-iki-üç-beş derken nihayet karşımıza hemen deniz kıyısındaki “Mesgios” isimli bu balık restaurantı ve onun sevimli garsonu çıktı yolda. Bizi içeri davet ettiğinde, saat henüz öğlen bile olmadığı için balık değil ama kahvaltılık bir şeyler aradığımızı söyledim, “tabi ki” dedi gülümseyerek. Kredi kartının da geçtiğini öğrenince, derin bir nefes aldık. Çünkü biliyorsunuz ki; “Açken ben, ben değilim!”:)

yunan-adasi-kos-kahvalti-balik-restaurant
Tostlar, sahanda yumurtalar, saganaki peynirleri derken, şahane bir kahvaltı yaptık ve işte depoyu fulledim, artık gezmeye hazırım çünkü keyfim yerine geldi yahu! 🙂 İşte tam da bu kahvaltıdan sonrası, yazının en başındaki fotoğrafta benim, etraftakileri umursamadan, meydanda sevinçten “Zorba the Greek” filminin melodisini dilime dolayıp, kendi kendime “Sirtaki” yaptığım dakikalara denk geliyor:)

yunan-adasi-kos-meydan

Araba kiralamak ve bu aslında oldukça büyük olan adanın diğer güzel bölümlerini de rahat rahat gezmek istedik ama merkezde girdiğimiz araç kiralama firmalarının elinde ya hiç araç kalmamıştı, ya da oldukça döküntü görünen düz vites, plastik pencereli arazi tipi araçlar vardı. Kredi kartı da kabul etmediklerini öğrenince, ne de olsa günü birlik geldiğimiz için bundan vazgeçtik.

Meydandan başlayarak dolaşmaya ve fotoğraflar çekmeye başladık.

yunan-adasi-kos-meydan-kilise

Turkuaz mavisi ve beyaz rengi, Ege’yle çok bağdaştırdığım için Ada’daki en sevdiğim bu yapılardan biri de bu tertemiz boyanmış bakımlı kilise binası ve bu merdivenli sevimli sokak oldu.

yunan-adasi-kos-gezi-usengec-sef

Etrafta zamanında Rodos şövalyelerinin, Osmanlı’dan korunmak için yaptıkları pek çok kale var.

yunan-adasi-kos-gezi-kale

Aralarda tatlı molasını da ihmal etmedik tabi.

İşte onlardan birinde, vitrinde “Frozen Nutella” tabelasını görünce “Allaaaah! yeni bi’şey!” diye heyecana kapılıp, nihayetinde çikolatalı dondurmanın üstüne 1 kaşık nutella eklendiğini görünce, bu durumla çok eğlenirken ben… 🙂

yunan-adasi-kos-gezi-usengec-sef-nutella
Biliyorsunuz “Siesta” diye de bir gerçek var. Adamlar Yaz-Kış demeden, öğlen vakti 3 saat kadar dükkanlarını kapatıp, dinlenmeye gidiyorlar. Bu tarz durumda, gerçekten de çoğu cafe, mağaza ve restaurant kepenklerini indiriyor ve scooter’ına atlayan basıp gidiyor:)

Az da olsa, kapatmayanlar da var tabi.. Yunanistan’a gelip, mutlaka yapılması gerekenlerden biri de, hazır Siesta zamanı etraf tenhalaşınca, güneşin altında ortada dolanmak yerine, bizim “CrepeMania” denilen bu huzurlu mekanda yaptığımız gibi, devasa bir asma ağacının gölgesinde, kendinize rahat bir koltuk seçip, Yunanlıların ulusal içeceği olan “frappe”nizden yudumlamak…

yunan-adasi-kos-gezi-frappe

yunan-adasi-kos-gezi-tarihi-bina
Açık hava müzelerinden ve tarihi kalıntıları yakından incelemekten hoşlanıyorsanız, Kos merkezindeki “Agora” kalıntıları tam size göre… Palmiyeler bana biraz “Jurassic Parkı” anımsatsa da tekrar söylüyorum burası Kos 🙂

yunan-adasi-kos-gezi-agora-kalintilari

Feribotun geri dönmek üzere kalkış saati 18:00’de, dolayısıyla 17:30 gibi en geç tekrar limanda olmanız gerekiyor. Belki adanın tamamnını, plajlarını ve diğer tarihi yerlerini detaylıca gezip görme fırsatımız bu seferlik günü birlik ve kısıtlı bir kaç saat için geldiğimizde olamadı ama en azından bir dahaki sefere gelmek isteyip istemediğimize buradaki izlenimlerimize göre artık rahatça karar verebileceğiz.

yunan-adasi-kos-gezi-usengec-sef
Akşam yemeğine kalamasak da, akşam üstü için güzel bir yemek yemeden Ada’dan ayrılmak olmaz. Sanırım artık Siesta bitmiştir diye, yürüye yürüye hem arkadaşlarımızın tavsiye ettiği hem de sosyal medya aramalarımda önerilen bir mekan olan Barbouni Restaurant’a geldik, zaten onlar Siesta yapmıyormuş.
yunan-adasi-kos-gezi-barbouni-restaurant
Burası adadaki şimdiye kadar gördüğümüz yerlere oranla çok daha modern, yeni ve ferah şekilde dekore edilmiş, hemen deniz kıyısında bir işletme. İlk sorumu tahmin edebiliyorsunuz değil mi? Tabi ki en çok “kredi kartı geçiyor mu?” onu merak ediyorum :)) Çok nazik ve güleryüzlü bir garson bizi karşılıyor ve en güzel masalardan birine oturuyoruz. Menüden kendimize güzel bir Greek Salata seçiyoruz. Üzerindeki beyaz peynirin tadı olukça başarılı. Salatadaki sebzeler ise inanılmaz derecede taze. Biberler domatesler kütür kütür tabir ettiğimiz, sanki daha dalından yeni koparılmış gibi. Meğer aile sebze-meyve işi de yapıyormuş.

yunan-adasi-kos-gezi-barbouni-greek-salata

İlk kez Midilli’de tadına baktığımız ve pek beğendiğimiz yeşil renkli (yani en hafifinden) Barbayannilerle (Varvayanni diye okunuyormuş) dolu kadehlerimizi tokuştururken değmeyin keyfimize…:)
yunan-adasi-kos-usengec-sef-ouzo-barbouni-restaurant
Messinia Bölgesi’nden gelen, Hellim’i andıran yapıda ve inanılmaz lezzetli bir Talagani Peyniriyle başlangıcımızı yapıyor ve bunu artık akşam yemeği olarak konumlandırdığımız için, menüden tadını merak ettiğimiz pek çok şeyin siparişi verdik.

talagani-peyniri-messinia-kos-yunan-adalari-barbounikos-yunan-adalari-barbouni-levrek
Kabakla servis edilen marine levrek de, midye de çok lezzetliydi.

kos-yunan-adalari-barbouni-midyekos-yunan-adalari-barbouni-ahtapot-kalamar

Değişik lezzetler denemek istediğimiz için, masamızla ilgilenen beyin tavsiyesi üzerine denediğimiz Kalamar köftesi ise tad olarak bize pek hitap etmedi ama zaten ona gelene kadar pek çok şeyi oldukça beğenmiştik.

Hesabı istediğimizde beğenmediğimiz ve bir daha dokunmadığımız için o köfteyi yazmadıklarını söylediler. Hesap pusulasının içinden bir de Türkçe kartpostal çıktı:)

kos-yunan-adalari-barbouni-sakizli-muhallebi
Biz kalkmayı düşünürken, mekanın sahipleri olan anne-oğul masamıza geldi ve tanışıp öyle güzel kaynaştık ki… Kısa sürede Sevasti ve Christo’yla birbirimizi sanki yıllardır tanıyor gibi olduk. İstanbul’daki “Maria’nın Bahçesi” isimli restaurant’ın sahibesi olan Maria’nın da en yakın arkadaşları olan bu güzel insanlar, “illa bir tatlımızı yemeden sizi bırakmayız” dediler. “Çok isteriz ancak, feribot zamanımız yaklaştı” dediğimizde, Sevasti “merak etmeyin ben sizi arabayla bırakırım limana” diye ısrar edince, Sakızlı Muhallebinin tadına bakmak üzere oturduk. Eşim ki kendisi hiç sakız sevmez, (ben de pek bayılmam laf aramızda) bu tatlıya bayıldı.

Ben de isminin “Patsavouropita” olduğunu Christo’dan öğrendiğim Leros Adası’na ait bu su böreği görünümlü enfes tatlıya öldüm bittim. Bir çatal daha bir çatal daha derken, isminin bizdeki “Paçavra” kelimesiyle aynı manaya geldiğini öğrendim. Zaten okunuşları da çok benziyor. Nasıl da kaynaşmışız birbirimize. Tabaklar Paşabahçe, çatal kaşık Aryıldız, dükkan dekorasyonunda her yerde Türk rakıları… Hepsini Ege’nin karşı kıyısına geçip, en yakın komşuları olan bizden alıyorlar tabi:)

Hatta Christo bayağı Türkçe’de biliyor, gide gele öğrenmiş ve kendini daha da geliştirmek istiyor. Böyle Türkçe öğrenmeye çalışan yabancıların arada “İnşallah”, “maşallah” diye konuşmaları bana her zaman çok tatlı gelir. Gelenek, görenek, yakınlık, samimiyet… Eh fiziksel olarak da farkımız yok, inanılmaz benziyoruz, ben uzaktan bakınca ayırdedemiyorum şahsen kim Yunanlı, kim Türk. 🙂

kos-yunan-adalari-barbouni-restaurant-usengec-sef

Sevasti bizi limana bırakmadan önce, hep beraber tabi ki bu güzel günün anısına hatıra pozumuzu verdik. Ben hala buralara kadar gelip, toplu olarak bir “Sirtaki” bile yapamamış olmanın verdiği hevesle, hazır birbirimize böylesine sarılmışken, onlara da teklifimi yaptım. Bu kadar çılgın olduğumu düşünmedikleri için gülümsediler sağ olsunlar.

