Ana Sayfa Blog Sayfa 25

Geveze Show’da Virgin Radio’nun Canlı Yayın Konuğuydum

0

Arabayla işlerine giderken, trafik stresini yaşamamak için yolda Virgin Radio dinleyenlere, geçtiğimiz Salı sabahı küçük bir sürpriz yaparak, Geveze Show’a canlı yayın konuğu oldum.

Daha önce de pek çok kereler katıldığım programda, çok sevdiğim, dünya efendisi komik adam ve işinin bir numarası arkadaşım Geveze ile ilk olarak, Üşengeç Şef’e gösterilen yoğun ilgiden ve web sitemin her gün 30.000 kere okunduğundan bahsettik. Burada yer verdiğim yemek tariflerini, yemek yapmayı zaten iyi bilenlere değil; daha çok bekarlara, ailesinden uzakta yaşayan öğrencilere, yeni evlilere yönelik olarak en basit ve anlaşılır şekliyle adım adım fotoğraflarla anlatmaya çalıştığımı söylerken, “Neşeli Günler”deki Şener Şen’in oynadığı karakterin “Cibi Cibi Cis” marka traş kremini vapurda tanıttığı o komik sahne gibi “Gel vatandaş bekarlara, yeni evlilere!” diye taklitler yapıp, eğlendik. 🙂

usengec-sef-geveze-show-virgin-radio

Geveze bir ara, kayınvalidelerin “oğlum benim yemeklerimi seviyor” demeyi sevdiği için, gelinlerinin yemek yapmayı geliştirmesinden, içten içe, aslında pek de hoşlanmadıklarından bahsetti. Ben ise tüm iyi niyetimle, annelerdeki tecrübe ve el lezzetinin tabi ki başka olduğunu, ama sonuçta evlendikten sonra oğlunun, kendi evinde de aç kalmayıp, güzel yemekler yiyebiliyor olmasına sevineceklerini düşündüğümü söyledim. Geveze bu! Hiç uslu durur mu? “Karımın yaptığı pilav, anneminkinden çok daha güzel oluyor, valla kimse kusura bakmasın, yanlarında da söylüyorum” dedi. Ben “Aaa öyle söylenir mi ama!” derken, “annemin de et yemekleri eşiminkinden daha güzel, hatta kimse eline su dökemez” diye açıklamalarına kendince bir denge getirdi sağolsun:)

Geveze’nin sağ kolu Nesli de bizden gaza gelip, hayatında hiç pilav yapmadığını ve ilk fırsatta enfes sade pilav tarifime bakarak deneyeceğini söyledi. Kendimizi öyle kaptırdık ki, birbirimize tane tane “Pilav tarifi” vermeye kadar gitti bu sohbet. “İyi pilav yapabilen, evde kalmaz derler” bizden söylemesi. Artık sabahın o saatinde nasıl bir keyif alarak, nasıl içten anlatıyorsak, stüdyodaki herkes yutkunmaya başladı bir anda görmeliydiniz halimizi 🙂

usengec-sef-geveze-show-virgin-radio

Mekan izlenimlerimi yazmak üzere, tadım ziyareti yaptığım restoranlarda, yemeğin lezzetli çıkmaması durumunda oluşan komik hikayeleri konuştuk. Benim yerimde o olsa neler yapacağından örnekler verirken, Fransız TV kanalında izlediği kibirli bir gurmenin, beğenmediği bir yemek üzerine, sadece “Merde!” dediğini anladığı bir takım sözler söylerek, restorandan nasıl hışımla çıktığını anlattı:))

usengec-sef-geveze-show-virgin-radio

Virgin Radio Canlı yayın aracındaki komik sohbetimiz, siz duyamasanız da, yayın esnasında şarkıya girilen zamanlarda da, hiç hız kesmedi aslında.

Bir keresinde çok eskiden bir kız arkadaşına jest olsun diye, özene bezene elcağızıyla hazırladığı ve her seferinde lezzetli sonuç aldığı için, tarifine fazlasıyla güvendiği köftelerinin başına gelen komik hikayeyi de anlattı Geveze… Yemeğin tadına bakan kızın suratının aldığı tuhaf ifadeyi ilk başta anlayamamış. “Meğer köfteye kekik yerine, bol bol nane koymuşum ve tadı aynen naneli sakız gibi olmuş” diye gülüyordu haline. Eh! Ne güzel işte ferah ferah:)

Kavanozların üzerinde bir şey yazmayınca, nane ile kekiği, çocukken ben de karıştırır ve devamlı anneme sorardım “Bu hangisi?” diye. O da öğreneyim diye her seferinde, kapağını açıp, kokusundan anlamamı söylerdi. Hala etiketsiz kullandığı baharatlar yüzünden pulbiber yerine, isotu basıyor bizimki her şeye ama, gel de bir şey söyle istersen! 🙂

Geçenlerde birinden duydum, bir kızcağız, annesinin yanlışlıkla kahve kavanozuna tarçın koyduğunu fark etmediği için, kendini istemeye gelenlere Türk kahvesi yapmaya çalışırken, millete “kaynamış tarçın” pişirmiş. Yazık, her şey tamam gibi, bir de köpürtmeye çalışıyormuş ocağın başında kan ter içinde. Valla o anda ne mahçup olmuştur kim bilir, ama aslına bakarsınız ömür boyu gülünecek komik bir hatıra olmuş işte… 🙂 Tuzlu kahve oluyor da tarçınlı niye olmasın hem? 🙂

usengec-sef-acemilere-resimli-yemek-tarifleri

O zaman 2016’nın hepimiz için bu çilek kadar renkli, bu tatlı kadar mutluluk verici anılarla dolu geçmesini dileyerek bugünlük huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Herkese sevgilerimle…
>————————————————–
>Değerli Okuyucularımdan Minik bir Rica:
>
>Eğer yorum yazmak ya da soru sormak isterseniz, öncelikle şuraya tıklayarak, bloguma üye olmayı unutmayın ki, yazılarınız “Adsız” çıkmasın, ben de sizi tanıyabileyim, olur mu? 🙂

Çok Merak Edilen Bir Konu: 2016 Resmi Tatil Günleri

5

Hey! İşte birinci günü bitti gitti bile. Herkes “günün tarihi”ni atarken, “2016” yazmaya alıştı mı şimdiden? 🙂 Eskiden, yeni yılın yaklaşmasıyla birlikte, “müşterilere bir şey hediye etmeli” denilince akla ilk olarak takvim ve ajandalar gelirdi. Gerçi şimdi bunlara, bir kaç yaratıcı kurumsal hediye alternatifi daha eklendi ama, yine de hiç biri bir takvimin ya da ajandanın pabucunu dama atamadılar tabi. Onların yeri hep bi’ başka! 🙂

Peki siz de elinize bir ajanda geçtiğinde hemen, “Bu sene bayramlar hangi güne geliyor?” “Kaç gün resmi tatil var?” ya da “Kaçı hafta sonuna denk geliyor?” diye bakanlardan mısınız? Eğer öyleyse, o zaman sizi daha fazla merakta bırakmadan hemen listeleyeyim ki, tatil planlarınızı ona göre şimdiden şekillendirmeye başlarsınız belki 🙂
star wars 2016 resmi tatil



2016 Yılı Resmi Tatil Günleri

1 Ocak Cuma – Yılbaşı (Süre: 1 gün)

23 Nisan Cumartesi – Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı (Süre: 1 gün)

1 Mayıs Pazar –  Emek ve Dayanışma Günü (Süre: 1 gün)

19 Mayıs Perşembe – Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı (Süre: 1 gün)

4 Temmuz Pazartesi – Ramazan Bayramı Arefesi (Süre: 1/2 gün)

5 Temmuz Salı – Ramazan Bayramı 1. gün

6 Temmuz Çarşamba – Ramazan Bayramı 2.gün

7 Temmuz Perşembe – Ramazan Bayramı 3.gün

30 Ağustos Salı – Zafer Bayramı (Süre: 1 gün)

11 Eylül Pazar – Kurban Bayramı Arefesi (Süre: 1/2 gün)

12 Eylül Pazartesi –  Kurban Bayramı 1.gün

13 Eylül Salı – Kurban Bayramı 2.gün

14 Eylül Çarşamba– Kurban Bayramı 3.gün

15 Eylül Perşembe – Kurban Bayramı 4.gün

28 Ekim Cuma ve 29 Ekim Cumartesi – Cumhuriyet Bayramı (Süre: 1,5 gün)

 

Eataly’nin Yılbaşı Partisinde Hep Birlikte 2016’ya Merhaba Dedik

0

İstanbullular’ın senelerdir hayalini kurduğu o bembeyaz yılbaşına saatler kala, ismimle tamamen tezat bir çalışkanlık örneği göstererek, sizlere yılın son yazısını hazırlıyorum.

Bu sayede de size son senelerde yeme-içme sektörüne damgasına vuran bir İtalyan markası olan Eataly’i ve bunu sağlayan ekibin başarı sırlarını araştırmak üzere aralarına sızarak geçirdiğim o harika yılbaşı partisindeki izlenimlerimi aktarmak istiyorum.

eataly-istanbul-personel-yilbasi-parti-usengec-sef

Parti öncesinde “çok güzel bir yeni yıl” dilekleriyle hediyelerimizi vermeyi unutmadık tabi ki… Az sonra partiye katılanları da birbirinden değerli hediyeler bekliyordu.

eataly-istanbul-genel-mudur-cenk-akin

eataly-istanbul-yilbasi-paketleri

Bu arada Eataly’nin birbirinden lezzetli İtalyan lezzetlerini bir arada sundukları yeni yıl paketlerine bayıldım.
eataly-istanbul-yilbasi-paketleri-usengec-sef

Eataly’nin servise kapanış saatinden sonra yapılacak parti için önden birazcık dinlenmek bayağı mantıklı oldu. Çünkü az sonra göreceksiniz ki o gece non-stop dans ve müzikle, bir daha hiç oturulmadı 🙂
eataly-istanbul-yilbasi-parti-usengec-sef

Eataly İstanbul’un genç, kıpır kıpır, dinamik ve yaratıcı fikirlerle dolu olan ve bu enerjisini getirdiği yeniliklerle markasına da yansıtmayı bilen Genel Müdürü, Sevgili Dostum Cenk Akın, kendisinden bekleneni yapmış ve standart bir açılış konuşması yerine o gece, ekibine anlamlı bir sürpriz hazırlamıştı.

eataly-istanbul-yilbasi-parti-usengec-sef-cenk-akin

Tarihin en büyük askeri dehalarından sayılan Atatürk’ün asıl mesleğinin öğretmenlik olduğuna inanan yeni nesil öğretmenlerimizden Ahmet Naç’ın; Atatürk’ün hayatını farklı bir bakış açısıyla yeniden yorumlayarak, onun vizyonunu paylaşmaya çalıştığı, TED İstanbul’daki ayakta alkışlanan konuşmasından seçtiği kısa klipler yayınlanırken, aralarında verdiği spot mesajlarla; markaya ve ekibine 2016 yılındaki hedef, duruş ve ilkelerini anlatan kısa ve öz bir konuşma yapan Cenk Akın, eğlence dolu bir gecenin de startını verdi.

eataly-istanbul-yilbasi-parti-genel-mudur-cenk-akin

eataly-istanbul-yilbasi-parti-genel-mudur-cenk-akin

eataly-istanbul-yilbasi-parti-genel-mudur-cenk-akin

eataly-istanbul-yilbasi-parti-genel-mudur-cenk-akin

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-yilbasi-partisi-usengec-sef

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

Gökhan Pamir’in DJ performasıyla, birbirinden güzel yerli yabancı hit şarkıların renklendirdiği, içeceğin sınırsız olduğu gece; çerezler, meyveler, tadımlıklar ve baklava ikramlarıyla devam ederken, “Eataly” denilince olmazsa olmazımız ev yapımı taptaze makarnalar da unutulmamıştı tabi.