Ya farkında mısınız ama benim çok Sirtakim geldi, bir kursuna gitmek istiyorum sankiiii:) Gerçi Tango da, Vals de olur, yeter ki eşimi ikna edebileyim birlikte katılmaya…:) Bu arada bu tatilden cebimizde hala kalan 10 Euroyla döndük. Onunla bir kursa yazılırız artık:)

Zorlu PSM’de 8 Küp Dolusu Enstalasyonla İstanbul Bienali

1

Çağdaş sanatın yeni buluşma mekanı olan Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nin bu seneki etkinlik takvimi yine dopdolu. Hangi birini sayayım bilemedim ki… Abba şarkılarıyla insanın içini kıpır kıpır eden “Mamma Mia” müzikalinden, kadife sesiyle insanı romantizmin doruklarına çıkaran “Lara Fabian” konserine; eşsiz klasiklerden Shakespeare’nin ölümsüz eseri “Hamlet” oyunundan, ülkemizde de en çok sevilen arajmanların yaratıcısı olan, “J’ai quitte mon pays” ve “Zingarella” gibi pek çok efsane şarkıyla tüm dünyada gönülleri fetheden Cezayirli şarkıcı “Enrico Macias” konserine kadar pek çok etkinlik, Zorlu PSM’de birbirinin ardı sıra gerçekleşiyor. Sadece mideyi değil, ruhumuzu da beslememiz açısından bu tarz etkinliklerle arada kendimizi ödüllendirmemiz ve monotonluktan çıkarmamız nasıl da önemli aslında, sizce de öyle değil mi? 🙂

zorlu-psm-istanbul-bienali-sonsuzluk-usengec-sef

Bu aralar olur da sanat aşkına veya alışveriş uğruna Zorlu Center’a yolunuz düşerse diye, size şu anda devam eden 14. İstanbul Bienaliyle eş zamanlı olarak 1 Kasım’a kadar Zorlu PSM’de gerçekleşen ve benim de geçtiğimiz gün ziyaret ettiğim iki paralel etkinlikten bahsetmek istedim.

zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali
Genç ve yükselen sanatçılara görünürlük ve ulaşılabilirlik imkanı sağlayan Artnivo.com işbirliğiyle sergilenen bu iki projeden biri Zorlu PSM için özel olarak üretilen “site specific” yani “mekana özel” bir enstalasyon.

“Enstalasyon nedir?” diye merak edenler için “alışageldiğimiz sanat eserleri gibi çevresinden bağımsız değil de, belirli bir mekan için ve orasının özellikleri kullanılarak ortaya çıkarılan bir sanat türü” diyebilirim. En önemli özelliklerden biri de izleyici katılımının şart olması. İşte size bir örnek…
zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali
Suya yükledikleri derin anlamla tanınan “Yoğunluk İnisiyatifi” grubundan 4 sanatçının Zorlu PSM’nin ön cephesindeki tüm camların kenarına boru konstrüksiyon kurarak ortaya çıkardığı bir sistemle oluşturulan sis bulutunun önce gözle bariz şekilde görülebilirken, sonra yoğunlaşarak tende hissedilebilen bir nesneye dönüştüğü “Süblim” enstalasyonu mesela… ve işte suyu havada görüp, ardından teninde damlacıklar halinde hissetmeyi deneyimleyen izleyiciler…
zorlu-psm-konser-sublim-sanat-istanbul-bienali

Bu rüya gibi ilginç ve muhteşem deneyimi siz de yaşamak isterseniz, günden 2 kere olmak üzere, genelde öğlen 12:00’de ve akşam üstü 17:30 civarında gerçekleştirildiğini ve ücretsiz olduğunu söyleyeyim unutmadan…

Zorlu PSM Sanat Galerisi’ndeki diğer etkinlik ise yine izleyici odaklı ve ona bir deneyim yolculuğu yaşatmayı hedefleyen ve bu uğurda farklı disiplinlerden faydalanan 10 Türk sanatçının ortaya çıkardığı “40 metre / 4 duvar / 8 küp” projesi…

Bienal boyunca her gün 10:00-21:00 saatleri arasında yine ücretsiz olarak ziyaret edilebilen bu sanat çalışmalarını, konserlerden biraz önce gelip, mis gibi de gezebilirsiniz.

“Koş Ali Koş” isimli bu çalışma İstanbul’a göçü temsil ediyor.

zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali

zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali

zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali
10 farklı sanatçının, 8 küp içinde yer alan çalışmalarını bir araya getiren bu projede, bana en ilginç gelen, “sonsuzluk odası” denilen bu bölüm oldu. Sanatçının amacı, insanın mekan algısını tamamen değiştirerek, o mekanı adeta yaşayan bir organizmaya dönüştürmekmiş ve başarmış  da… Boşlukta oturuyormuş gibi hissedilen, o tuhaf sonsuzluk algısını, burada ciddi ciddi sorguluyor insan…
zorlu-psm-usengec-sef-sanat-istanbul-bienali

Tüm bilgileri, fotoğrafları, videoları artık “Cloud” denilen buluta atıyoruz ya? İşte bu enstalasyonda da sanatçı bunu bir türlü anlamadığından bahsetmiş ve “bütün bilgi havada mı dolaşıyor, nerede geziniyor?” diye düşünürerek, bu hortumlardan bilgilerin aktığı bir sistem hayal etmiş kendi dünyasında.

zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali
Artnivo.com sanatçıları Refik Anadol, Serenay Şahin, Leyla Emadi, Can Akgümüş, Selin Balcı, Gülhatun Yıldırım, Ali Şentürk, Burak Dak, Erdal İnci ve Sibel Diker’in özgün ve birbirlerinden bağımsız anlatımlarını içeren bu 8 ayrı küp, mekana özgü olarak oluşturulmuş. Bundan sonraki sergiler için bu alanın bu mimariyle muhafaza edilmesi düşünülüyormuş.
zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali

Hepsini anlatmayacağım ki gittiğinizde size de sürpriz olsun 🙂

zorlu-psm-konser-sergi-sanat-istanbul-bienali

İlgili söyleşi ve workshoplara da katılmak isterseniz, detaylar şöyle…

  • Söyleşi (10 Ekim 2015 Saat:14:00 – 15:00 )

Ebru Yetişkin moderatörlüğünde gerçekleşecek konuşmada Yoğunluk İnisiyatifi grubundan İsmail Eğler, Nil Aynalı Eğler ve Nezih Vargeloğlu’nun, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nin ön cephesinde 14. İstanbul Bienali süresince sergilenecek “Sublime” isimli yerleştirmeleri ve üretim süreçleri ele alınacak.

    Çocuklar ile Dijital Klonlama ‘Workshop’u (31 Ekim 2015 Saat:12:00 – 15:00) 

Çocukların ekip çalışması ile sanatsal bir video çalışmasını nasıl gerçekleştirebileceklerini görme ve deneyimlemelerinin amaçlandığı bir atölye çalışması… Sanatçı Erdal İnci tarafından yönlendirilecek olan bu çalışmada, çocuklardan oyun gibi, çok basit kurallar dahilinde performans yapmaları (dans, koşma, zıplama gibi) istenecek. Yarım saatlik performans ve çekim aşamasından sonra montaj aşamasına geçilerek, 1 saat süren montaj aşamasında çocuklara bilgisayar başında programın nasıl çalıştığı ve temel prensipler gösterilecek. Çocuklar performans sırasında kullanmak üzere hulahoop, top, kurdela, bayrak, kumaş parçaları gibi enstrümanları yanlarında getirip kullanabilirler.

A Great Experience with St. Regis İstanbul and its Butler Service

0

Imagine a hotel, embedded in the heart of Nişantaşı, one of the best addresses in İstanbul, where world famous fashion brand stores meet art galeries and the finest venues for dining and entertaining, situated across from Maçka Park alight with all the hues of green and offering glorious views of the Boshporus to top. Furthermore, a hotel that makes one feel its absolute commitment to art and service quality. It’s hard to imagine finding all these aspects all at once, isn’t it? When you read my experience beyond expectation at St. Regis Hotel İstanbul, you will understand why I am so excited to share this unique experience with you.

As the most luxurious brand of Starwood Hotels and Resorts, one of the most important hotel groups in the world, St. Regis is a hotel chain that targets new age “luxury travelers”. It’s locations span more than 30 of the most important cities of the world. You may recall that, when it first opened last year as a joint venture of Starwood Hotels & Resorts and Demsa Group, I had been one of the first to visit, attending an invitation by world famous 2 Michelin Star, Master Chef Wolfgang Puck, official Chef for the Oscar parties for the last 21 years, to his restaurant Spago and shared my impressions with you.
This time I stayed at The St. Regis İstanbul for a whole weekend so that I can experience and share with you the whole atmosphere of the hotel and not just the restaurant. If I say to you that ‘The Bentley Suite’ excited me and my husband just as much as Wolfgang Puck’s Spago, you may think “isn’t Bentley a car brand? What does it have to do with the hotel?”. Don’t hurry, I will explain.

st regis istanbul nisantasi 1

Otelin başlangıç hikayesi 1890’ların Amerikası’na dayanıyor. “Altın Çağ” denilen o dönemde Caroline Astor adında varlıklı bir kadın yaşıyor. O dönemin en zengin politikacı ve sanatçılardan oluşan “The 400” diye bir grup kurmuş ve bugün Empire States’in olduğu yerde Beş Çayı partisi gibi davetlerle bir araya gelerek, bu etkinliklerde “butler service” denilen uşaklardan hizmet alıyorlar.

The story of the hotel begins in America in the 1890’s. In the times called “the Gilded Ages” lived a wealthy lady by the name of Caroline Astor. She formed a group called “The 400” which consisted of the richest politicians and artist of the time who met where the Empire State Building stands today and enjoyed Tea Parties served by “Butler Service”.

Caroline Astor’s son, John Jacob Astor IV, having been brought up with these events grew up to integrate these traditions in his own hotel and did what was never done before by opening the first St. Regis Hotel in 1904 on the corner of New York’s famous 5th Avenue. Having differentiated his hotel from all others with the “butler service” the hotel is chosen “America’s best” in its first year. Would you like me to enlighten you about “what a butler does”?
st regis spago manzara 1

Isn’t time the one and most valueable thing that we have the least of in our hectic lives? During our stay the biggest support in terms of our limited time came from the “St. Regis private butler service”. How? Let me explain and you’re going to love this.
The slogan of the butlers trained by Head Butler Atilla Cimşit, a graduate of the school that trains butlers for the British Royal Family who went on to extend his experience on luxury cruise liners such as Crystal Cruises and lived in Canada for 26 years, is ‘Allow me’ meaning ‘allow me to do it for you’.

Let’s say you are staying at the St. Regis, you can ask your butler to take care of anything that you don’t have time to deal with or that you don’t want to bother with. These butlers who think of every detail to assure that the guests have the best experience possible during their travels are immaculately presentable as well as very well versed in their foreign languages.

They are more like ‘Pepper Pots’ in Iron Man rather than ‘Alfred’ in Batman. They are more than pleased to organize anything for you from in-room dining to your morning newspaper, acquiring a gift that you left to the last minute to take care of or having your suit dry-cleaned before your meeting the next day. From unpacking to re-packing your suitcase to researching and purchasing a book that you want to read, all your needs will be taken care of by these butlers as if they are your right arm. You just call the butler service desk, they take care of your requests and when necessary send the butler to your room. This is an ideal and wonderful service for those guests who have everything but don’t have an abundance of ‘time’. As I’ve had the experience I can honestly say that it’s a great pleasure. The best part is that whether you’re staying in a Suite of standard room at The St. Regis, you can take advantage of this service. You can even send an e-mail or text your request thru Whatsup 24 hours a day 7 days a week. But a word of caution: This can get easily addictive! 🙂 I have to admit that when we came back home and no longer had the butler service, we were lost, I called ‘Sebastian, Sebastiaaannn?’ towards the back room, but unfortunately there was not reply 🙂

st regis istanbul lobi 3 1
The hotel doesn’t boast “The best address in İstanbul” in vain. You leave your room and 1 minute later you are in the center of Nişantaşı where the best store, care, restaurants, entertainment venues and art galeries are located. If you feel like a walk in the park, Maçka Park with all its glory, resembling the Central Park we see in movies, is right across from the hotel. Taksim is a 15 minute walk…
st regis spago manzara 3 1

If you want to see Sultanahmet, Karaköy and the historical peninsula it’s near by as is the Osmanbey metro entrance, a mere 1 km from the hotel.
st regis hotel lobi 1
The St. Regis İstanbul has a total of 118 rooms of different composition and size including 14 suites, designed by award winning architect Emre Arolat with inspiration from the 1920’s ‘Art Deco’ period in İstanbul. Do you remember those display cases that used to fill the most prominent space in the living room of all our homes, in which we would display our most precious crystal glasses, photo frames and accessories. The display case covering a whole wall in the lobby, rich with books by Assouline and precious Hiref creations, and the cases used to decorate the rooms and suites, have been inspired by these old glass cases with the added effect of the ‘Art Deco’. Earth and bronz tones are prominent throughout the hotel.

st regis hotel istanbul 1
When you stand in the Atrium and look up you will see ‘Supernova’ a lighting installation created by the matematical joining of hundreds of glass panels. Even the cleaning of this 3D lighting fixture, that’s even more impressive when viewed from the mezzanine floor and ‘pushes the limits of design’, is a ‘case study’ that requires immense operational success.

st regis istanbul the library 1

‘The Library’ located on the mezzanine floor boasts a fireplace which offers a romantic setting to curl up with a book on a winter day.

st regis istanbul sanat 1 1

One of the most impressive aspects of the hotel is that, original art work by contemporary artists both local and international, such as Botero, Andy Warhol, Sam Francis, Devrim Erbil, Bedri Baykam and Ahmet Gümüştekin, belonging to the Demsa collection, one of the world’s most prestigious art collections, are on display in all public areas including the guest rooms. I was told that with the increase in artistic endeavors, this collection which was started professionally by Demet Sabancı Çetindoğan and her husband Cengiz Çetindoğan 13 years ago, is now being transformed into a museum curated by Zaha Hadid, the first female architect Pritzker award winner. It was contemplated as the first step of an organic structure forming a platform from the beginning of Islam to Annish Kapoor.

st regis istanbul sabanci sanat 1
I hope she wouldn’t hear that but, the painting that I lovingly call ‘chubby lady with cat’, ‘La Prima Donna’ by Fernando Botero, one of the world’s greatest artists alive, is displayed right by the elevators on the Atrium level of the hotel. The 78 year old Colombian artist that declared ‘ I paint fat people because round and voluminous lines reflect humanity, nature and the joy of living’ is famous for his style of depicting chubby people and animals.

st-regis-hotel-istanbul-astor-balo

The Astor Ballroom which can accomodate 160 guests has an unbelievably beautiful ambiance created by it’s onyx inlaid bronz wall panels and polished ebony ceiling. The hotel has 7 meeting rooms, equipped with the latest technology, most of which are on the mezzanine floor, with wonderful views of Maçka Park and natural day light all day long.
st regis istanbul toplanti odasi 1

The ‘Love’ sculpture by Robert Indiana in front of St. Regis Brasserie, located on the street level of the hotel, at the junction of Mim Kemal Öke and Abdi İpekçi Streets is an iconic pop-art piece that can be identified with brand cities around the world. You wouldn’t believe what kind of questions I had to answer from passers by just to take this photo for this photo shoot we did for you. This is instagram point that I think all hotels should have to support better relationships with their customers and the message is very clearly full of “LOVE” 🙂

st regis istanbul brasserie 1 1

This hotel with all the art work from the collection of Demet Sabancı Çetindoğan and her husband, the owners of the hotel, is no different than a museum. One could visit this valuable art platform if only to see the art work. When you add Spago and Brasserie restaurants to the Park, shopping and spa, it’s more than just a hotel, rather an intricate complex waiting to be discovered.

During my conversation with the young but experienced Director of Marketing Selim Ölmez who has been in the Starwood Group for 17 years working in Ankara, Qatar, St. Petersburg and Abu Dhabi, I find out that a very important part of the culture here is preserving heritage and paying homage to tradition.

st-regis-hotel-istanbul-spago-teras

For example, they claim ownership of the famous Bloody Mary cocktail, which was first prepared in St. Regis with tomato juice, celery stick and herbs. They even have a special version for St. Regis Istanbul, made with Rakı and Şalgam, names “Misty Mary”.

They also have this Champagne sabering ritual that is carried out at all St. Regis’, dating back to the times of Napoleon. According to this ritual, every Wednesday, guest gather at the Atrium of the hotel to observe the General Manager and Head Butler, open Champagne bottles with swords called ‘Sabers’ and serve Champagne to all their guests.

ROOMS
Come lets talk a little about our Deluxe room which is the perfect synthesis of modern and classic design.

st regis istanbul suite manzara 1

The first thing one notices is the 46” flat screen TV, high speed internet and the large and comfortable bed made specially for the hotel.

Calming and peaceful tones of earth and bronz have been used on the furniture and the lighting fixtures of the room that has been outfitted with valuable works of contemporary art. You can sit in your wingback chair across from resplendent views of Maçka Park and The Bosphorus and sip coffee that you have made with the Nespresso machine in your room or requested from your Butler.

st regis istanbul suite 3 1

St regis hotel manzara 1

The glorious bathroom with it’s completely marble covered surfaces, double sink, bathtub and closet sized shower also has a 19” televison imbedded in the bathroom mirror. The patterns on the walls are based on the first insurance maps of İstanbul created by the French. You can see this pattern in many areas of the hotel as well as on the meeting room walls. When you look closer you can make out the name of some streets written in French, helping you to identify the town and bringing on a feeling of nostalgia.

st regis istanbul suit banyo 1

There is still a long time until dinner and a lot of corners of the hotel waiting to be discovered. So I think it is a good idea to order for in room dining, the famous Salmon and caviar pizza by the Chef of Spago restaurant, Wolfgang Puck, that I have been raving about to my husband for such a long time.

st regis istanbul spago somon pizza 1

Before we let this delicious wood oven pizza with Creme Fraiche on the base and chives to top it off, overwhelm us with pleasure I think we should continue our exploration.

BENTLEY SUITE

Our first stop is the ‘St. Regis Bentley Suite’ that I mentioned in the beginning.

st regis istanbul bentley suite 3 1

Bentley Suite is a consept suite designed completely by Bentley, incorporating handmade furniture and accessories that are the same of those used in the car itself.

A result of the collaboration between Bentley Motors and The St. Regis and inspired by the Bentley Continental model, this suite is a Robb Report award winner. Every detail of the room relates to some aspect of the car, from the dashboard to the clock, the car seats to the sound system, the seat belts to the backgammon board each aspect of the car is represented.

This Suite, which boasts a bed with a footboard resembling the front panel of the Bentley, from which emerges a remote controlled television, and has a spacious balcony and wide windows overlooking Maçka Park and the Bosphorus, speaks to the heart of luxury and performance lovers, but especially to the little boy that never grows up in every man. I can safely say this as my husband was entranced. 🙂

st regis istanbul bentley suite 4 1

st regis istanbul bentley suite 1

st regis istanbul bentley suite 2 1

The couch upholstered with special Bentley leather with it’s special Champagne chiller compartments just like in the vehicle resembles the lines of the Continental with it’s strong lines and curves.

st regis istanbul bentley suite 7 1

The Breitling clocks located in the bar area, same as in the Bentley, show the times for İstanbul, London and New York. Even a signature Bentley cigar case was not left out. The price of a night in this suite is around €5,000. It could be a blast to host a crowded bachelor party here 🙂

st regis bentley bulgari 1

The 185 square meter Presidential Suite that we visited next offers a huge terrace, private kitchen and a large marble table for meetings or dining.

st regis suite oda 1

st regis istanbul kral dairesi 2

st regis istanbul kral dairesi 1 1

st regis istanbul presidental suite 1

After exploring all corners of the hotel it’s time to head to the most enjoyable location. Since I’ve now put on my robe, its time to go bye bye for a little bit!

st regis istanbul spa 3 1

IRIDIUM SPA

Yes! Of course my first target is Iridium Spa! 🙂

st regis istanbul iridium spa 1

The Spa situated on 950 square meters has 7 massage rooms, 3 indoor pools of different sizes, a hammam and a Technogym outfitted with state of the art equipment incorporating outdoor trainings programs as well. If my stay is during good weather season I would undoubtedly prefer to take a brisk walk at Maçka Park right across the street for the benefit of fresh oxygenated air.

st regis istanbul havuz 1

At the Spa, luxury brands such as Sundari and Omorovicza are being used for skin/facial treatments.

st regis istanbul spa bakC4B1m 1 1

I’m excited for the relaxing massage that I will be receiving from Ms. Ayfer who comes highly recommended.
st regis iridium spa 5 1

When she sees how sore I am from sitting at my desk in front of a computer all day she suggest to add a little Swedish and a little medical massage in to the mix. Once I turn myself over to the expert, I end up receiving the best and most effective massage of my life; I want to specially congratulate Ayfer hanım for her magical hands and her commitment to her work.

st regis istanbul iridium spa 2 1

There are resting rooms for those who don’t want to go up to their room straight after their massage, but even though I am completely undone I can’t afford to procrastinate too much as I really want to see what St. Regis Brasserie, where we will be having our dinner, looks like during the day.
st-regis-hotel-istanbul-iridium-spa-relaxing