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi-baklava

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi-makarna

İşin en güzel tarafı ise; bu özel gecede hiç kimsenin çalışmasına gönlü razı olmayan yönetimin aldığı kararla, tüm personel sınırsızca eğlenip coşarken, yöneticilerin onlara elcağızıyla içecek ve yemekler hazırlayıp servis etmesiydi.
eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi
Raffles Otel’de yemeklerden, Vestel ürünlerine, Boyner’den Versace parfüm setlerinden, Eataly’de hediye çeklerine kadar bol bol hediyenin verildiği sürpriz çekiliş, çok renkli ve heyecanlı geçti.

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

Eataly’nin eşsiz Boğaz manzaralı Bar Teras’ında, güzel müzik, güzel ambiyans, güzel hava ve güzel insanlarla dolu harika bir kutlama gecesi de böylece sona erdi.
eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi
Sempatik İtalyan Şef Claudio’dan birbirinden lezzetli İtalyan yemeklerinin nasıl yapıldığını öğreneceğimiz keyifli workshoplarla dolu Eataly Yemek Okulu “Scuola” başta olmak üzere; bünyesine yeni katılan, benim şu anda olduğum gibi fit olmaya ve fit kalmaya özen gösterenlerin kısa sürede bir numaralı adresi olacak olan “Fit Cafe”si, çıtır çıtır taptaze ürünleriyle Pare Baklavacısı, Turşucusu, Kuruyemişçisi ve orijinal sanat eserlerinin sergilendiği köşeleriyle, Eataly; tüm bu yenilikleriyle ve kenetlenmiş ekip ruhuyla 2016 yılında da harika bir senenin sinyallerini veriyor.

eataly-istanbul-2016-yilbasi-partisi-usengec-sef

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi
Sevgi, saygı, şans, bolluk, bereket, sağlık ve huzur dolu; az cefalı, bol vefalı, barış dolu bir dünya umuduyla 2016’ya girmemize şunun şurasında saatler kalmışken, şimdiden hepinize tüm hayallerinizin gerçek olacağı, harika bir yıl diliyorum.

Bu unutulmayacak geceden fotoğrafların devamı için tıklayınız.

Bu Tiyatro Oyunu Komiklikten Yıkılıyor: Yoldan Çıkan Oyun

0

İnsan evinde otururken, başka herkesin de, kendi evlerinde öylece oturduğunu sanıyor değil mi? Oysa dışarı çıktığınızda bi’ bakıyorsunuz, akın akın insan kaynıyor. Allahın her akşamı, anlamsızca dallandırılıp budaklandırılmaya çalışılan sıradan dizilerle, evde ekran karşısında beyin haşlama olurken, dışarıda pek çok harika organizasyonu da kaçırmış oluyorsunuz, benden söylemesi!

“Keşke bize çok güzel bir tiyatro oyunu önersen, gidip de kahkalarla gülmekten çenemiz ağrısa!” derseniz, işte size Zorlu PSM’de izleyebileceğiniz harika bir komedi oyunu önerisi: “Yoldan Çıkan Oyun”. Dikkatlice bi’ bakın bakalım, hem de oyuncular arasında kimler kimler varmış tanıdıklardan!:)

zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-sarp-apak

Bir Zorlu PSM prodüksiyonu olan “Yoldan Çıkan Oyun” (The Play that Goes Wrong) isimli bu çılgın komedi oyununu, gala gecesinde ilk izleyenlerden olmak ve sonrasındaki davete katılmak üzere, Onur Buldu, Gülse Birsel, Mert Fırat, Didem Soydan, Derya Karadaş gibi bir çok ünlü isimle, geçen hafta Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeydim.

usengec-sef-gulse-birsel-zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun

En son “Yalan Dünya” dizisinde hepsini bir arada izlediğimiz Sarp Apak, Bartu Küçükçağlayan, Öner Erkan gibi ekranın sevilen oyuncularının rol aldığı bu çılgın komedi; Talimhane Tiyatrosu işbirliğiyle, sezon boyunca, her Pazartesi Zorlu PSM Drama sahnesinde oynanıyor.

zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-sarp-apak-oner-erkan

zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-sarp-apak-bartu-kucukcaglayan

Kadrosunda ayrıca Defne Koldaş, Gökçen Gökçebağ, Güliz Gençoğlu, Kubilay Çamlıdağ ve Kemal Kayaoğlu’nun da bulunduğu bu yüksek tempolu oyunda, tüm oyuncular istisnasız, hünerlerini sergileme konusunda öylesine başarılılar ki, hangi karakterin “başrol” olduğunu, aralarından seçmek neredeyse imkansız!

zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-sarp-apak

Londra “West End Duchess” Theatre’da 2014 yılında ilk kez sahnelendiğinden beri komedi dalında pek çok ödül kazanan oyun, izleyiciler kadar, tiyatro otoritelerinden ve dünyanın en prestijli gazetelerinden de bir çok olumlu yorum almış.

zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-usengec-sef

Biraz konusunda bahsetmem gerekirse… Prodüksiyon anlamında bayağı bir yokluk çeken, işinde oldukça amatör bir tiyatro kumpanyasının çalışanları, sahneye “Malikanede Cinayet” isimli bir polisiye oyun koymak istiyorlar güya. Ama her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Öyle şeyler oluyor ki, dilimin ucuna kadar gelse de işin sürprizini bozmamak adına, anlatmamak için kendimi zor tutuyorum ama, “Oyun içinde oyun” mantığının, en eğlenceli halini izlemeye hazırlıklı olun!  🙂

zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-komedi

1920’lerde geçen gizemli bir cinayet hikayesi üzerine gelişen eserde, oyuncuların başına gelen tüm aksilikler, öyle güzel ve öyle doğal kurgulanmış ki, onlar hayatlarının belki de en zor iki perdesini yaşarken, zamanlamanın böylesine mükemmel işlediği, komik ve karmaşık repliklerle dolu bir canlı performans izlediğinize gerçekten inanamıyorsunuz.

Bence “Pazartesi günlerini sevme sebebi” olmuş “Yoldan Çıkan Oyun” isimli bu “aşırı doz enerji” dolu komedi oyununu sakın kaçırmayın. Diyorum ya, ben oyuncuların bu kadar efor sarfettiği, böyle çılgın bir gösteriyi hayatımda izlemedim! Hala da etkisindeyim 🙂
zorlu-psm-yoldan-cikan-oyun-sarp-apak-bartu-kucukcaglayan

Oyunun Künyesi

Yönetmen: Lerzan Pamir
Çeviren: Mehmet Ergen
Oyuncular: Bartu Küçükçağlayan, Defne Koldaş, Gökçen Gökçebağ, Güliz Gençoğlu, Kubilay Çamlıdağ, Öner Erkan, Sarp Apak, Kemal Kayaoğlu

En Yakın Gösteri Tarihleri: 4 Ocak, 11 Ocak, 18 Ocak, 25 Ocak
Saat: 21:00
Yer: Zorlu PSM, Drama Sahnesi
Bilet fiyatları: Tam: 60TL, Öğrenci: 40TL
Biletler: Biletix ve Zorlucenterpsm.com
————————————————–

Değerli Okuyucularımdan Minik bir Rica:

Eğer yorum yazmak ya da soru sormak isterseniz, öncelikle şuraya tıklayarak, bloguma üye olmayı unutmayın ki, yazılarınız “Adsız” çıkmasın, ben de sizi tanıyabileyim, olur mu? 🙂

Cilt Lekeleri Nasıl Giderilir?

2

Instagramdan @UsengecSef hesabımı takip edenlerinizin de bildiği gibi, geçtiğimiz hafta sonu Dr. Hüseyin Tırman’ın “enerji estetiği” ile “ameliyatsız gençleştirme ve güzelleştirme” yöntemlerini dinlemek ve uygulamalarına bizzat tanık olmak üzere Ataşehir’deki kliniğindeydik. O günkü post’umda da yazdığım gibi herkes muzdarip olduğu konularda doktordan bilgi almak isterken, benim de, teknolojide gelinen son noktada, yüzümdeki güneşten kaynaklı cilt lekelerine bir şey yapılabiliyor mu diye sormak vardı aklımda. Çünkü bu işlemlerde en etkili kullanılan “Picosil” denilen son teknoloji bir aleti Türkiye’ye ilk getiren doktor, Hüseyin Bey’miş.

Leke Tedavisi Nasıl Yapılıyor?

Nihayetinde “Picosil”le tanıştım. O gün doktorla neler konuşuldu, güzellik uğruna ne uygulamalar izlendi? Hepsini detaylarıyla aşağıda anlatıyorum:)

dr-huseyin-tirman-picosil-leke-tedavisi

Güneşe çıktığı an, hemen Cilt lekelenmeleri olanları bilir misiniz?

Heh! işte o güneşte cildi lekelenenlerden biri de ben’im! Bir de ergenlikten kalma akne ve sivilce izleri diye bir gerçek var biliyorsunuz. Yani cilt lekelerinin çok yaygın bir sorun olduğu gerçek.

dr-huseyin-tirman-akne-tedavisi

Neyse efendim, Hüseyin Bey bize klinikte yapılan işlemleri anlatırken, yapılacak işlem eğer cilt kalitesi ve yenilenme süresi ile ilgili bir şeyse bu evrimin gerçekleşme süresinin yaklaşık 2 ay olduğunu belirtti. “Özellikle buraya kadar gelen bir insan bir çok şeyi araştırmış, etrafına sormuş, denemiş ve artık bir an önce istediğini almak için geliyor. O yüzden bu 1 ay, 2 ay gibi kavramlar ona baştan doğru anlatılmazsa, çok üzülebilir. Çünkü o ilk işlemden çıkarken bile, binanın girişindeki güvenliğin onu tanımadan, başka bir kimlik verip göndermesini bekliyor belki de” diyor. O yüzden baştan bu süreci de gerçekçi davranarak iyi anlatıyorlarmış ki bu konu önemli.

Hani bazılarımızın üst diş etleri, güldüğü zaman daha çok görünür. Dişetini kestirmek zorunda kalırlar bazen, oldukça zor bir durumdur. İşte meğer onu da artık dudakların biraz üzerinden yaptıkları botoksla, gülerken dudakların fazla yukarı çekilmesini önleyerek, çok basit bir işlemle çözebiliyorlarmış. Sadece 2 minicik botoks iğnesiyle bir saniyelik bir işlem diyorlar.

dr-huseyin-tirman-gulus-tasarimi

Sonrasında “ameliyatsız cildi küçültebilen” Thermilift (Thermatight) denilen ve tek uygulamada cilt ve vücut sarkmalarına kesin çözüm getiren mekanizmalardan bahsetti. Hatta örnek olarak “üzerinizdeki kıyafetleri, yüksek sıcaklıkta yıkadığınızda makinadan nasıl küçülerek çıkıyorsa, enerjiyi doğru yere, doğru şekilde ve doğru miktarda verebilirsek, bu enerjiyle ciltteki gevşeme ve sarkmaları artık ameliyat etmeden de toparlayabiliriz” dedi. Gevşemiş göz kapakları gibi, göz altı torbaları gibi, gıdı bölgesi, yanaklar, boyun, bel, göbek bölgesi gibi yerlerde özellikle kullanıldığını anlattı. Hatta bu makinayı kendi üzerinde de 5 sene önce kullanmış ve ekranlarda dönen resimlerde gördüğümüze göre, eskiden oldukça belirgin olan gıdısından bu yöntemle kurtulmuş. “Ameliyatsız olduğu için hasta buradan günlük hayatına tekrar dönerek çıkıyor, sadece 6 aylık bir bekleme süreci var” diyor.