ST.REGIS BRASSERIE

Petit “O” Bar, located off the Atrium of the hotel is worth a visit, if not for it’s famous cocktails and spirits including the afore mentioned Bloody Mary and Misty Mary, for “Bosphorus Breeze” a painting by Bedri Baykam.

st regis istanbul brasserie 2

The elegant and comfortably designed restaurant, offering views of the hustle bustle of Nişantaşı as well as the opportunity to watch the open kitchen show put on by the chefs, resembles the famous Parisian brasseries of the 1920’s. This being the case, naturally, society patrons, business people and Nişantaşı lovers have already designated these coveted tables as their new meeting place.

st regis istanbul brasserie 3 1

It is said that, back in the day, legendary Jazz musicians first took stage on the terrace of St. Regis New York. Now they have a similar Jazz club project for this brasserie in İstanbul. If there was a platform for soft, modern jazz and Jamie Cullum style covers, we would be the first to go; this is something that look for but can not find in İstanbul!

st regis brasserie menu 1 1

The Executive Chef Gürcan Gülmez has integrated Turkish flavors with touches of contemporary French cuisine to create a menu rich with choices for lunch and dinner.st regis istanbul brasserie sef 1

st regis brasserie menu 2

st regis brasserie 3 1

We started with ‘warm seafood plate’ consisting of ‘sous vide’ lobster, squid and shrimp with caramelised beetroot, pistachio crust and cucumber topped with lime foam. They cook Turkish flavors with French styles. Therefore even though there is a French touch the result is suitable for our palates.

st regis brasserie 4 1

As our main dish we chose one of the most ostentatious dishes on the menu, Lamp Shank and Beetroot Confit on a bed of Aubergine Purée. The shank is cooked for 12 hours in olive oil and flavored with cranberry and tarragon to form a ball which is then rolled in an olive crust. It’s served on an aubergine purée with the consistency of foam and topped with crisps made of lamb and pomegranate juice. The result? A delight!
st regis brasserie 5 1
For desert the Chef suggested Pavlova with basil sauce served with Valrhona white chocolate mousse, fresh fruit and strawberry ice-cream and we like the idea very much 🙂

st regis brasserie tatli 1

SPAGO RESTAURANT

Spago with it’s menu that reflects famous Chef Wolfgang Pucks ‘farm to table’ philosophy is an extra addition to the culinary culture of İstanbul…

We appreciated that the prices at Spago have been kept moderate, unlike what we are used to in other restaurants of Michelin star chefs around the world, aiming to reach a wider audience. You can read my previous review of Spago where I’ve shared my impressions of it’s cuisine in my Blog.

After dinner, we relaxed on the terrace of Spago, the Bar-Lounge section, with live DJ performances 5 nights a week, that takes your breath away with unparalled views of the Bosphorus as well as its delicious menu, music and signature coctails.

st regisspago teras bar 1

With these qualities, Spago’s terrace has made a swift entry into the list of trendy places to hang out on Summer nights. The rasberry red cocktail ‘Forbidden Kiss’ unique to Spago, is only one of the factors that contribute to the amazing view.

st regis spago kokteyl 1

st regis spago teras 1

BREAKFAST AT SPAGO

Even though it’s Sunday, it’s best not to sleep ‘till noon. So come on, it’s breakfast time!  🙂

st regis brunch 2 1

Hotel guest take their breakfast in Spago. An open buffet breakfast of delicious high quality choices is served in the kitchen section.

You can sit inside or choose a table to dine outside, it’s up to your preference.

st regis spago restaurant 1

I really don’t think I have to spell out “there is nothing better then starting the day with a nice cup of coffee and my newspaper on the terrace of Spago”, it can be seen clearly on my face.

st regis spago coffee 1

I complete the first half of my breakfast with a nice vegetable omlet. Once you are done with the savory we can start with the sweet part of breakfast.

st regis brunch omlet 1

I think the star of the brunch at Spago with beautiful views of Maçka Park and the Bosphorus is this beyond amazing Pancake accompanied by colorful berries. I’ve been searching high and low for one so delicious but it was meant to be found today. I wish it would never end!

st regis brunch pancake 1Having managed to eat too much among the sweet and savory choices, it’s best if we take a nice after breakfast stroll in the gloriously green and invitingly appealing park across the street.

st regis istanbul manzara 1

Since we are in Nişantaşı, we say: “let’s arrange a meeting with out cousins” that we haven’t seen for such a long time. We came together for a little picnic in Maçka Park enjoying the shadow of a big beautiful tree. The weather was absolutely perfect.

st-regis-hotel-istanbul-macka-park-piknik

Now you see how my impressions on St. Regis İstanbul Hotel is. Time to say good bye until the next time 🙂

st-regis-hotel-istanbul-usengec-sef-hotel-deneyim
St. Regis İstanbul

Address: Mim Kemal Öke Cad. No: 35 Nişantaşı Şişli/İstanbul/Turkey

Zeytinyağlı Patlıcan Yemeği Tarifi

3

Bir Yaz boyunca “Aman canım! Sevdiğim şeylerin tadına bakamadıktan sonra, hayatın ne anlamı var ki?” diye diye, kiloları sen üst üste koy koy, ondan sonra artık resimlerde göbeğini içeri çekemez hale gelince, “amanın tombik tombalak bi’ şey oldum” diye panikle! Evet efendim! Aynen de kendimden bahsediyorum! 🙂 Millet Yaz yaklaşırken zayıflama derdine düşer, bende nedense tam tersi. İşi son dakikaya bırakmamak adına, şimdiden biraz dikkat etmeye ve hayatıma da ufaktan ufaktan artık sporu da dahil etmeye başlayacağım. İşte bunun için de size bugün pek sağlıklı ve lezzetli bir Zeytinyağlı Patlıcan Yemeği tarifini, yine her zamanki gibi eğlenceli şekilde ve tüm bildiğim detaylarıyla anlatıyorum. Her zaman dediğim gibi, ben yapabiliyorsam, siz neden yapamayasınız?
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Hazmı da kolaylaştıran, yoğurtla birlikte de, üstüne limon sıkarak da çok lezzetli olan, ister öğlen ister akşam yiyebileceğiniz, hem de daha sonra ısıtma derdi olmayan, soğuk tüketilebilen güzel bir ev yemeği işte size… Bu arada tariflerimi her zamanki gibi, zaten yemek yapmayı çok seven, bilen, hamaratlıkta sınır tanımayan hanımlara değil; mutfakla pek arası olmayan, mecburiyetten mutfağa giren, ev yemeğine hasret çeken öğrenciler, bekar evleri, yeni evliler ve çalışan, fazla zamanı olmayan hanım ve beylere yönelik anlattığımı artık sağır sultan bile duydu değil mi? Hadi o zaman başlayalım.

Adım adım Resimli Anlatımıyla Zeytinyağlı Patlıcan Yemeği Tarifi

Malzemeler (5-6 porsiyonluk)

1 kilo Patlıcan (Tombik değil, ince uzun olanlarını tercih edin, olur mu? 🙂

3 yemek kaşığı Zeytinyağı

1 diş sarımsak

1 adet orta boy Soğan

3 adet çarliston Biber (yani acı olmayan Yeşil Biber)

1 adet Kırmızı Biber (Kapya biber)

2 adet orta boy Domates

1 su bardağı kaynar Su

1 silme çay kaşığı Tuz

1,5 veya 2 adet küp şeker

Soğuduktan sonra üstüne de ince ince doğranmış Maydanoz yakışır severseniz:)

İlk olarak patlıcanlarımızı yıkıyoruz ve sap kısımlarını, biraz dikenli olduğu için, elimizi pek o kısma değdirmeden hemen kesip atıyoruz. Artık patlıcanlarımızı uzunlamasına şekilde pijama gibi şeritler halinde kesmeye geldi sıra.

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifiacemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifiacemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Bir kabuklu, bir kabuksuz olacak şekilde alacalı olarak soyduktan sonra, patlıcanınız eğer çok çok ince değilse, ortadan ikiye bölmekte fayda var. Şimdi artık rahat rahat dilimleyebiliriz. Yaklaşık 1,5 cm kalınlığında olmaları yeterli. Daha fazlası çok kalın, daha incesi ise pişince çabuk parçalanacağı için, pek tavsiye edemedim şimdi, o yüzden sakın tavla pulu gibi incecik yapmayın derim:)acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Bu patlıcan denilen meret, güzeldir güzel olmasına ama, eğer doğradıktan sonra, tuzlu suda yaklaşık 25 dakika- yarım saat filan bekletmezseniz, acı tadıyla daha sonra keyfinizi kaçırabilir. O yüzden ne yapıyoruz? Bir süzgeçin içine doğradıklarımızı alıp, altına da başka deliksiz bir kap koyarak, üstüne 1 çay kaşığı kadar tuz serpip, taşmayacak kadar maksimum seviyede suyla dolduruyoruz.

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifizeytinyagli patlican tarifi 9

Patlıcanlar da hafif oldukları için su seviyesi arttıkça yukarı doğru çıkıyorlar. O zaman da üstlerine düz bir tabağı kapatıp, ağırlık yapıyoruz ki, bütün dilimler tuzlu sudan nasibini alsın ve acılığını suya bıraksın:)İşte aynen böyle! 🙂

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Patlıcanlar suyun içinde keyif yaparken, biz de diğer malzemelerimizi hazırlayalım hadi!

İlk olarak soğanınızı yemeklik olarak hazırlayın. Ben pratik olduğu için donmuş soğan kullanıyorum ama size Yemeklik Soğan nasıl doğranır anlatmıştım, oradan iki saniyeliğine bakabilirsiniz.Sonra yeşil ve kırmızı biberlerimizi yıkayıp, içlerinden çekirdeklerini ve beyaz kısımlarını çıkarıp, yemeklik olarak doğrayacağız. Ben malzemeler kısmında yazdığımdan daha çok biber kullanıyor gibi görünsem de bunlar çok minik oldukları için sayıları fazla bilesiniz:)

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifizeytinyagli patlican tarifi 12acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifiacemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifiacemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Sarımsak zeytinyağlılara çok yakışıyor, fazla değil ama 1 diş sarımsak kullanabilirsiniz arzu ederseniz. Ertesi gün bile sarımsak kokmak istemiyorsanız, sayısını abartmamakta fayda var, değil mi ama? 🙂

Teflon tencereye 3 kaşık kadar zeytinyağı koyup, ocağın altını açıp, yağın biraz kızmasını bekliyorum. Kızması derken, delirtmeye gerek yok, başından ayrılmayın sakın, hemen bi kaç saniyede olacak biseyden bahsediyorum çünkü:)O esnada da ilk olarak içine az önce soyup, dilim dilim kestiğimiz sarımsakları atıyorum.

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifiacemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Sarımsak biraz yağın içine aromasını verip, hafiften pembeleşince içine küp küp yemeklik doğranmış soğanları ekliyorum ve karıştıra karıştıra yakmadan, sararmalarını sağlıyorum.Soğanlardan sonra sıra kırmızı ve yeşil biberleri ekleyip, onları da karıştırarak bir miktar pişirmeye geliyor.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Sıra geldi yıkayıp yemeklik doğradığınız domatesleri de eklemeye.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Yemeklik domates nasıl doğranır tıklayıp, bir göz atabilirsiniz:)
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Hepsini karıştırarak bir kaç dakika da domatesleri pişirdikten sonra, sıra geliyor içine şeker ilave etmeye.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Ben 1,5 küp şeker kullanıyorum, 2 de olabilir. Hem patlıcanın acılığını gieriyor hem de zeytinyağlı yemeklere yakışıyor şeker:)
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Bütün bu aşamaları hızlıca geçtiğimize göre artık assoslistimize, yani patlıcanlara geliyor sıra… Haydi acı suyunu süzelim ve iyi ki tuzlu suda bekletmişiz diye sevinelim.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Hatta yetmedi, biraz daha temiz sudan geçirip, iyice acı suyundan arındıralım.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Artık patlıcanlarımızı da tencereye ilave edebiliriz.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Başta gözünüze çok fazla gelecek ve alt-üst edip karıştırması biraz zor olacak ama merak etmeyin pişmeye başladıkça küçülecek ve tencereye daha rahat sığmaya başlayacaklar.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Üzerine 1-1,5 bardak kadar kaynar su ve bir silme çay kaşığı kadar tuz ekleyelim.
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifiacemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Tahta bir kaşıkla (tencere teflon olduğundan, çizmemek için tahta kaşık olması önemli) şöyle bir alt üst edelim malzemelerimizi tencerenin içinde…
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi
Şimdi tencerenin kapağını kapatıp, ocağın da altını kısığa alalım ve yaklaşık 20 dakika sonrasına saat kuralım. (Ben içeri gidince,ocakta bir şey olduğunu hemen unutuyorum da, telefonumun saat alarmını kuruyorum tavsiye ederim:)

Patlıcanlar piştikçe iyice yumuşak hale geldikleri için, sonlara doğru karıştırırken parçalanmamasına biraz dikkat etmek gerekiyor.Suyun büyük bölümünü çeken patlıcanlardan, gözünüze kestirdiğiniz bir tanesine şöyşe bir çatal batırın, bakın istediğiniz yumuşaklığa erişmiş mi?Böyle emin olamıyorsanız, bir tanesini dışarı alıp, biraz soğuduktan sonra ağzınızı yaklamadan tadına da bakabilirsiniz tabi:)İstediğimiz kıvama geldiğini düşündüğümüz anda ocağın altını kapatıp, tencerenin kapağını açarak, serince bir yerde oda sıcaklığına kadar soğumaya alalım.

acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Tencere iyice ısısını kaybettikten sonra artık kapağını tekrar kapatarak buzdolabında soğumaya alabiliriz. Zeytinyağlılara soğuk yenmek yakışır unutmayın, acele edip sıcakken yerseniz aynı lezzeti alamayabilirsiniz:)Servis ederken üzerine ince ince doğranmış maydanoz çok yakışıyor. Evde yoksa da dünyanın sonu değil tabi:)Ben ekşili tatları sevdiğim için bir tabağı limon sıkarak yedim, diğer seferinde ise üzerine yoğurt koyarak denedim ve bayıldım. Dediğim gibi her halukarda soğuk servis etmenizi tavsiye ederim:) Oh! ısıtma derdinden de kurtulduk yupppiii 🙂
acemilere-resimli-zeytinyagli-patlican-yemegi-tarifi

Umarım siz de bu adım adım tüm püf noktalarıyla anlatmaya çalıştığım bu tarifle, kolayca ve en leziz şekilde Zeytinyağlı Patlıcan yemeğinizi yapar ve afiyetle sevdiklerinizle tadını çıkarırsınız. Şimdiden afiyet olsun!

Su Ada’da Panaromik Boğaz Manzaralı Bir 360 Istanbul

7

Boğaz’ın tam ortasında, Asya’yla Avrupa arasında olmasına rağmen, İstanbul’un karmaşasından uzak, insana kendini tatilde gibi hissettiren bir büyüsü var Su Ada’nın… Gündüz havuzu, akşam restaurantlarındaki romantik ambiyansı ve her daim o eşsiz manzarasıyla bi’ harika! Kebabından sushisine, İtalyan mutfağından deniz mahsullerine, burada yer alan ve farklı damak zevklerine hitap eden pek çok mekana, Kuruçeşme iskelesinden ücretsiz teknelerle, 1 dakikada ulaşılabilmesi de büyük avantaj.

360-istanbul-su-ada-usengec-sef-bogaz
Bu sene katıldığım ve keyif aldığım akşamlardan birisi de Su Ada’da bulunan, işte bu restaurantlardan “360 Istanbul”un, yenilenen menüsünün görücüye çıkarıldığı “Tarçın Event’s” davetiydi.

Siz siz olun adaya adım atar atmaz, sembolik de olsa Asya ve Avrupa kıtalarını oklarla gösteren bu tabelanın altında fotoğraf çektirmeyi unutmayın. Şöyle güzelce kurulun altın varaklı tahtınıza ve İstanbul’un bütün güzelliklerini doyasıya yaşayacağınız bir akşamın startını verin! 🙂

Arkada gördüğünüz olimpik havuz, arıtılmış deniz suyu ile dolu… Denizin ortasındaki bir adada, deniz suyu bulunan kocaman bir havuzda olmak çok enteresan bir duygu 🙂 O yüzden belki bir gün de güneşlenmeye gelebilirsiniz buraya. Tabi pastırma sıcakları filan gelir de bu sene havalar bir kez daha ısınırsa inşallah 🙂

360-istanbul-su-ada-usengec-sef-bogaz

Su Ada’nın hikayesini pek bilmeyip, burasının, geçmişi öyle çok çok eskilere dayanmayan, yapay bir ada olduğunu düşünürüz, değil mi? Aslında, Kuruçeşme kıyısından 165 metre açıkta bulunan ve bir kaç büyük kayadan oluşan ada, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz tarafından, 1872 yılında sarayın baş mimarı olan Serkis Kalfa’ya hediye edilmiş ve o da adanın üstüne üç katlı bir köşk inşa ederek buraya taşınmış.

360-istanbul-su-ada-bogaz-havuz

Hayatının sonuna kadar burada yaşadığı için, 1.Dünya Savaşı yıllarına kadar adaya “Serkis Bey’in Adası” denilirmiş. Sonra ada, varisler tarafından ‘ Şirket-i Hayriye Vapur İşletmesi’ne kiraya verilerek, uzun yıllar kömür deposu olarak kullanılmış ve 1957 yılında da Galatasaray Spor Kulübü tarafından satın alınarak sosyal tesis haline getirilmiş. Şu anda yerli ve yabancı pek çok misafiri ağarlayan adada, 6 ayrı restauranta ilaveten, davet, düğün ve baloların gerçekleştiği bir bölüm de bulunuyor.

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-manzara

O akşam 360 Istanbul’un güler yüzlü ekibinden, Pazarlama Müdürü Uğur Özsomer’in mini bir kokteyl workshop’uyla başlayan sürprizler, denizin, gökyüzünün ve şansımıza havanın da güzelliğiyle birleşince, Su Ada iyice keyifli hale geldi.

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-manzara

Akşam yemeği için bile olsa, bence buraya kesinlikle güneş batmadan gelip, panoromik manzaranın bütün güzelliklerini gündüz ve akşam gözüyle ayrı ayrı yaşamalısınız.

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-manzara

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-kokteyl

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-usengec-sef

Gelelim esas burada olma sebebimize…

360 Istanbul’un şefi Erdem Kahraman, “Food-Art” Festivali için hazırladığı özel menüsü ile 22 restoran şefi arasında düzenlenen yarışmada ana yemek kategorisinde, “Zeytin Dumanlı Dana Kaburga, Pancar Konfi, Yeşil Zeytin Risotto” yemeğiyle birincilik ödülü kazanmış. O zaman Şefimizi kutlamak ve iddialı lezzetlerini de tatmamız şart…

Haydi bu özel menüden sırasıyla gidelim madem…

Nar ekşili ve hindiba yapraklı “Kinoa Salatası”…

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-manzara

Misket limon ve semizotlu “Karides Ceviche”…

360-istanbul-su-ada-bogaz-karides

Yeşil biberli, domatesli ve dereotlu “Ahtapotlu Kuru Fasulye Güveçte”…
360-istanbul-su-ada-ahtapot-kuru-fasulye
Susamlı parmesan krakerler eşliğinde sunulan “Tahinli Közde Patlıcan”…

360-istanbul-su-ada-koz-patlican

Ve işte, masanın assolisti, mekanın ödüllü yemeği:

“Zeytin Dumanlı Dana Kaburga, Pancar Konfi, Yeşil Zeytinli Risotto”…
360-istanbul-su-ada-odullu-dana-kaburga
Zeytin ağacından özel bir ahşap üzerinde sunulan yemek, yanlardan dökülen kaynamış zeytin salamura suyu sayesinde, zeytin tadının yemeğe işlemesi esasına dayanıyor ve yeşil zeytinli risotto yatağında servis ediliyor. Bu derece olağan dışı ve iddialı olmasına bakılırsa, ödül alması da kaçınılmazmış zaten.

360-istanbul-su-ada-creme-brulee

O zaman bir başka iddialı tat ile, yani 360 Istanbul’un patlamış mısırla hazırlanan Şeftalili Crème Brulée’si eşliğinde, sizi bu püfür püfür Boğaz havasındaki muhteşem manzara ile başbaşa bırakıyorum.