Diz üzeri kırışıklıklar, ayak bileği etrafındaki kalınlık gibi pek çok problemde hiç ameliyatsız bir şekilde, lokal anestezi ile, FDA onaylı bu alet sayesinde minik bir delikten incecik kanüllerle içeri girip, termal kameralarla ısı enerjisi vererek hem oradaki yağları eritiyor hem de sıkılaşmanızı sağlıyorlarmış. Ödem oluşmaması için önlem olarak bir süre korse kullanmanızı önererek, sizi gönderiyorlarmış. Yüzüne yaptıranları da gördüm, yüz korsesi takmıştı onlar da… Henüz işlemden yeni çıkmalarına rağmen, hallerinden mutlu görünüyorlardı. “Yukarıdan verdiğimiz yüksek enerjilerle hiç göz kapağı ameliyatı gerektirmeden hastaların göz kapaklarını 1 seansta toplarlayabiliyoruz, küçük kabuklar oluyor, bu kabuklar 10 gün içinde düşüyor ve bu sayede de hiç kesme işlemi olmadan düzeltilmiş oluyor” dedi.

Yapılan herşeyi sonsuza kadar kullanmak ister insan tabi ama nerdee? Ben de bu yapılanların ne kadar süre kalıcı olduğunu sordum ve Doktor Bey dedi ki; “gevşeme hızı tamamen size bağlı. Çok iyi uyur, çok iyi beslenir, sağlıklı ve sigarasız bir hayat yaşar ve sporla desteklerseniz, bunların geri dönme süresi farklı; ama tam tersini yaparsanız, bu süreler de ona göre farklılık gösterir. “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ” diye boşuna söylememiş atalarımız:)

Ben başta da anlattığım gibi, özellikle mümkünse güneş lekelerimi gidermek istediğimi söylediğim için, bu tarz lekeler için biçilmiş kaftan olan “Picosil” uygulaması 1 seans aptırdım. Lazer enerjisini saniyenin trilyonda biri kadar hızlı ve kısa atımlarla cilde ileterek, oluşan fototermal etkiyle pigment ve etrafını çevreleyen dokuya ısı ileterek uygulama yapan ve bu esnada çevre dokuya zarar vermeden pigmenti vücuttan kolayca elimine edilecek şekilde parçalayan bir aletmiş bu.

dr*huseyin-tirman-gidi-inceltme-yuz-germe

Merak edenler için kısaca özetlemem gerekirse, önce yüze bir krem sürülerek, yarım saat kadar lokal anestezi etkisi bekleniyor, hissediyorsunuz zaten, cilt hafiften uyuşuyor. Sonra aynı anda soğuk hava üflenerek, Picosil aletiyle hızlı hızlı lazer atışları yapılıyor. Bu soğuk sayesinde bir acı veya yanma hissedilmediği gibi, işlem toplam sadece 5 dakika sürüyor. Sivilce izli bölgelere ve elastikiyet kaybına çok iyi geliyorken, cildin kendi yapısına zarar vermeden işlemi bitiriyormuş. Bakalım etkilerini görürsem devam edeceğim.

Sonra bol bol nemlendirici sürmeniz ve güneş ışınlarından korumanız dışında yapmanız gereken başka bir şey yokmuş. Uygulama sonunda oluşan hafif kızarıklık, hemen geçiyor. “2 hafta sonra çok memnun olacağınız bir hale gelecek ve 2 seans sonra, çok başarılı bir sonuç alacaksınız” dedi Doktor bey. Anladığım kadarıyla çok az onlardan da bahsetmem gerekirse,

Altın Frekans: Radyofrekansla orada bir ısı oluşturulmaya dayanan bir işlemmiş.. Bu ısı kolajen sentezini uyarıyor, boyundaki gevşeme ve sarkmalar için çok etkili deniliyor. Aynı zamanda 3 boyutlu çalışan bir makina, yani cildin en tepesine ve en aşağıya kadar çok yerde çalıştığı için cildi de yeniliyor. Gözenek sorunlarına çok iyi geliyormuş. Aynı zamanda bu da sivilce izlerinde kullanılıyormuş. Major gevşeme yoksa genelde 2 seans yeterliymiş. Beylerin cildi için termal kameralarla çalışan tek seanslık bir alet kullanılıyormuş. Yüz ovalini çok daha belirginleştirmeye yarıyormuş. Ucunda iğne olmasına rağmen, herhangi bir yaralanma kanama ve kabuk oluşumu olmadığı gibi, kızarıklıklar da 2 saat sonra geçiyormuş.

dr-huseyin-tirman-altin-frekans-ameliyatsiz-genclesme

Mezolift: Bu işlem özellikle nemsiz ve yağlı ciltlerde faydalıymış. Nemini yerine koyup, yağlanmayı kontrol altına alarak, yağ sentezini ve sivilceyi azaltıyormuş. O zaman yağı fazla ve nemi az cildiniz varsa uygun çözüm Mezolift diyorlar. Kurutucu kremler kullandıkça cilt daha da kuruduğu için, kurutucu ilaçlar yağı kuruturken cildi de kuruttuğu için, bu durumda cilt kurudukça, tepki olarak daha çok yağlanıyor ve bu böyle bir kısırdöngüye giriyor deniliyor. Oysa nemi yerine koyunca, cilt de yağlanmayı azaltıyor. Öncesinde lokal anestezi kremi uygulandığı için enjeksiyon esnasında bir acı hissedilmiyormuş. Yaptıran arkadaşa ne hissettiğini sorduk, çok minik, adeta “sinek ısırığı gibi” dedi. İşlem 1 hafta içinde etkisini göstermeye başlıyormuş.

dr-huseyin-tirman-picosil

Görüyorsunuz ya, teknolojideki en yeni gelişmelerle artık, “Çirkin kadın yok, bakımsız kadın var” diyebiliriz en nihayetinde, yalan mı?:) Hatta duyduğuma göre sırf kadınlar da değil, kliniğe kendini daha bakımlı hissetmek isteyen beylerden de gelenler çokmuş. Olacak tabi, iyi görünmek herkesin hakkı!:)

Zarafet Uzmanı Gökhan Dumanlı’nın Eğitimine Katıldım

5

“Görgü kuralları” ve “zarafet eğitimi” denilince, bizim neslin aklına nedense ilk olarak, hemen şu “Analar Ölmez” isimli komik Yeşilçam filmi gelir. Perihan Savaş’ın Sezercik’in köylü annesini canlandırdığı ve çılgınca aşık olduğu halde, kendini hor görüp, yüz vermeyen zengin adamdan (Sezercik’in babası) intikamını, şehirli ve güzel bir kadına dönüşüp almayı planladığı için yürüme, diksiyon vs. dersler aldığı o meşhur sahne özellikle de! Karnını içine çekip, dik durarak “Ben dünyanın en güzel kadınıyım” diye yürümesi beklenirken; “Ben dönyanın en gözel garısıyam” diye kasım kasım kasıldığı hani… 🙂 Bu sahnelerle alakası olmayan bir sistemle, İsviçre’deki “ladylik” okullarında verilen öğretiler ışığında, ben de geçtiğimiz haftalarda “instagram takipçilerimin @UsengecSef hesabımdan gördüğü gibi, harika bir zarafet eğitimine katılıp, sertifikamı almanın sevincini yaşadım. Eee öğrenmenin sonu yok! 🙂

 

Bu konuda çok muzdaribim a dostlar! Düşünün ki, sabah sabah tüm güzel enerjinizle işyeri veya apartmanınızda, asansöre bindiğinizde “Günaydın” diye gülümsediğiniz kişi, o bir metrekarelik yerde sizi duymamış gibi başka yerlere bakıyorsa, işte bu hiç de zarif bir hareket değil bence. Hadi okulu filan geçtim, aileden de mi en ufak bir görgü eğitimi almamıştır ki bu insan?

Spor salonunda soyunma odasına giriyorum, genci-yaşlısı bir sürü hanım. “Günaydınnn!” diyorum Ses yok… Bence kesinlikle bu kişilerin özgüven eksikliğinden kaynaklanıyor cevap vermemelerinin sebebi, başka ne olabilir ki? Sonra içimden tam de “hak etmeyen insanlara ben de bir daha selam vermeyeceğim işte!” dediğim anda, karşıma nur yüzlü tatlı bir hanım çıkıp, sıcak bir sohbet açıyor, işte o anda mest oluyorum, “iyi bari böyleleri de varmış arada” diye. Yerinde bir teşekkür, uygun bir selamlaşma, gerektiğinde özür dileyiş, takdir ve sevgiyi ifade konularında toplum olarak alınacak çok yolumuz var maalesef çook! 🙂

zarafet akademi usengec sef 1

İnanın ki, sıcakkanlı, doğal ve genelde güleryüzlü bir insan olarak, günlük hayatımda tanıdık tanımadık fark etmez komşularıma selam da veririm, yeni bir mekana girdiğimde de herkese “merhaba” derim, yeri gelir kapı tuttuğum, yol verdiğim de olur. Hayır, ne olacak ki, elime mi yapışacak? Bunun karşılığında tek beklentim, sıcak bir teşekkür. O kadarcık! Ama eğer o kişi, (afedersiniz biraz nezaketimden ödün vereceğim ama) karşısında “babasının uşağı” varmış gibi, hiç bir şey söylemeden geçerse, işte o zaman ne yapacağıma karar veremiyorum. Kendime kızsam, ben yanlış bir şey yapmadım; o kişiye söylensem, tartışmak zorunda kalacağım ki bunu da hiç sevmem. Ben de kendimce bir taktik geliştirdim, mesela aynı örnekten gidecek olursak; diyelim ki kapıyı tuttum, yüzüne bakıyorum, “hödük” gibi (ay tekrar pardon!) selam vermeden ve teşekkür etmeden geçti… Hemen o anda “Ammman efendim, ne zahmeti! Aaa Allah aşkına, rica ederim” diyorum. “Hönk!” diye şaşırıp kalıyor. Yapın valla çok eğlenceli. 🙂

Katıldığım pek çok sertifika programı arasında, yıllar önce aldığım “Adab-ı Muaşeret Kuralları” eğitimi de vardı. Çok önem verdiğim bir konu olduğu için, öğrendiklerim hafızamda kendine oldukça iyi bir yer edinmişti aslında ama, ne zaman ki bir gün Vogue Dergisi’ni karıştırırken, “Türkiye’nin ilk Zarafet Akademisi”nin kurslarıyla ilgili bir yazı gördüm, “bilgilerimi tazeleme zamanım gelmiş” dedim ve arayıp, en yakın eğitime, hemen rezervasyon yaptırdım.