360-istanbul-su-ada-bogaz-deniz-manzara

Oscar Partilerinin 2 Michelin Yıldızlı Şefi Wolfgang Puck’la Röportajım

0

21 yıldır Oscar ödül törenlerinin resmi partilerini düzenleyen, 2 Michelin yıldızlı, dünyaca ünlü şef Wolfgang Puck’la, sadece 2 günlüğüne geldiği İstanbul’daki St. Regis Hotel’in terasında yer alan son dönemin en popüler restoranı Spago’da buluştuk. Küçükken Kardashian kardeşlere yaptığı Mickey Mouse pizzalardan, katıldığı televizyon programlarına, dünyanın en ünlülerine hazırladığı davetlerden, çocuklarına ve gelecek planlarına kadar bol kahkahalı bir röportaj geçekleştirdik.
wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

Restaurantın konsepti gereği mum ışığında olması, olaya ayrı bir gizem de kattı, iyi oldu 🙂

Aylar önce kendisiyle Spago’yu daha yeni açtıklarında birbirimize söz verdiğimiz o meşhur Füme Somonlu Pizzasını beraber yapmak üzere, Gecce.com’daki “Ms. Gurme” ünvanım kadar sevdiğim, üşenmek nedir bilmeyen “Üşengeç Şef”iniz olarak Wolfgang’la beraber mutfağa girdik ve birlikte kendi elcağızımızla harika pizzalar hazırlayıp, taş fırının başında pişirdik. Hatta pizzamı öyle beğendi ki, Michelin yıldızlarından birini benimle paylaşmayı, prensipte kabul etti, sağ olsun. Ben de ülkemi temsilen, tüm maharetlerimi sergiledim laf aramızda:)

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

Yakında Türkçesine yazılı olarak yer vereceğim bu röportajın orjinalini, aşağıda göremiyorsanız, izlemek için tıklayın.

Mandarin Oriental Bodrum

2

Bu Yaz Bodrum’da konakladığım ve insanı lüksün doruklarına çıkaran, dünya çapında eşi benzeri az bulunur güzellikteki otellerden biri de “Mandarin Oriental” oldu. Bana unutulmaz anılarla dolu, keyifli bir deneyim yaşattığı için, ona özel zaman ayırmak ve aceleye getirmeden, layığıyla yazmak istedim. Bu fotoğraftaki sonsuzluk havuzu, bir bakıma Mandarin’deki lüks, konfor ve modernlikte sınır tanımayan bir tatili simgeliyor diyebiliriz:) “Bu kadar beğeniyi hak eden özellikleri, ne olabilir ki?” diye merak ettiyseniz, işte hemen anlatmaya başlıyorum:)

mandarin-oriental-bodrum-usengec-sef

Bodrum Göltürkbükü’nde yer alan otelin kapısından içeri girdiğim anda, 5 duyuya hitap eden, tarif edilmez derecede şık ve sofistike bir dünyaya adım atmış haldeyim.

mandarin-oriental-bodrum-usengec-sef-mobod

Oda-kahvaltı hizmet veren otele check-in işlemlerinden sonra bizi, dingin ve muhteşem manzaralı bir lobi kıvamındaki “welcome” terasa alıyorlar. Masmavi Ege deniziyle bütünleşen bu oteldeki sonsuzluk havuzlarının ilkiyle o esnada karşılaşıyorum. Burada gün doğumu da, gün batımı da nefes kesen bir tablo gibi adeta… Otelden ilk izlenimlerim kesinlikle çok iyi:)

mandarin-oriental-bodrum-deniz-gunes

600 dönüm arazi olunca, maket üzerinden ön brief almak şart:)

Soğuk kokteyllerimizi yudumlarken, bir yandan da yetkililerden, otel hakkında bilgiler alıyor ve neyin nerede bulunduğunu öğreniyoruz. Sonrasında bizi alıp, otel arazisinin bire-bir hazırlanmış maketinin yanına götürüyorlar. Orada da küçük bir sunum yapılınca, biraz daha kafamızda oturmaya başlıyor herşey. Sonuçta 600 dönümlük arazi üzerinde konumlanmış dev bir “resort”tan bahsediyoruz. İçinde 1 ay yaşasam, yine kaybolmayı becerebilirim, o ayrı! 🙂

mandarin-oriental-bodrum-kroki-mobod

Yukarıdan görünce aklıma geliyor. Dünya jet sosyetesinin, tekneleriyle uğrak yeri olan Mandarin’de, yatların bağlanması ve zodyak botların yanaşması için denize ahşap bir özel iskele inşa edilmiş. “Tekneyle gelirsem, nereye bağlarım” derdi yok anlayacağınız 🙂

Tatilde de sporundan ödün vermeyenler için, tenis kortları, basketbol sahası, koşu parkuru ve yüzme havuzları da bulunan tesiste, çocuklar için özel programlar geliştiren bir “Çocuk Kulübü” de var tabi ki:)

mandarin-oriental-bodrum-villa-suit-mobod

Adı üzerinde “Cennet Koyu”…

Bodrum’un eşşiz doğasına, kendimi bildim bileli hayranım diyebilirim. Bulunduğu Cennet Koyu’nun adı gibi, doğayla iç içe “cennet” gibi bir ambiyansta, büyük bir yamaç üzerine kurulmuş, zeytin ağaçları ve çam ormanlarıyla çevrelenmiş bir tatil ve yaşam alanı yaratılmış burada. Söylediklerine göre etrafta 1 milyonun üzerinde bitki, çiçek ve ağaç varmış.

Otelde tamamı güneşlenme alanı, teras veya balkona sahip, çoğu özel bahçeli ve kendine ait infiniti (sonsuzluk) havuzlu 109 oda ve suit bulunuyormuş. Bunları duyduktan sonra, şu andan itibaren, odamızda karşılaşacağım özellikleri merak etmeden duramıyorum.

Dünyaca ünlü, Antonio Cittero isminde bir İtalyan mimarla çalışmışlar ve o da her köşeyi, modern stilde tasarlarken, beraberinde resort’un muhteşem manzarasının sunduğu tüm olanaklardan da fazlasıyla yararlanmış. Belki de bu dekorasyonu bu kadar etkileyici kılan, hem otelin bağlı bulunduğu ve 25 ülkede toplamda 44 oteli işleten Uzak Doğu kökenli Mandarin Oriental Hotel Group’un, hem mistik Uzak Doğu izlerini, hem de modern ve lokal etkileri bir arada taşıyor olmasıdır, bilemedim.

mandarin-oriental-bodrum-oda-mobod

Odalar öyle geniş ve konforlu ki, burada bir ömür yaşayabilirim:)

Özel tasarım mobilyalar, ağırlıklı olarak ahşap malzemeler ve pastel tonlara yer verilen ve 72 metrekareden başlayan odalar, yerden tavana kadar uzanan pencereleriyle, gün ışığından maksimum derecede faydalanma imkanı sağlıyor.

mandarin-oriental-bodrum-oda-mobod-bang-and-olufsen

Çok kullanışlı bir giyinme odası var ki, tam benlik! İçeri girer girmez, bu düzene uyup, iki dakikada bavulumu açıp, tüm eşyalarımı askılarına asmış, raflara jilet gibi yerleştirmiş haldeyim.

Artık lüks bir otelin olmazsa olmazlarından olan Nespresso makinası ve kahve kapsülleri, hemen baş köşede yerini almış. Başucundaki çekmeceyi açınca, içinden gizli bir priz ve usb giriş sistemi çıkıyor ki, benim gibi cep telefonsuz yaşayamayanlar, bunun değerini çok iyi bilirler.

Hayır efendim yanlış saymadım, “bir odada 3 büyük televizyon var” diyorum! 🙂

Odada, bir tanesi banyonun “aynasında”, biri yatağın karşısında, biri de balkon kapısına gelmeden duvarda olmak üzere, 3 büyük ekran flat TV var. Kullanılan ses sistemleri bile Bang&Olufsen marka… Burada bir ömür mutlu mesut yaşanır:)

mandarin-oriental-bodrum-oda-mobod

Complimentary’ler taptaze ve tek kelimeyle kaliteli… Badem ezmeli hurmalar, macaronlar, kurutulmuş ve taze meyveler, lokumlar, gurme çikolatalar… Hepsi birbirinden lezzetli…

mandarin-oriental-bodrum-oda-cikolata-mobod

Yerden tavana pencereli banyo oldukça iddialı! 🙂

Odanın ilginç ve modern mimarisi banyo bölümündeki detaylarda da karşıma çıkıyor. Yatak başının arkasında bulunan ahşap panelin arkası, boydan boya çiftli porselen lavabo, büyük bir küvet ve düz ayak bir yağmur duşunun olduğu bölüm. Bu bölümde de, isterseniz uzaktan kumandalı, otomatik stor veya perde ile kapatabileceğiniz pencereler var. Biraz iddialı anlayacağınız:)

mandarin-oriental-bodrum-oda-mobod

Tamamen kendileriyle başbaşa kalmak isteyenler de düşünülmüş:)

Farklı büyüklükteki özel süitler ve rezidanslar ise, geniş ailelerin rahatça kalabilecekleri çoklu odaları, kendine ait sonsuzluk havuzları, spor odaları, saunaları, çalışma odaları derken, yine lüks ve kalitede sınır tanımıyor.

mandarin-oriental-bodrum-suit-oda-mobod

mandarin-oriental-bodrum-suite-oda-mobod

Bizim gibi 2 kişi olarak tatildeyseniz, normal odaların teras kısımları da, özel şezlonglar ve yemek alanı ile eğer canınız istemezse, kendi alanınızdan çıkmadan da tatilin keyfini doyasıya çıkaracak şekilde tasarlanmış.

mandarin-oriental-bodrum-oda-mobod-teras

Böyle bir odayı terk etmek zor biliyorum ama dışarıda da keşfedilmeyi bekleyen bir sürü yer, yollarımızı gözlüyor şu anda. Hadi o zaman mayomuzu giyip, buggy’ye atlayıp, deniz kenarına inelim. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-usengec-sef

Yemyeşil bahçelerin arasından sahile doğru inerken aklıma geliyor, az önceki sohbet esnasında buggy ile bir uçtan bir uca gitmenin 15 dakika sürdüğünü öğrenmiştim. Artık arazinin büyüklüğünü siz hayal edin.:)

mandarin-oriental-bodrum-peyzaj-mobod

3 ana havuz ve özel 3 plaj

Tesisin 3 ana havuzu ve 2 kilometrelik sahil şeridinde, kendine ait 3 özel plajı bulunuyor. Bu plajlardan bir tanesi sadece rezidans sahiplerinin hizmetinde. Blue Beach’e de sadece otel misafirleri girebilirken, bu sene Babylon işletmeciliğinde plaj ve bar olarak hizmet veren Juju Beach’in plajından otel konukları ücretsiz faydalanabilirken, dışarıdan misafirler de ücretli olarak girebiliyor.