Yaygın olarak yanlış bilinen bir kelimeyi de bu arada vurgulayayım. Doğrusu “Zerafet” değil, “Zarafet”tir ve “zarif olmaktan” hatırlayabilirsiniz. Zarafet; sosyal yaşamda nezaketi, iş yaşamında iş etiketini ve kamuda da protokol kurallarını ifade ettiği için, en büyük pozitif etkisi de “özgüveninize” olur aslında.Çocuklar, gençler ve yetişkinlere yönelik eğitimlerin verildiği Zarafet Akademinin kurucularından Gökhan Dumanlı, kişisel gelişim alanında eğitimler veren, uluslararası bir “yaşam koçu” aynı zamanda. Kendisi inanılmaz zarif, “haza” bir beyefendi! Duruş, yürüyüş, konuşma, hitap, diksiyon, her konuda çok çok iyi ve ondan öğrenecek o kadar çok şey var ki…

zarafet akademi gokhan dumanli

Öğretici olduğu kadar çok da eğlenceli geçen ve uygulamalı bölümleri bol bol olan derslerin hakkını en iyi şekilde verebilmek için, maddi odaklı davranmayıp, sınıflarda katılımcı sayılarını oldukça sınırlı tutuyorlar, ki bu harika bir şey. Bu yüzden hem az ve öz sayıda kursiyerle yapılması ve hem de böyle bir konuya ilgi duyduğuna göre; belirli düzeyde iyi bir aile terbiyesi almış, düzgün insanlarla bir arada olmak, onların hala var olduğuna bizzat şahit olmak ve onlarla yeni arkadaşlıklar kurmak, inanın içinizde insanlık adına bir umut ışığı doğuruyor.

Benim de katıldığım ve Nişantaşı’nda seçkin bir otelde verilen “İş hayatında ve Sosyal Yaşamda Zarafet ve Asalet Eğitimi” için sadece 1 hafta sonumu ayırmam yeterli oldu. Kursa gelmeden önce size yanınızda bir düz, bir de topuklu ayakkabı, kurşun kalem ve orta kalınlıkta bir kitap getirmeniz söyleniyor. Sabah 10:00’dan akşamüstüne kadar süren dersin nasıl başlayıp, nasıl sona erdiğini anlamıyorsunuz bile. O kadar eğlenceli ki, hiç bitmesin istiyor insan.

İlk gün, zarif bir şekilde oturmayı, kalkmayı, tokalaşmayı, yürümeyi, tanışmayı, ast-üst ilişkisi yani iş ve sosyal yaşamda, “adab-ı muaşeret” kurallarına göre nerede durup, nasıl davranmak gerektiğini Sevgili Gökhan Dumanlı’dan öğrendikten sonra, kendi aramızda tiyatro tadında çok eğlenceli, bol kahkahalı uygulamalar yaptık. Dediğim gibi seneler önce de bu tarz bir eğitimden geçtiğim için, benimki biraz arada unuttuklarım varsa, bu bahaneyle tekrar hatırlama amaçlıydı ama, bu kurstan umduğumdan çok daha fazla tat aldım ve öğrendiklerim çok daha kalıcı şekilde aklıma yazıldı.

zarafet akademi usengec sef

Yeri geldi, diksiyonumuzda nelere dikkat etmemiz gerektiğini öğrenmek için yüksek sesle birbirimize metinler okuduk; yeri geldi farklı duruş şekillerimizde, aslında karşı tarafın bizi nasıl algıladığını konuştuk ve kendimizde çeki düzen vermemiz gereken hallerimizi öğrendik.

Zarafet Akademi’deki ikinci günümüzdeyse sofra adabından tutun da, doğru renk seçimine, aksesuar kullanımından, imaj yönetimine kadar 8 saatlik bir eğitim daha geçirdikten sonra, ben dahil tüm katılımcılarda oluşan ciddi farkındalığı görmeliydiniz:) Aramızda bulunan çocuk sahibi arkadaşların, burada öğrendiği önemli detayları, evlatlarına da öğreteceklerini düşününce, heyecanım daha da arttı. “Şu hayatta güzel şeyler de oluyor” dedim kendi kendime:)

Çünkü görgü kuralları hayatın her anında hepimizin, her an ve her yerde ihtiyacı olan, toplum olmanın ve insanca yaşamanın en önemli gerekliliklerinden birisi bence.

Ben biraz geç fark etmiş olsam da, “Zarafet Akademi” meğer 4 yıldır faaliyetteymiş, hatta Eğitmenimiz Gökhan Bey bu süreçte Beyaz Show ve en çok izlenen sabah programları gibi, pek çok yerde konuk olarak, uzun zamandır hanımlara ve beylere, zarafetin inceliklerinden bahsedermiş. Beyaz Show’daki programdan o kahkaha dolu bölümlerden birini eğer aşağıda açılmıyorsa, şuradan da izleyebilirsiniz. 🙂


Dersler ilk olarak, kişinin kendisiyle doğru iletişim kurması sağlanarak başlıyor. “Ben kimim?”, “Dışarıdan nasıl algılanıyorum?”, “Aslında kim olmak istiyorum?’ gibi sorularla, içeriden dışarıya bir değişim süreci başlatıyorlar. Ardından eğitimin en temel konuları olan yürüyüş-duruş, oturma-kalkma, selamlaşma, tanışma-tanıştırılma, beden dilinin etkin kullanımı, imaj yönetimi, ast-üst ilişkileri, sosyal davranış kuralları, masa kültürü ve düzeni, iş hayatının incelikleri derken, tamamen pratiğe dayanan oldukça geniş kapsamlı bir içerik sunuyorlar.

Bence Türkiye’nin böyle bir akademiye kesinlikle ihtiyacı vardı. Sadece çocuk ve gençlere yönelik değil, aynı zamanda yetişkinlere de hizmet sunması harika bir özellik. Çünkü az önceki asansör, spor salonu veya kapı tutma örneğinde anlattığım ve beni hayal kırıklığına uğratan herkes, maalesef ki yetişkin… Demek ki başta da dediğim gibi öğrenmenin sonu da, yaşı da yok! 🙂

zarafet akademi 1

Benim de bizzat arkadaşlarımdan gördüğüm üzere, bu kurslara kendini geliştirmek ve artı değer katmak isteyen, kadın-erkek, her yaştan ve meslek grubundan insan katılıyor. Bizimkinde uçağa atlayıp, sırf bu eğitim için başka şehirlerden, hatta başka ülkelerden gelenler bile vardı, siz daha düşünün! 🙂

Özellikle kurumsal olarak, çok yoğun bir talep görüyorlarmış. Çünkü artık rekabet dünyasında tek başına bilgi sahibi olmak yeterli gelmediği gibi, onun nasıl sunulduğu da büyük önem taşıyor. İşe alımlarda, IQ’dan çok EQ yani duygusal zeka testleri yapılması da bunun kanıtı…

O zaman size tavsiyem, yeni yılla birlikte kendinizi geliştirmek adına güzel kararlar alıyorsunuz ya hani? Heh işte! O listeye 2 günlük bir “Zarafet” eğitimini de katın, inanın çok mutlu olacaksınız. Kurs tarihiniz gelene kadar havasına girmeniz için size bir kaç keyifli alıştırma veriyorum öyleyse, hazır mıyız?

Hadi bakalım, ayağa kalkıyoruz. Karnı içeri çekiyoruz. Yüz yere paralel, ayak uçları hep karşıyı gösterecek, avuç içleri hep içeri (bacaklarımıza doğru yani) bakacak şekilde dik olarak yürüyoruz. Normalde böyle yürüyen birisi değilseniz, bir anda nasıl da fark yarattığınıza aynada bir bakın derim:) Yakın arkadaşıma yaptırdım, yeni imajına inanamadı. Daha durun, bu ne ki? 🙂

Tokalaşma: 

Diyelim ki yolda birisiyle karşılaştınız ve tokalaşacaksınız. Bazıları var elinizi alır ve limon sıkar gibi tüm gücüyle sıkarak, adeta o esnada “metakarpal” kemiklerinizi tuz buz etmeye çalışır. Neyin güç gösterisi anlamıyorum ki? Hayır, şu anda böyle “ilk insan” gibi sıkarak elimi acıttın diye ben sana daha mı çok saygı göstereceğim zannediyorsun? Hadi canım! O kişiyi öyle bir mimlerim ki, bir daha da asla elimi uzatmam ben. Var öyle çevremde bir kaç kişi… Yüzlerine de söylüyorum, “elinizin ayarı yok!” diye:)İşte bu tarz insanlara çok kızdığım kadar, sadece parmak uçlarını uzatan ve minimum temasla hemen elini kurtarmaya çalışanlara da tahammülüm yok. Bunu kadınlar daha çok yapıyor ama erkeklerde de rastlıyorum. Sanki karşısındakinden tiksiniyor da, mecburen parmak uçlarını feda ediyor sadece. Kararında bir selamlaşma için en ideali; iki taraf da elini uzatacak, avuç içleri birbirine değecek şekilde el ne çok sıkarak, ne az sıkarak, tam kararında kavranacak ve o esnada göz teması da kurularak, minik bir tebessüm edilecek. İşte bu! Bir de şu kurban pazarlığı yapar gibi, eli yakalamışken, aşağı yukarı sallayıp durmak yok tokalaşırken, sadece bir kere sallamak yeterli bilesiniz:)

zarafet akademi tanisma

Bu arada kural olarak, ilk karşılaşmalarda önce kadının elini uzatması beklenmeliymiş. Kurumsal yerlerde ise kadın-erkek fark etmeksizin, önce “üst”, asta elini uzatmalıymış. Yani müdür elini uzatmazsa, altında çalışan elini önce uzatamıyor. Kısacası iş yaşamında cinsiyet yok, tamamen hiyerarşi var. Bu da benden size küçük bir tüyo olsun! 🙂

Otururken: 

Kadınların, olduğundan biraz daha ince görünmesi için, koltuğa çok hafif yan oturması ve sağ bacaklarını solun üstüne atarken, her iki bacağını da çok hafif yana doğru eğmesi zarif duruyor bilesiniz. 🙂

nazik oturma 1

Erkek, bir centilmen olarak, yürürken her zaman cadde tarafında olmalıymış. Peki ya merdivenlerde nerede durmalı? Merdiven çıkarken erkek bir adım arkada, inerken de bir adım önde olmalıymış. Hayır efendim, frikik yakalamak için değil, olur da kadın takılır düşerse mazallah, ona zarar gelmesine engel olmak için! 🙂 Kuralların hep mantıklı bir dayanağı var işte görüyoruz:)

Restoranda: 

Diyelim ki şık bir restoranda yemek yiyeceksiniz. Bir kere kapıdan ilk olarak erkek girip, kadına kapıyı açıyormuş. Garsonlar uzaktaysa, “huuop yeğenim!” ya da “Genç! Bakar mısın?” gibi sözlerle değil, göz temasıyla iletişim kurup, yanına çağırıyormuş. Menüyü incelenip, ne yenileceğine karar verildiğinde, varsa kapağı kapatılıp, kenara bırakıldığı zaman; garson da sipariş alma zamanının geldiğini anlayıp, yanlarına gideceği için, garsonun tekrar gelmesini istiyorsanız, karar verdiğinizde menüyü bırakmanız önemli. Bir de kadın, ne istediğini önceden erkeğe söylüyor ve siparişi garsona “erkek” veriyormuş. Bakın bu önemli! 🙂

zarafet akademi usengec sef 4

Masa Adabı:

Masa Kurallarından da kısaca bahsedeyim mi?

Dik bir şekilde sandalyenizde oturuyorsunuz. Dirsekler kesinlikle masaya konmuyor. Sadece bilek hizasından elleriniz masanın üzerinden görünmeliymiş.

Oturur oturmaz kumaş peçetenizi kucağınıza seriyorsunuz. Öyle tabak altına yayma, ya da boynunuza sıkıştırma filan yok! 🙂 Diyelim ki, kısa süreliğine masadan kalkıyorsunuz, (Tuvalete filan gitmek için) “Müsadenizle” diyip kalkarken, peçetenizi de (düzgünce katlamaya gerek olmadan) koltuğunuza bırakıp giderek, geçici bir süre için kalktığınızın işaretini veriyormuşsunuz. Koltuğunuza mı?! Bakın bunu ben de bilmiyordum. Tabağın kenarına bırakıyordum, yeni öğrendim. Meğer o, yemeğiniz bittiği zaman yapılırmış. Yoksa geldiğinizde tabağınızın yerinde yeller estiğini görebilirsiniz devam etmeyeceksiniz sanılarak…

gural g plus les ottomans 4

Gelelim çatal bıçak kullanımına… Bu konuda konuşulurken hep aklıma, onlarca kere izlediğim ve hala doyamadığım, çocukluğumun efsane romantik komedilerinden, Julia Roberts’ın oynadığı “Pretty Woman” filmindeki komik restoran sahnesi gelir. 🙂 Bütün çatal kaşıklarının hangi sıayla kullanılacağının dersini, rezil olmamak için yemekten hemen önce almıştır ama kabuklu salyangoz servis edilince, kullanmayı bilmediği penseyle maşa karışımı bir alet yüzünden fırlayan yemeği garsonun havada yakalamasına, aman ne gülerdim o zamanlar:)

Haydi size bu konuda bildiklerimi de aktarayım birazcık.

Bir kere unutmamak için en kolay olan kural şu ki; çatal ve bıçak kullanımı dıştan içe doğru gidiyor. Yani tabağın solunda ve sağında duran o çatal bıçaklar var ya, heh işte en dıştakilerden başlıyorsunuz ve tabağınız değiştikçe, siz de bir sonraki çatal bıçağa geçiyorsunuz gibi düşünün:) Tabağın üstünde duran minik bir çatal ve bıçak varsa, onlar da tatlı için tabi ki:)

zarafet akademi sofra kurallari

Yemek bittikten sonra veya biraz ara verildiğinde kullanılan çatal bıçağın nereye, ne şekilde ve hangi açıyla konulması gerektiği bile farklı anlamlar içeriyor. Anlayacağınız kendimizi geliştirmek için öğrenilecek şey o kadar çok ki aslında. Önemli olan üşengeçlik etmeden, bir yerden başlamak! 🙂

Eğitmenimiz Gökhan Bey’ sorulduğunda, Türkiye’nin en zarif erkeği olarak Beyazıt Öztürk, Halit Ergenç, Mehmet Günsur, Güneri Civaoğlu ve Mehmet Aslantuğ gibi zaten bizi şaşırtmayan bir sonuçla, her zaman centilmen ve zarif olmasına alıştığımız isimleri seçiyor. Kadınlarda ise, düne kadar Zerrin Tekindor’u kesinlikle tek geçiyordu, taa ki “zarafet abidesi” dediği “Üşengeç Şef”le tanışana kadar. Hihi Şaka canım, ah keşke… Nerede o günler! 🙂

zarafet akademi usengec sef 3

Aldığım kursun tadı öyle damağımda kaldı ki, gönül ister ki, Gökhan Bey gibi işinin ehli kişilerin yetiştirdiği yeterince öğretmenimiz olsun ve Milli Eğitim okul müfredatına böyle bir eğitim konulsun! Bu arada müjdeli haberi yine ilk olarak ben vereyim! Gökhan Dumanlı’nın kaleme aldığı ve “İş ve sosyal yaşamda zarafet” konusunu tüm detaylarıyla anlattığı kitabı, Şubat ayında raflarda yerini alacakmış. 🙂

Sadece Zarafet eğitimi değil, Diksiyon, Stres Yönetimi, Yaratıcı Drama, Eğitimcinin Eğitimi, Zaman Yönetimi, Yönetici Asistanlığı, Business Etiket, Protokol Kuralları gibi daha pek çok eğitimin de verildiği Zarafet Akademi’yi yeni yılda kendinize bir güzellik yapmak için aklınızın bir köşesine yazın derim.

Zarafet Akademi iletişim Bilgileri:

Tel: (0212) 261 74 68
Web: www.zarafetakademi.com

Marmarina Saraylı’nın Osmanlı Lezzetleriyle Bodrum’da Bir Yılbaşı

0

Biliyorum nerdeyse yeni yıl geliyor, “Bodrum yazısı da nereden çıktı?” diyenleriniz olabilir ama bilmenizi isterim ki, Bodrum benim için sadece yazın gidilen bir tatil beldesi olmaktan çok daha fazlası ve şimdi anlatacağım mekan ise Bodrum Yalıkavak Marina’da, tüm yıl boyunca hizmet veren harika bir aile işletmesi. Evet! Bugünkü gastronomik yolculuğumda, Osmanlı Saray Mutfağından örnekleriyle, konuklarına sultanlara yaraşır bir ziyafet yaşatırken, o muhteşem marina manzarasıyla da, insanı adeta büyüleyen bir restorana; “Marmarina Saraylı”ya götürüyorum sizi. Hazır mıyız? Hadi o zaman ver elini Bodrum! 🙂

palmarina usengec sef

Seyahat yazılarımdan takip ediyorsunuzdur. Çok değil, henüz 1-2 ay öncesine kadar sık sık Bodrum’daydım. Bunlardan birinde Türkbükü’nde yine tüm yıl boyunca hizmet veren Pitahaya Kitchen’ın, çalışkanlığı ve pozitifliğiyle kendime “rol model” aldığım sahibesi Mine Hanım, Yalıkavak Marina’da “Marmarina Saraylı” isminde yeni bir mekan tavsiyesinde bulununca, hemen arayıp, rezervasyonumu yaptırdım.

İşte bugün o gün! Az sonra çıkacağım şu bir kaç basamakla, Marmarina’nın saray lezzetlerine ulaşmama sadece saniyeler var. Bakalım üst katta bizi neler bekliyor? 🙂
palmarina usengec sef 1

Teras kat adeta rüya gibi! Bu kadar şahane bir panaromik manzara beklemiyordum doğrusu.
marmarina sarayli yalikavak 4

Marmarina Saraylı tam bir aile işletmesi. Sahipleri Gülşen Coşanöz ve Alphan Birleşik, çok tatlı bir anne-oğul. Bundan önce Antalya’da 24 sene işlettikleri bir mekanları daha olmuş. Osmanlı saray mutfağını tüm dünyaya en iyi şekilde tanıtmaya ahdetmiş, tam 32 senelik bir tecrübe var karşımda dile kolay.

Otelcilik ve Yeme-İçme Yönetimi eğitimi aldıktan sonra, Türkiye’nin önde gelen lüks otellerinde misafir ağarlama sanatı ve protokol yöneticiliği görevlerinde bulunan Alphan Bey, kusursuz olabilmesi için restoranın servis yönetimiyle ilgilenirken; Marmarina’nın mutfağı ise “Aşçılık bir sanattır, aşkla ve şevkle yapılmalı” diyen ve mesleğinden bahsederken gözlerinin içi parlayan, anne Gülşen Hanım’a emanet.
Yeme-içme sanatında özellikle 3 unsur, onun için çok fazla önem arzediyormuş ki bunlar;

  • Görsellik
  • Damak tadına hitap,
  • Sindirim Sistemiyle olan uyum

Yani bir yemeğin görünüşü şahane olup, tadı da o an için çok hoşunuza gitse bile, “evinize gittiğinizde midenizi rahatsız ediyorsa, yediğinize yiyeceğinize pişman eder” diyerek özetliyor durumu ki, bence çok da haklı. Bu sebeple yemeklerinde kesinlikle endüstriyel ürün kullanmıyor. “Çünkü öyle olsa, suni bir tokluk hissedilir, biraz sonra yine acıkılır” diye açıklıyor.

Tüm ürünlerinde köy tereyağı, köy zeytinyağı ve mevsimsel sebzeler kullanırken, Marmarina Saraylı’nın mutfağında asla sera ürününe de yer vermiyorlarmış. Et suyunu, etten; tavuk suyunu tavuktan yapıyorlar sıfırdan. Direkt yerli tohum köylü mahsullerini alıyor ve daha masraflı da olsa kaliteden ödün vermeyerek, Macrocenter’ın sertifikalı organik ürünlerini seçmeye özen gösteriyorlar. Bu sayede de, unutulmaya yüz tutmuş, Osmanlı saray mutfağını layığıyla ve en gerçek koşullarda tekrar canlandırmaya çalışırken, aynı zamanda misafir memnuniyeti odaklı bir hizmet sunuyorlar. Ne mutlu değerlerimize sahip çıkan, böyle idealist insanları tanıdığımıza…

marmarina sarayli yalikavak 2
Kar gibi bembeyaz dantel masa örtüleri, köşeleri işlenmiş peçeteler, berjer koltuklar, şık abarjurlar… Dekorasyondaki sadelik ve sıcaklık, beni hemen sarıp sarmalıyor. Gülşen Hanım da benim anne tarafım gibi sarışın, renkli gözlü, ince, uzun, tipik bir Balkan göçmeni. Hani “kan çeker” denir ya, öyle de oluyor gerçekten:)

marmarina sarayli yalikavak 3

Yemek aralarında farklı lezzetler arasında, konukların ağız tadlarının değişmesi için ikram ettikleri, Osmanlı mutfağında da yaygın olarak kullanılan ve 40 çeşit baharattan yapıldığı söylenen Temurhindi (Demirhindi) Şerbetinin sunumu bile burada işte böylesine şık ve zarif.
marmarina sarayli yalikavak 5

Annesinin evindeki antre avizesinin kristal taşlarını, masa örtüsünün kenarlarına ağırlık yaparak değerlendirdiği masamızın üzeri, Ege mavisi tabaklar ve birbirinden davetkar mezelerle bezenmiş.

marmarina sarayli bodrum 1

Karşımızda gecenin karanlığına inat; dolunay ve yakamozlarla ışıl ışıl parıldayan bir deniz, yemyeşil palmiye ağaçları ve mega yatların sıralandığı enfes bir marina…

marmarina sarayli osmanl2Ci menu
Yemeklerin hangi birinden anlatmaya başlayayım bilemedim. Barbunya ve Maş Fasulye yanında masamızı süsleyen soğuk mezelerden renkli Biber Dolması, özellikle vegan ve vejeteryanlar için Kinoalı Sebze karışımıyla hazırlanmış.

marmarina sarayli osmanli meze

marmarina sarayli yalikavak 1

Yoğurt sosun yanında tüm albenisiyle uzanan biber ve kabak kızartma tabağından mı başlasam, yoksa Osmanlı’da “Teke” diye geçen “karides”le ve zerdeçallı pilavla hazırlanan Enginar Salatasından mı öyle kolay karar veremiyorsunuz.

marmarina sarayli bodrum 2
İddia ediyorum böyle başarılı bir Enginar Salatasını başka yerde yememiş olabilirsiniz! Gerçekten de tek kelimeyle bayıldım!:)

marmarina sarayli enginar
Pazılı Zeytinyağlı Saray Sarmaya gelince, vişne ve yeşil mandalinayla sağlanan hafif buruk tadıyla yine çok özel bir lezzet olmuş. Buraya geldiğinizde “muhakkak denenecekler” listenizde olmayı kesinlikle hak ediyor.
marmarina sarayli yaprak sarma

Gülşen Hanım’ın 2012 yılında menüye aldığı “Kavun Dolması”, dünyanın başka bir yerinde kolay kolay bulamayacağınız, bu akşamın en özel lezzetlerinden biri olarak tarihe adını yazdırıyor.