mandarin-oriental-bodrum-beach-mobod
Biz ilk gün için kendimize sessizliğin ve sakinliğin karşılığını tam anlamıyla veren “Blue Beach”i seçiyoruz. Plajın bembeyaz ince taneli kumları Maldivler’den özel olarak getirilmiş. Sanırım kumlar denize karışmasın ve suyun berraklığını bulandırmasın diye, deniz kıyısı bilhassa çakıllı hale getirilmiş. Ben artık pembe deniz ayakkabılarımla bu tarz yerlerde bile, rahatça yere basabildiğim için çok mutluyum. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-beach-mobod

Buz gibi bir deniz sefasından sonra, yüzmekten karnı deli gibi acıkanları da düşünmüşler. Menüden kendimize, jumbo karidesli Caesar Salata söylüyoruz önden…

mandarin-oriental-bodrum-beach-mobod-karidesmandarin-oriental-bodrum-beach-deniz-sarap
Soğuk içeceklerimizi yudumlarken, yanına da bol çedarlı bir Cheeseburger paylaşıyoruz. Denediğimiz yiyeceklerin lezzetleri gayet yerinde:)

mandarin-oriental-bodrum-beach-mobod-burger
Yemekten sonra, size de tatlı bir uyku mu bastırdı? İster şemsiyenin altındaki gölgede uzanıp, rahat şezlongunuzda huzurlu bir şekerleme yapın, isterseniz alın yanınıza en favori tatil kitabınızı ve “cabana”larda rahat rahat uzanarak, okuyun mis gibi. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-beach-mobod-cabana

Juju Beach ünlülerin uğrak yeri

Tesisin dışarıdan da misafir kabul eden plajı dediğim Juju Beach’in giriş fiyat bu sene kişi başı 150 TL. Astronomik olsa da, özellikle rahat etmek isteyen yerli ve yabancı ünlü isimler tarafından oldukça tercih edildiğine şahit oluyorum.

mandarin-oriental-bodrum-juju-beach-cem-yilmaz

Zeytin ağaçları gölgesinde, çimenlik bölüm rüya gibi…

mandarin-oriental-bodrum-juju-beach
Akvaryum görünümlü denizi görünce insan, bir an önce atlayıp, ferahlamak için sabırsızlanıyor.

mandarin-oriental-bodrum-juju-beach

Gün batımıyla birlikte, denizin hemen üzerinde geniş bir iskelede yer alan bar kısmında, Buddha-Bar, Hotel Costes gibi mekanlardan tanıdığımız, DJ Maestro, Claude Challe, DJ Ravin gibi ünlü isimler, müzik ziyafetini başlatıyor. Hafta sonu, Kübalı gruplardan “Buena Vista Social Club” konseri olduğunu öğreniyoruz. Yaptıkları müziği nasıl severim anlatamam. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-juju-beach-usengec-sef

“Yeşil” renkli havuz zemini mi?

Bence ne yaparsanız yapın ama denize biraz doyduktan sonra, ayrılmadan, illa ki bu şahane havuzlara da vakit ayırın burada. Genel olarak her yerde karşımıza çıkan mavi havuzlar yerine, Mandarin’de havuzlar, etraftaki yemyeşil bitki örtüsüyle uyum içinde olması için, özellikle yeşil zeminli olarak yapılmış. Başta enteresan geldi, zaman içinde bu tona da gözüm alıştı. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-havuz-beach

mandarin-oriental-bodrum-havuz-beach

Deniz kenarında olduğu gibi, havuz başında da bir şeyler yemek içmek isteyenler, Pool Bar&Restaurant’tan sipariş verebiliyor.

“Tatil” dedim mi, ilk hedefim: Spa Merkezi

Eğer tatilin tadını sonuna kadar çıkarmak ve bütün yılın yorgunluğunu ardınızda bırakmak istiyorsanız, o zaman ilk hedefiniz Spa merkezi olmalı.

mandarin-oriental-bodrum-spa-masaj

3 katlı ve 2.700 metrekarelik The Spa at Mandarin Oriental için Bodrum bölgesindeki en kapsamlı sağlıklı yaşam, güzellik ve masaj merkezi diye duydum doğruysa… İçinde açık-kapalı yüzme havuzu, yoga-pilates stüdyosu, VIP Spa Suiti, çift Suiti hatta açık havada organik ürünlerle bakım yapılan “cabana”lar da bulunuyor.

mandarin-oriental-bodrum-spa-masaj
Ben yine şifa bulmak umuduyla bel ve sırt bölgemdeki fibromiyalji sebebiyle kendimi Balili masöz kızımızın ellerine teslim ediyorum ve aromatik esanslı yağlarla, aynen arzu ettiğim gibi, fazla basınçlı olmayan bir terapi uyguluyor.
mandarin-oriental-bodrum-spa-masaj
Pelte kıvamına gelmiş halde odaya dönüp, deniz ve doğa manzaralı bir duş sonrası, akşam yemeği için hazırlanmaya başlıyorum.

İçinde 10 ayrı restoran olunca, gastronomik yolculuğa da hazır olun!:)

Mandarin Oriental’da denize nazır teraslarda konumlanan 10 farklı restoran ve bar mevcut. Alman Executive Chef Uwe Faust’un ortaya çıkardığı lezzetlere, otelde konaklayanlar kadar, otel dışından ve turistlerden de oldukça ilgi var.

Geleneksel tarzda bir Türk balık restoranı olan “Bodrum Balıkçısı”, yine geleneksel Türk mezeleri sunan “Veranda Restaurant”, İtalyan mutfağı severler için öğle ve akşam yemekleriyle “Assaggio Restaurant” bunlardan sadece bazıları… Bu seferlik bir değişiklik yapıp, Bodrum bölgesinde bulması en zor olan lezzetlere, yani Japon mutfağına yöneliyoruz.

Bodrum’da canınız Japon mutfağı çekerse adres Kurochan Restaurant

“Kurochan” hemen plajın üzerindeki terasta yer almasının verdiği avantajla göz alıcı manzaraya sahip çağdaş bir Japon restaurantı. Gün batımında bu güzellik, tamamen farklı bir boyuta taşınıyor.


mandarin-oriental-bodrum-kurochan-usengec-sef

mandarin-oriental-bodrum-kurochan-japon-restaurant

Kurochan’ın menüsünde Japon mutfağından “izakaya” konseptinin çağdaş bir versiyonu olarak suşi ve saşimi, leziz tempuralar, taze balık ve deniz mahsulleri, biftekler ve salatalar yer alıyor. Bir de belki “Japon işi barbekü” diye kısaca izah edebileceğim, “Robatayaki” usulü ızgara çeşitleri ve vejetaryen seçenekleri mevcut. Özel soslarla marine edilen sebzeler, Japon mutfağının en özel sos, çeşni ve baharatları ile tatlandırılıyor. Farklı ısı dereceleri olan, içinde meşe ağacı ve çay bulunan ve pürmüzle yakılan çok katlı merdiven gibi bir sistem hayal edin, işte kısaca Robata da denilen ızgara sistemi böyle bir şey. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-kurochan-sampanya

Şampanya ve sushi geceleri de yapılan mekanda, önden bizim gibi böyle bir başlangıç yapabilir ve “Rainbow” denilen tempura karidesli, somonlu ve avokadolu sushilerinizin tadını çıkarabilirsiniz. Bu arada burada alışılmışın dışında bir uygulama ile sushinin yanında soya sosu vermiyorlar, çünkü istedikleri miktarda bir araya getirdikleri tatların, soya sosuna banıldığında, kimyasının yok olduğuna inanılıyor.

mandarin-oriental-bodrum-kurochan-sushi

Menüde Sobako Fries olarak geçen ve Kimchi soslu tatlı patates, Yuzu soslu Somon Sashimi, pirinç patlakları üzerinde sunulan Somon Tartar (Salmon Kimchi) iyi birer başlangıç alternatifi olabilir.


mandarin-oriental-bodrum-kurochan-japon-restaurant
Plaka üzerinde mühürlendikten sonra soğuk şoklanarak crispy sarımsakla servis edilen Beef Tataki de, masaya tapas konseptinde servis edilen lezzetlerden sadece biri…
mandarin-oriental-bodrum-kurochan-japon-restaurant
mandarin-oriental-bodrum-kurochan-japon-restaurant

Aksanı ve güleyüzüyle sempatimizi kazanan Güney Afrikalı Şef Julian Gabriel’le gece boyunca, mutfaktan fırsat bulup, yanımıza uğradıkça yemeklerden başlayıp, iyice keyiflenen sohbetler ediyoruz.

mandarin-oriental-bodrum-kurochan-usengec-sef
Böyle tatlı muhabbetlerin üzerine kapanışı, minik bir Yuzu Meringue Tart’la yapalım diyoruz.

mandarin-oriental-bodrum-kurochan-tatli
Ama bize bu sade kapanışı yeterli görmeyen Şefimiz, belli ki, küçük bir sürpriz yapmak istiyor ve işte böyle “mütevazi” bir tropikal meyve tabağı, hiperrealist bir “nature morte” tablo gibi masamızı renklendiriyor. 🙂

mandarin-oriental-bodrum-kurochan-tropikal-meyve
Matcha Latte Martini ve Coconat Espresso Martini ile sonlanan yemek faslı, Buggy ile otelimize bırakılmamızla son buluyor.

mandarin-oriental-bodrum-ara-guler

Bu arada odaya giderken hatırlıyorum, aynı tarihte Ara Güler’in “Eski istanbul Anıları” isimli ve içinde 1950-1990 yılları arasında sanatçının hayat verdiği 189 adet İstanbul fotoğrafı yer alan kitabının lansmanı da yapılıyor.