Köylülerden alınan yerli tohum tarla kavunlarından, 1 saat hazırlık sonrası, fırında çok ağır ateşte 3 saat pişirilerek yapılan bu meşakkatli yemeğin içinde, hiç pirinç bulunmazken, onun yerine kıyma, badem, soğan, çam fıstığı, kuş üzümü ve Osmanlı baharatları kullanılmış.

marmarina sarayli kavun dolmasi

Osmanlı saray mutfağına özgü bir tavuk yemeği olan “Mahmudiye” ise içeriğindeki bal, kuru meyveler ve tavuğun ilginç uyumuyla damağınızı şaşırtmak konusunda iddialı.
marmarina sarayli osmanli yemekleri

Kuru meyve, çerez ve baharatlarla hazırlanan ve servis tabağında titremesi ama dağılmaması arzu edilen “Paluze Tatlısı” tam kıvamında… Üzeri tarçınlı çok hafif ama eşsiz lezzetiyle Saray Helvası da, yine bu güzel gecenin finalinde beğeniyle denediğimiz tatlılardan…
marmarina sarayli tatli
Efsane bir ekiple, şahane bir akşam geçirdiğimiz, aynı zamanda yeni ve kaliteli dostlukların temelini attığımız unutulmaz bir geceyi bu hatıra pozu ile kapatırken, Marmarina Saraylı’ya ilk fırsatta gitmenizi kesinlikle tavsiye ederim.
marmarina sarayliusengec sef 3jpg

Hatta bu hemen alttaki fotoğraf Bodrum’da “bugün” (16 Aralık’ta) çekildi desem? İnanabiliyor musunuz havanın açıklığına ve gökyüzünün maviliğine?Of! Şimdi bunları görünce, benim yine çok fena Bodrum aşkım depreşti:) Uçağa atlayıp bir sabah Marmarina’nın serpme kahvaltısına gelsem de bu güzelliklere karşı mis gibi çayın yanında o pofuduk puf böreklerini, ev yapımı kaymaklarını, reçellerini doyasına tadabilsem keşke. Bir dakika yahu! Diyettesin sen! Kendine gel:)

marmarina sarayli teras 1

Yazın sona ermesiyle, 35 kişilik açık, 35 kişilik kapalı bölümleriyle, çok keyifli bir kış bahçesi yapmışlar. Hele de yeni yıla Bodrum’da girmeyi planlıyorsanız, Marmarina Saraylı’daki Yılbaşı Partisi şıklığı ve nezihliğiyle size ilaç gibi gelecektir.

marmarina sarayli kis bahcesi

2016’nın ilk dakikalarına girerken, Müzisyen Cüneyt Akgün’ün canlı performansıyla Türkçe, Fransızca, İngilizce, Yunanca, İspanyolca şarkılar eşliğinde, bu doyumsuz Palmarina panoramasının tadını, çok özel ve doğal ürünlerle hazırladıkları muhteşem bir menüyle çıkaran sınırlı sayıda insandan biri olmak için, rezervasyon yaptırmayı unutmayın. marmarina sarayli teras 2

Star Wars Yıldız Savaşları Güç Uyanıyor

6

Star Wars serisinin 7. filmi olan “Yıldız savaşları / Güç Uyanıyor“un, bu Perşembe günü vizyona girmesinin şerefine, bugün size tam anlamıyla gerçek bir “Star Wars” hayranı olan çok sevdiğim bir “Konuk Yazar” getirdim: Biricik Eşim, Kaan Yeğinsü (Instagram: @Deklancheur) Star Wars’la ilgili tüm merak ettiklerinizi, onun kaleminden okuyacağınız bu eğlenceli yazıyı kaçırmayın derim:)

Bunlar aradığınız droid’ler değil!
“Star Wars”. Bir nesle damga vurmuş seri…

6 ya da 7 yaşlarındayım. Yazlıktayız. Bir film başlıyor TV1’de. (Şimdinin “TRT1” olarak geçen kanalının adı, o zamanlar “TV1”). Televizyon dediğim, o dönem evlerimizde en yaygın bulunan cihazlardan biri olan; turuncu renkli, kendinden antenli, 37 ekran, siyah-beyaz bir alet. Filmi daha büyük seyredebilmek için, televizyonun burnunun dibine oturduğumuz zamanlar 🙂

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-darth-vader

Filmde, bir uzay gemisi, kocaman başka bir gemi tarafından içine alınıp, hapsediliyor ve siyah maskeli, siyah kıyafetli bir adam, gemiye binerek, hayatıma da ilk defa giriş yapıyor. Benim için 30 senelik “Star Wars” sevdasının başladığı o saniyeyi, çocukluğumun onca anısı arasında, halen gayet net hatırlıyorum. star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-darth-vader

Star Wars serileri, özellikle yeni jenerasyon için belki de çağdışı efektler, tuhaf yaratıklar ve anlamsız ışın kılıcı sahneleri olabilir. Ancak özellikle de benim gibi 70-80’ler kuşağı için tam bir efsane; kimileri için bir yaşam biçimi, kimileri için ise bir din şeklidir.

Ama şu bir gerçek ki serinin ilk filminin vizyona girdiği 1977 yılından nerdeyse 40 sene sonra çekilen bu 7.film, bütün dünyada fırtınalar kopardı. İlk fragmanları yayınlandığı andan itibaren, milyonlar tarafından seyredildi. Digitürk bile filmin vizyona girişine 1 hafta kala, ona özel kanal açtı. Lego’nun çıkardığı Star Wars serisi ile satış anlamında tekrar bir çıkış yaşadığı söyleniyor. Sadece onlar de değil, Star Wars çılgınlığından nemalanmak isteyen tüm sektörler, Star Wars temalı ürünlerini piyasaya sürdüler.

Pekiiii, Nedir yahu bu Star Wars?

Üzerine hiç düşünmeden “Sence Matrix’in ana fikri nedir?” diye soranlara ironik olarak verdiğim “Meğer insanlar pilmiş” cevabına benzer bir şekilde,  “Star Wars için de kısaca “Skywalker ailesinin içindeki çalkantılı ilişkiler, baba-oğul kavgası” falan diyebilirim 🙂

Tabi ki olay bu kadar değil, ama gerçekten biraz da zorlayarak, tek bir cümleyle; “Kurgusal bir Galaksideki, “güç” denilen, yetenekli bireyler tarafından kullanılabilen ve tüm evreni kapsadığına inanılan enerjideki, iyi-kötü arasındaki mücadele ve iktidar çekişmesi” şeklinde özetleyebilirim herhalde.

Kullanıcılarına çeşitli doğaüstü yetenekler kazandıran bu “güç”, iyilik için kullanılabileceği gibi; nefret, saldırganlık ve kötülük duygularını besleyen karanlık tarafın (Darkside) takipçileri tarafından, kötü amaçlar için de kullanılabilir. İlk 6 filmde gücü iyilik için kullanan “Jediler” ile, galaksiyi ele geçirmek amacıyla karanlık tarafa geçen “Sithler”in mücadelesine yer veriliyor işte.
star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-darth-vader

Star Wars serisinin sıralaması

Aslında seri 9 film olarak tasarlanmış, ancak o dönem için özel efektlerin zorluğu ve pahalılığı sebebiyle, ilk olarak 4. film çekildikten sonra, ardından sırasıyla 5. ve 6. film çekilmiş. Ancak çocukluğumuza damgasını vuran video kaset döneminde, filmler bazen 4-5-6, bazen de 1-2-3 şeklinde yayınlandığı için, kafalarda bayağı bir karışıklık yaratmış; hatta bizzat ben 1-2-3 sanarak seyrettiğim için, sonra videocuda 4-5-6 olarak gördüğümde “Aman Allahım! Serinin yeni filmleri gelmiş!” diye boş yere heyecanlanmıştım 🙂

Gerçek 1, 2 ve 3. serilerin çekilmesi ise 1999-2005 arasında gerçekleşti.  Şimdi heyecanla vizyona girmesini beklediğimiz 7 var sırada. Ardında da 8-9 gelecek 🙂 Aslında bu haliyle, nerdeyse “Memento” ya da “Pulp Fiction” filmlerinin hikaye düzeni gibi tersten giden bir seri olmuş biraz.
 
Benim için Star Wars 

Az önce bahsettiğim o ilk seyredişimden sonra, 4, 5 ve 6. filmlerin, her birini herhalde 50’şer kere tekrar tekrar izlemişimdir. Hatta Digitürk sağolsun, 5 ve 6.’yı son 2 gecedir yine ilgiyle seyredip duruyorum 🙂

Sonradan çekilen seriden 1. filmi çok fazla efekt ve droidler yüzünden bir türlü sevemedim. Ama 2. filmi ve özellikle de 3. filmin son kısmında, benim gibi bir çok kişiye ekran karşısında göz yaşları döktüren ve hikayeyi ilk seriye bağlayan hüzünlü sahneler gerçekten çok ama çok güzeldi.