Girişinde dev bir ahşap kapı bulunan otelde, kendimi bu kapının yanında minicik hissediyorum. Lobideki beyaz orkideler, ambiyanstaki Mandarin ruhunu yansıtırken, saflığı, mutluluğu ve aşkı simgeliyor.
mandarin-oriental-bodrum-usengec-sef
Sabahın olmasıyla, bembeyaz bulutların dans ettiği masmavi bir gökyüzünün altında, yemyeşil ağaçlarla çevrili bir terasta yer alan, tesisin kahvaltı mekanı Sofra Restaurant’a geliyoruz.

mandarin-oriental-bodrum-manzara-kahvalti

Kahvaltılıklar kaliteli ama servis biraz daha iyi olmalı

Büfesinde fırından yeni çıkmış, misler gibi kokan ve her biri adeta “beni yemelisin!” “hayır beni!” diye birbiriyle yarışan, enfes ekmekler, muffinler, strudeller, donatlar, kruasanlarla karşılaşınca, itiraf etmeliyim ki, bir hamur işi delisi olarak, önce heyecandan bir nefesim kesiliyor. Sonra akıllı ve mantıklı bir tercih yapıp, en sevdiğim 2 tanesini aralarından seçiyorum. Görüntüleri kadar, malzeme kalitesi ve lezzetleri de yerinde.

mandarin-oriental-bodrum-acik-bufe-kahvalti
Restoranda ayrıca “şeker dükkanı” konseptinde minik misafirler için tasarlanmış, renkli mini yemek masaları ve takımlarının bulunduğu bir bölüm de olduğunu görünce heyecanlanıyorum. Hayır bana ne oluyorsa? Hemen pembe bir sandalye seçerek, kendimi Guliver gibi hissettiğim bu sevimli bölümde unutmadan bir hatıra fotoğrafı çektiriyorum.

mandarin-oriental-bodrum-usengec-sef-cocuk

Füme somonundan, sashimilere, kinoa salatalarından, ev yapımı reçellere, pidesinden, su böreğine  kadar zengin kahvaltı alternatiflerinin olduğu açık büfede, malzemeler hep belirli bir kalitenin üzerinde…

mandarin-oriental-bodrum-acik-bufe-kahvalti

Organik yumurtalar, organik bal ve reçeller, butik yerli üreticilerden özenle seçilmiş zeytin ve peynirler, ev yapımı yoğurt ve tereyağı gayet başarılı.

mandarin-oriental-bodrum-acik-bufe-kahvalti

Servis anlamında ise, otelin henüz yeni olmasından ve güney bölgelerimizde yetişmiş kalifiye servis elemanı anlamında genel bir sıkıntı söz konusu olduğu için sanırım, biraz aksaklıklar olsa da, sonuçta bunların gelecek seneyle birlikte düzeleceğine inancım sonsuz.

Nihayetinde, böyle şık bir tesise, bu kadar güçlü bir yatırım yapıldığına göre, esas duygusal ve kalıcı bağın kurulduğu “insana” da yatırım, layığıyla yapıldığı takdirde, Mandarin Oriental Bodrum’un fark yaratacağı kesin. Bölgede turizm sektörünün sınıf atlamasına öncülük ederek, her şey dahil sistemlerle ucuza pazarlanan bu tarz caaanım turistik bölgelerimizde, “kişiye özel” hizmet anlayışıyla yepyeni bir soluk getireceğini düşünüyorum.

mandarin-oriental-bodrum-acik-bufe-kahvalti

Uzak Doğulu kökenini temsil eden yelpaze ikonlu Mandarin Oriental’dan ayrılırken, merak edenler için son bir şey daha ekleyeyim; tesis, Milas-Bodrum Havaalanına 45 dakika, Bodrum merkeze ise 30 dakika mesafede.

mandarin-oriental-bodrum-usengec-sef

O zaman izninizle, yazımı şöyle bitireyim: “I’m a fan of Mandarin Oriental” 🙂

Mandarin Oriental Bodrum İletişim Bilgileri
Adres: Cennet Koyu, Çomça Mevkii, 314. Sokak No:10 Göltürkbükü Bodrum, Muğla, Türkiye
Tel: (0252) 311 18 88

W Istanbul’da Genç Tasarımcılar Yarışması Davetinden…

1

Geçtiğimiz hafta W Istanbul’da çok özel bir davetteydim. Bu lüks otel zincirinin de bünyesinde bulunduğu dünya çapındaki “Starwood Hotels and Resorts”a bağlı tüm otelleri zaten oldum olası çok severim. Beşiktaş Akaretler’deki bu otel de, hem konumu, hem şıklığı ve duruşuyla beğendiğim mekanlardandır. Bu kez gelme sebebim konaklamak değil, ama yakında o da olacak, diğer deneyimlediğim bütün iyi oteller gibi, W İstanbul Hotel’i size en detaylı şekilde tanıtacağım, merak etmeyin:)
w-istanbul-hotel-usengec-sef-istanbul-design-week

Bugünkü gündemimiz başka… Istanbul Design Week’i duymuşsunuzdur… Tamamen tasarıma adanmış, Türkiye’nin en önemli tasarım etkinliği… Her yıl sonbahar döneminde yapılıyor ve katılan herkes, düzenlenen pek çok etkinlik sayesinde, sempozyumlar, seminerler ve konferanslarla, tasarımın farklı branşlarında bir çok yaratıcı fikirle bu sayede konsantre bir şekilde tanışma fırsatı buluyorlar.

İşte bu sene de 14-18 Ekim tarihleri arasında Taksim Beyoğlu’nda gerçekleşecek Istanbul Design Week (IDW) kapsamında, W Istanbul, bir “Genç Tasarımcılar Yarışması” (Young Designer Competition) düzenlemiş ve yaratıcılığın sınırlarını serbest bırakarak, genç tasarımcılar ve tasarım öğrencilerinden, bu sene yenilenen W Lounge için bir “Kutlama Bardağı” tasarlamalarını istemiş. Ah bizim zamanımızda böyle yarışmalar neredeydi? 🙂

w-istanbul-hotel-w-lounge
Biz de yarışmayı kazanan genç tasarımcı onuruna, W Istanbul Genel Müdürü Christian Hoehn ve Istanbul Design Week Koordinatörü Arhan Kayar ev sahipliğinde düzenlenen kokteyle katıldık.

w hotel istanbul bar tatli

Kazanan kişi, daha 20’li yaşlarının başında bir genç. Onun için ne kadar büyük bir heyecan olmalı. Şimdi onun tasarladığı bardaktan bir prototip hazırlanacak ve sonrasında hem W Istanbul içinde kendi ismiyle sergilenecek, hem de üretime alınıp, W Lounge’da kullanılmaya başlanacak. Torunlara anlatılacak gurur verici bir hikaye. Hem kendisine hem W Istanbul’a genç tasarımcıları bu şekilde özgün işler çıkarmaya teşvik ettiği için bravo valla! 🙂

Kutlama sonrası, biz de otelin Genel Müdürü Christian Hoehn ile pek eğlenceli bir sohbete daldık. Eşimle sevdikleri yemeklerden tutun, sabahın 5:30’unda kalkıp spora gitmelerine kadar o kadar çok konuda ortak yanları çıktı ki, birbirlerine “My Twin” (ikiz kardeşim) demeye başladılar:)

w-istanbul-hotel-usengec-sef-christian-hoehn

W Lounge’un barmenleri o gece için füme tekniğiyle hazırladıkları, özel sunumlu içeceklere imza attılar.
w-istanbul-hotel-w-lounge-bar-kokteyl

Çilekli sevdiğimi dünya alem biliyor artık, değil mi? 🙂
w-istanbul-hotel-w-lounge-bar-kokteyl
Bu keyifli ve anlamlı akşamı, W Hotellerin ikonik simgesi olan W heykelinin önünde, Sevgili Christian Hoehn ile verdiğimiz hatıra pozuyla sonlandırdık.
w-istanbul-hotel-usengec-sef-christian-hoehn

Siz de tasarıma biraz ilgi duyuyorsanız, İstanbul Design Week için şimdiden takviminizi işaretlemeyi unutmayın:)

Romantizm Rüzgarı Şimdi Seasons of Love İle Esiyor

1

Bu sene 4. gerçekleşen ve 15 Eylül’e kadar sürecek olan “Seasons of Love” zamanı geldi çattı bile… Bu seneki teması da romantik bir esintiyle bağdaştırılarak “Love Breeze” olarak seçilmiş. Neler oluyor bu etkinlerde biraz bahsedeyim mi size?
usengec-sef-seasons-of-love

“Seasons of Love” boyunca sunulan özel menülerle, İstanbul’un en romantik yazlık mekanlarında, Yaz mevsiminin en hafif atıştırmalıklarını ve bu atıştırmalıklara eşlik eden şarapları, özel ve uygun fiyatlı “Seasons of Love” menüleri ile alabiliyorsunuz.

Anlayacağınız marinaları, terasları, bahçeleri, gün batımı ve ay ışığını, Yaz serinliği ile buluşturan Love Breeze mekanlarında “Seasons of Love” boyunca yıl dönümleri, doğum günleri gibi özel kutlamaları, iyice romantik yaşamak bu şekilde biraz daha kolaylaşıyor.

usengec-sef-seasons-of-love

Hatta Seasons of Love süresince #lovebreeze ve #seasonsoflove etiketleri ile romantik anlarını Instagram’dan paylaşanlar, Seasons of Love’dan sürprizler kazanacakmış. Neler olduğunu bilemiyorum ama, benden söylemesi:)

Her sene olduğu gibi bu sene de bu organizasyonu gerçekleştiren Dude Table’ın özel davetlisi olarak, Sardunya Karaköy’de Seasons of Love menüsünü sizlere, öyle kuru kuruya değil, bizzat yaşayarak aktarmak için için deneyimledim.

usengec-sef-seasons-of-love-sardunya-karakoy
Sardunya Karaköy’de Ayasofya’nın ihtişamıyla daha da güzelleşen harika bir Tarihi Yarımada manzarası sağımda, Boğaz köprüsü solumda, oldukça romantik bir ambiyansta, iki kişilik olmak üzere 90 TL ve 120 TL’lik iki menü hazırlanmış.
usengec-sef-seasons-of-love-sardunya-karakoy

usengec-sef-seasons-of-love-sardunya-karakoy
İlk olarak ortaya, bu leziz siyah üzüm jölesi, kişnişli ballı cevizlerle hazırlanan kubik temalı peynir tabağı servis ediliyor.

usengec-sef-seasons-of-love-sardunya-karakoy

usengec-sef-seasons-of-love-sardunya-karakoy
Ardından da Labne peyniriyle ve frenk soğanlarıyla uyumuna bayıldığım Somon Fümeler ekmek dilimleriyle birlikte masanızı şenlendiriyor.

Amaç doymak değil, böyle güzel ambiyansta, iş çıkışı sevdiceğinizle keyifli, romantik ve kaliteli bir zaman geçirmekse çok ideal:)

usengec-sef-seasons-of-love-sardunya-karakoy
Seasons of Love – Love Breeze’e katılan diğer mekanları, tarih ve tüm detayları www.seasonsoflove.info ‘dan öğrenebilirsiniz.