Çocukluğumuzda Beşiktaş’ta bir züccaciye ve oyuncak mağazamız vardı. O zamanlar Türkiye’de yeni açılmış olan oyuncak ithalat firması İntertoy’la ortak çalışıyorduk. Düşünün! Oyuncak mağazanız var ve her taraf Star Wars oyuncakları ile dolu…Evde tüm karakterlerin oyuncaklarının yanında, Han Solo’nun “Millennium Falcon”u dahil, 1-2 tane de gemi ve platform olmasının yanında; bende olmayan o zamana göre de ciddi pahalı olan dükkandaki oyuncakları babamdan rica eder, haftasonu eve getirtir, biraz oynar, hevesimi almaya çalışır, sonra tekrar paketler ve satılması için dükkana gönderirdim. 🙂

star-wars-yildiz-savaslari-millenium-falcon

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Intertoy’un showroom’unda, tüm oyuncakların açık halde kurulu olduğu bir bölüm vardı ve oraya gider saatlerce deli gibi oynardım. Birazcık şanslıymışım sanki 🙂 Zamanında bu kadar çok Star Wars oyuncağım olmasına ve malının kıymetini bilen bir çocuk olmama rağmen, bugünlere kadar nedense hiç birini koruyamamış olmam ise oldukça dramatik. O yüzden bu yaşımda bile halen Lego mağazasına girip “Ölüm Yıldızı”na bakıp bakıp iç çekiyorum. 🙂

star-wars-yildiz-savaslari-olum-yildizi-oyuncak-lego
Star Wars’dan Favori karakterim 

Benim favorim kesinlikle “Han Solo”ydu. Harrison Ford’un gençliğinin hayat verdiği bu başına buyruk, serseri ruhlu karakterin büyük hayranıydım. Hatta Prenses Leia için (ki sonradan kardeş olduklarını öğreniyoruz ama) Luke ile verdikleri mücadele yüzünden, Luke’e de az gıcık olmamışımdır. Hatta adamı karbon dondurucusunda hapsettiklerinde de bayağı bir üzülmüştüm 🙂

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-han-solo

Star Wars ile ilgili komik ve entersan bilgiler 

– Lego filminde “Batman” karakterinin “Han Solo”nun gemisinden döndükten sonra “Adamlar manyak mıdır nedir ? İşleri güçleri uzayda satranç oynamak.. Hem kıllı olan da erkekmiş!” demesi…

– Amerika’da 34.000 kişinin bir dilekçe yazarak, Beyaz Saray’dan, Amerikan hükümetinin Star Wars’deki “Ölüm Yıldızı” gibi, gezegen yokedebilen bir gemi yapmasını istemesi. hatta daha da komiği Beyaz Saray’ın buna cevap olarak “Bu aradığınız dilekçe değildir” şeklinde cevap vermesi…

– 2001 yılındaki nüfus sayımları esnasında, formlardaki dini inanç sorusunu protesto etmek amacıyla Avustralya’da 70.000 ve Yeni Zelanda’da 53.000 kişinin mensubu oldukları din olarak “Jedi” dinini söylemesi…

– Serinin 6.filmindeki ayıcıkların (Ewoklar) “Tibetçe” konuşmaları…

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-ewoks

– 6.filmin çekimlerinin yapıldığı ormanda, oradaki bölge halkı bizdeki “Van Gölü Canavarı” gibi, gizemli bir yaratığın yaşadığına inanıyormuş. Sen tut, çekim için “Chewbacca” kostümüyle ortalıkta gezinirken, Peter’ı gör, onu gizemli yaratık san! Taşlar sopalar, silahlar, ellerine ne geçtiyse, adama bir güzel girişmişler. Neyse ki çekim ekibi koşup, halka durumu açıklamış da, zavallı adamcağız ellerinden sağ kurtulmuş:)

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-chewbacca

Star Wars’da Kim Kimdir?

Anakin Skywalker / Darth Vader:

Çöl gezegeninde doğan zavallı yetim çocuk. Karanlık tarafa kayma eğiliminin üstüne, Jedi konseyi de kendisine hep ters gidince sonunda bir Sith lordu haline gelip “Darth Vader” oluyor. Çocuklarıyla arası bayağı kötü 🙂

star-wars-yildiz-savaslari-anakin-skywalker-darth-vader

Han Solo:

Bir takım yaşanmamışlıklardan iç barışını sağlayamamış, hiç bir yerde huzur bulamayan, devamlı sevdiği kızı bile bırakıp, parasını alıp gidesi olan serseri ruh.

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-han-solo

Prenses Leia:

Prenses Amidala ve Anakin’in yasak aşklarının iki mevyasından biri… 6.filmdeki Java’nın sarayında giydirdikleri dansöz kıyafeti ile bir dönemin gönlünde taht kurmuş kadın…

star-wars-yildiz-savaslari-prenses-leia-bikini

Luke Skywalker:

İkizlerden diğeri… İsyankar, babasıyla geçinemeyen, acıların çocuğu. Hep bir ağlamaklı surat. İğne deliğinden lazeri sokabilen kişi Bknz: 4. bölümde Ölüm Yıldızının yokedilmesi

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-luke-skywalker

Chewbacca:

Salonda şöminenin önüne serilesi tüy yumağı. Han Solo’nun kader arkadaşı, devamlı bir “uğk ağk” başka ses çıkarmayı bilmiyor. Yahu kafamız şişti! 🙂

chewbacca star wars

Efendi Yoda:

Kapalıçarşı İngilizcesi konuşan Jedi’ların en yeşili, hatta Spor Yazarı Turgay Şeren’in de kuzeni olduğu söylenir 🙂

star-wars-yildiz-savaslari-guc-uyaniyor-efendi-yoda

R2D2:

Bir dönem, “elektrikli süpürgelere” ilham kaynağı olmuş, kahramanlarımızın sıkıştıkça “onu aç, bunu kapa” yaptıkları droid. Devamlı kolunu bir yerlere sokup, çevir babam çevir!

star-wars-yildiz-savaslari-r2d2-c3po-robot

C3PO:

Seri bittikten sonra Avrupa meydanlarında “robot dansı” yaparak hayatını devam ettirmeye çalışan, geveze mahlukat 🙂

Star Wars…Bir yaşam biçimi 

Bir neslin hayalgücünün, ufkunun gelişmesinde büyük rol oynamış; filmleri, oyuncakları, bilgisayar oyunları, animasyon dizileri ile 40 yıldır dünyaya hükmetmiş bir kültür ve bence gelmiş geçmiş en başarılı sinema serisidir. Haydi o zaman gelsin 7.bölüm! 🙂

Romatizmin Doruklarında Bir Enrico Macias Konseri

0

Aylar önce arkadaşımdan bir mesaj: “Üşengeç Şefim, Zorlu PSM’ye Enrico Macias geliyor. Gideceksek, biletler tükenmeden alalım derim, ne dersin?” Onca işin arasında göz ucuyla hızlıca baktığım mesaja, benden cevap: “Üff yaa! Ben o çocuğu çok sevmiyorum, babasının konseri olsa isterdim bak!” Karşı taraftan bol kahkahalı bir gülme efekti! Mesajlaşmamıza bir daha baktım ki, o “Enrico Macias” yazmış ama ben “Enrique Iglesias” okumuşum. Eh onun için, babası diye de “Julio Iglesias”dan bahsediyorum tabi ki. Bayağı bir güldük halime. Sonra ben hemen eşime yazdım, “Enrico Macias’a gideriz di mi?” Bu sefer o da “Enrique Iglasias” sanıp, “ah evet süper olur ama, hani sen sevmezdin o çocuğun şarkılarını?” dedi. İşi gücü bıraktım kikirdedim bi’ saat halimize:)

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Okulda yıllarca eğitimini aldığım Fransızca’yı, kendime unutturacak kadar bu dilden hazetmeyen bana bile, o enfes şarkılarıyla tekrar sevdiren; çocukluğumdan beri tane tane aksanına, melodilerine ve yorumuna bayıldığım Cezayir asıllı Fransız şarkıcı Enrico Macias’ın konserine gitmeden önce, ardı ardına sit-com tadında, böyle komik yanlış anlamalar yaşadık anlayacağınız:)

Ve işte o büyük gün gelip çattı. Tüm biletleri çoktan tükenen, bütün şarkılarını ezbere bildiğim mükemmel bir sanatçının; “Enrico Macias”ın konserini izlemek üzere Zorlu PSM’deyim, ne mutlu bana!

Salondaki izleyici kitlesi inanılmaz. Çoğu yaş almış, çok nezih ve kalburüstü hanımefendi ve beyefendiler. Özene bezene hazırlanıp, jilet gibi giyinip gelmişler. Gençliklerinin bir parçasıyla buluşacaklar, heyecanları yüzlerinden belli.

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Bizler de onun romantizm dolu “chanson”larının büyük hayranları olarak, yaş ortalamasını az biraz olsun indiriyoruz işte. Böyle değerler sık gelmiyor dünyaya ne de olsa. 🙂 Sağolsun Zorlu PSM sayesinde, dünya standartlarında bir konser salonumuz var da, bu tarz gösterileri artık kendi ülkemizde de izleme şansına erişebiliyoruz.

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Ve işte büyük an geliyor. Tüm spotların üzerine vurduğu sahnede dimdik duran ve hala karizmasından bir şey kaybetmeyen Enrico Macias, az biraz yaş almış olsa da, yıllar ona yine de biraz iltimas geçmiş ki, güzel yaşlanmış.

Konser öncesi duygusal bir konuşma yaparak, Ankara ve Paris’te meydana gelen üzücü olaylarda hayatını kaybedenler için, herkesi yine tüm zarafetiyle bir dakikalık saygı duruşunda bulunmaya davet etmeyi de ihmal etmiyor.

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

İlk kez 1962 yılında Türkiye’ye gelen ve büyük talep üzerine bir günde tam 3 konser vererek, izleyicileri kendisine hayran bırakan Enrico Macias’ın sesinden, birbirinden romantik şarkıları kadar, Türkçe’ye de çevrilen unutulmaz aranjmanların, orjinallerini dinlemek rüya gibi… Hatta “Hoş gör sen!” şarkısını o şeker aksanıyla, bizzat Türkçe seslendirmesini duymalısınız:)

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Müzik kariyerinde artık 50 yılı geride bırakan bir “müzik efsanesi” olan Enrico Macias’ın 50’den fazla şarkısı Türkçe sözlerle, Türk sanatçılar tarafından yorumlanmış. Bu şarkılarından ilk aklıma gelenlerden sayabileceğim Ajda Pekkan’dan “Hoşgör Sen” (On S’embrasse Et On Oublie), Selçuk Ural ve Gönül Yazar’dan “Arkadaşımın Aşkısın” (La Femme De Mon Ami), Tanju Okan’dan “Çal Çingene” (Zingarella) nasıl unutulabilir ki?

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Hatta annemler anlatır, ben daha yeni yeni konuşmaya başlarken meşhur olan Seyyal Taner’in seslendirdiği “Son Verdim Kalbimin İşine” (Je Suis Content Pour Toi) şarkısına, dilim dönmediği için “Son bevdim kaabişime” der dururmuşum. 🙂

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

76 yaşındaki haliyle 2 saat boyunca, hiç ara vermeden ve bir saniye bile oturmadan, bir yandan da gitarını çalarak şarkı söyleyen sanatçı, bir ara gitarıyla dans bile etti. Aralarda gitar sololar da yaptı ve biz oturduğumuz yerden, güya genç geçinen halimizle, onun bu performasını izlerken, onun adına yorulduk ve bir kez daha hayran kaldık.

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Konserin sonunda kulise gider gitmez, alkış tufanı koptu, Zorlu PSM seyircisi, onu öyle kolay bırakmak istemiyordu doğal olarak. Israr üzerine bis yaptığında, tüm orkestra çekilerek sahneyi ona bıraktı.

enrico-macias-istanbul-konser-usengec-sef-zorlu-psm

Üzerinde tek bir spot ışığıyla, kendini ayakta izleyen binlerce kişiye, çıplak sesiyle o müthiş coşkulu ve eğlence dolu şarkısı “Enfant de tous pays”i söylemeye başladı. Şarkının sözleri çok anlamlı… İşte size dilimize çevirisinden bir parça:

“Bütün ülkelerin çocukları
Yarın dünyamızın karanlıktan çıkması için
Sizin ellerinize güveneceğiz
Yeniden ışık görme umudumuz
Yaşama açılan gözlerinizdedir
Gözyaslarınızı silin,
Silahlarınızı atın ve
Dünyayı bir cennete çevirin”

Kendimi bildim bileli, en sevdiğim şarkıların yaratıcısı Enrico Macias’ı da, dünya gözüyle izledim ya artık, herhalde gözüm açık gitmem:)

Eataly’nin 2016 Yılbaşı Partisinden Kareler

0

Eataly İstanbul’un tüm yönetici ve çalışanların da katılımıyla, “2016’ya Merhaba!” dediği lezzet ve eğlence dolu yılbaşı partisinden kareler…

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

eataly-istanbul-2016-personel-yilbasi-partisi

Herkese Mutlu Seneler! 🙂

Ritz Carlton İstanbul

0

Hani hep derler ya: “Ona küçük sürprizler yapın!” Tavsiyeyi dinledim ve geçtiğimiz ay, Boğaz’a karşı sakinlik ve dinginlik içinde, baş başa biraz kafa dinlemek için, eşimle birlikte bir hafta sonu Ritz Carlton’da konakladık.

“Luxury Hoteller” hakkında hazırladığım izlenim yazılarımdan da bildiğiniz gibi, en prestijli otellerde konaklama konusunda edindiğim bunca deneyimimle rahatça söyleyebilirim ki, The Ritz-Carlton İstanbul’un asil duruşu bir başkaymış. Burada sunulan efsanevi hizmetin, misafirler otele giriş yaptığı andan itibaren başladığını duymuştum ama, otelin önüne arabamla geldiğimde, kapımı açan “doorman”den itibaren, herkesin benim geldiğimi bilecek ve ismimle karşılayacak kadar bilgilendirilmiş olacağını da ummuyordum doğrusu. 🙂 Girer girmez Ön Büro Müdürü yanıma gelip, elimi sıkarken, çok sıcak bir şekilde, yine ismimle selamladı beni.
usengec-sef-ritz-carlton-istanbul-hotel-bogaz-manzara

Odamıza yerleştiğimizde ve ardından bir şeyler atıştırmak için Club Lounge’a geçtiğimizde de herkes benden haberdardı. 2000’de hizmete giren otelin, açılışının 15.yılı şerefine “onur konuğu” olarak buradaydım sanki. Gerçekten de böyle bir karşılamadan sonra kendimi elimde olmadan biraz “Celebrity” gibi hissederken, bunun sadece bana özel bir muamele olmadığını öğrendiğimde ise, markaya hayranlığım daha da arttı.

ritz-carlton-istanbul-hotel-resepsiyon
“Sıcak karşılama ve uğurlama”, “konuğa ismiyle hitap etme” ve “ihtiyaçları önceden sezinleyerek, ona göre aksiyon alma” prensipleri, şirket kültürünün en temel yapı taşlarıymış meğer burada. Bizzat yaşayarak öğrendim ya, artık hiç unutmam:) İşe başlamadan önce ciddi bir oryantasyon eğitiminden geçirilen tüm personelin, aynen her an yanlarında taşıdıkları “credo” denilen kartlarda yazıldığı şekilde, “Bizler; hanımefendilere ve beyefendilere hizmet sunan, hanımefendi ve beyefendileriz” sloganıyla hareket ettikleri Ritz Carlton’ın servis kalitesi, işte tam da bu sebeple “first class” sanırım.

ritz-carlton-istanbul-hotel-lobi
Ritz-Carlton’ın PR Müdürü Yasemin Uygurmen’le Boğaz manzarasına karşı kahvelerimizi yudumlarken yaptığımız keyifli sohbet esnasında öğrendiğime göre amaç; konaklayanların otelden sadece memnun bir şekilde ayrılmaları değil, aynı zamanda anılarında kalacak ve unutulmayacak mutlu ve özel hatıralar yaşamaları olduğu için, sloganları “Let us stay with you” yani “Sizinle kalmamıza izin verin”miş. “Biz kendi personelimize iyi bakarsak, onlar da misafirlerimize iyi bakar” kültürüyle; çalışanlara da bu şekilde hitap edilerek, aşılanan değere bakar mısınız? 🙂ritz-carlton-istanbul-yasemin-uygurmen-usengec-sef

Az önce internetten “acaba herkes benim kadar memnun kalmış mı” diye bir baktım da, dünya çapında “Tripadvisor” gibi en çok güvenilen otel yorum sitelerinde bile, “Mükemmellik Sertifikası” kazanacak kadar, konaklayanlardan hep yüksek puanlar almışlar. Bu durumda, müşteri hizmetini takdir eden “Malcolm Baldrige National Quality Award” ödülünü almaya iki kere hak kazanmış tek hizmet şirketi olmalarına da hiç şaşırmıyorum:)

ritz-carlton-istanbul-hotel-oduller

“İhtiyaçları önceden sezinleyerek, ona göre aksiyon almak” diye bir şeyden bahsettim ya hani? Bu konuda bir kaç yaşanmış örnek duymak istedim Yasemin Hanım’dan. En çok etkilendiklerimden biri şu oldu aralarında; Henüz evli olmayan bir çift, kadının hastalığı dolayısıyla son dönemlerini yaşayan annesini de alarak, beraber Ritz Carlton’a geliyor. Artık  bunun birlikte son tatilleri olduğunu bildikleri için içleri buruk. Çünkü aslında anne, evlendiklerini görmeyi çok istermiş. Bunu haber alan Ritz Carlton Müşteri ilişkileri, süper bir fikirle, anneye sürpriz yaparak, gerçek olmasa da, gençlere rüya gibi bir düğün seromonisi organize ediyor ve annenin de, evladının mürüvvetini bu şekilde dünya gözüyle görmesi sağlanıyor. Yetkilendirilmiş personelin bu gibi durumlarda insiyatif alıp kullanabileceği, özel bütçeleri varmış meğer.

Tüylerim diken diken halde dinlediğim bu etkileyici hikaye ve benzerleri; bünyesinde dünya çapında 89 otel bulunan Marriott Grubu’ndaki bütün Ritz Carlton otellerine ilham vermesi için, ortak sistemde “Wow Stories” havuzu denilen bir yerde toplanıp,  paylaşılıyormuş. Bir kere konaklayan müşterinin, yaşam boyu kendilerini tercih edecek müşterilere dönüşmesi yolunda, kişiye özel üstün hizmet sunmak amacıyla bütün otellerinde her sabah “Line-up” denilen toplantılar yaparak, o gün “hangi gruplar bekleniyor”, “yeni check-in yapacak VIP müşteriler kimler”, “anlık doluluk oranları nasıl” gibi pek çok konunun üzerinden, tüm ilgili birimlerce tek tek geçilerek, hiç birşey şansa bırakılmıyormuş.

ritz-carlton-istanbul-hotel-bogaz-manzara

Bir detay daha var ki, bahsetmeden geçmek istemem. Eğer konuklardan “Nelerden hoşlanır?”, “En çok hangi rengi sever”, “Herhangi bir şeye alerjisi var mı?” gibi bilgiler alınmışsa “Mystic” denilen global sistemde toplanıp, diyelim ki İstanbul’da kaldığınız esnada belirttiğiniz bir yemek alerjinizden, dünyanın başka bir şehrindeki Ritz Carlton’a gideceğinizde, sizden önce oradakilerin haberleri oluyormuş. İşte ben buna gerçek zincir otelcilik sistemi derim.:)

Dünya çapında ağırlıklı olarak Amerika, İngiltere ve Almanya’dan büyük grupların ve ailelerin, iş ve tatil amaçlı tercih ettiği otelin Genel Müdürü Can Göktaş, 25 yıllık uluslararası otelcilik deneyimiyle, Ritz-Carlton İstanbul bünyesinde bu konumuna gelen ilk Türkmüş.

İstanbul’daki otelde bugüne kadar ağarlanan ünlülere de merak edip, bir göz attım da, Victoria’s Secret’ın meleklerinden, ünlü Top Model Bar Rafaeli’sinden tutun da, İngiliz pop şarkıcısı, besteci ve piyanist Sir Elton John’a; henüz çocukken TV’de yayınlanan “Blue Moon” dizisiyle girdiği hayatımızda hala sempatikliğini koruyan, Emmy ve Altın Küre ödüllü Amerikalı sinema oyuncusu ve müzisyen Bruce Willis’e kadar pek çok celebrity çıktı karşıma.
ritz-carlton-victorias-secret-model-bar-rafaeli

Yakın zamanda kaybettiğimiz, iki Oscar ödüllü, menekşe gözlü aktris Liz Taylor’ın “Cleopatra” filminde tanışıp, 2 kez hayatını birleştirecek kadar aşık olduğu aktör Richard Burton’la yaptığı görkemli düğünü için de, yine bir Ritz Carlton Hotel’ini seçmiş olması, olayın şanına yakışır bir karar olmuş bence 🙂 Bu arada, 450 kişilik kapasitesiyle, İstanbul’daki otelin balo salonu da, büyük düğünler için ideal genişlikte…
ritz-carlton-elizabeth-taylor-dugun

Hadi size biraz da odayı gezdireyim:)

ODALAR

22’si süit, 57’si Club odası olmak üzere toplamda 243 odası bulunan The Ritz-Carlton İstanbul’un, 11. katındaki Club Level odamızda, şahane bir Boğaz manzarasıyla karşılanıyoruz.

ritz-carlton-istanbul-hotel-bogaz-manzara-oda

CLUB LEVEL

Lüks kategorideki böyle bir otelde, bu tarz bir odaya adım attığımda ilk baktığım şey, Nespresso makinesinin bulunup bulunmadığı oluyor, ki bu konuda Ritz Carlton benden geçer not alıyor.
ritz-carlton-istanbul-nespresso-kahve

Klasik tarzda döşenmiş, ahşap ağırlıklı, pastel tonlardaki bu şık ve konforlu odada, yatak başlığı ve çerçevelerde çok ince altın varak detaylar kullanmış.

ritz-carlton-istanbul-hotel-bogaz-manzara-oda

ritz-carlton-istanbul-hotel-bogaz-manzara-oda-banyo

Tam da Asya ve Avrupa kıtalarının birleştiği bu büyülü şehirde, markanın sofistike anlayışının Türk misafirperverliğiyle harmanlandığı bu otelin geniş pencerelerinden seyredilen Boğaz manzarası, yazımın başlığında da küçük bir ipucu verdiğim gibi, insana hiç beceremese de şiirler yazdırır güzellikte… Kameranı ve kahveni al, fotoğraf çekmenin keyfini çıkar, o derece!

Asırlık camileri, sarayları ve surları derken, tam bir kültür hazinesi olan tarihi başkent İstanbul’un tam kalbindesiniz düşünsenize!

Karşımda Dolmabahçe Sarayı ve Camii; hemen ilerideki Salacık açıklarında, esfanelere konu olan Kız Kulesi, aşağı doğru baktığımda yenilenen ve yakında açılması planlanan İnönü Stadyumu… Gerçekten nereye bakacağımı şaşırıyorum.

Bu arada stadyumun son halini ve ne zaman biteceğini, ne kadar çok taraftarın merak ettiğini, pencereden yaptığım periscope yayınında kısacık sürede 1500’den fazla kişi yayına bağlanınca daha iyi anlıyorum.:) Bu tarz anlık ve önemli yayınlarımı kaçırmak istemiyorsanız, @usengecsef hesabımı Periscope’dan da takibe almayı unutmayın, olur mu? 🙂

ritz-carlton-istanbul-hotel-bogaz-manzara-oda

Nerde kalmıştık? Sağda gördüğünüz krem rengi bina var ya hani? Orası benim henüz 15 yaşımı doldurmadan, üniversiteyi kazanarak, İngilizce hazırlık sınıfına başladığım İTÜ Gümüşsuyu Kampüsü… Bu açıdan hiç görmemiştim okulumu, yıllar geçmiş, özlemişim, valla bir tuhaf oldum 🙂

Biliyorum biliyorum… Nostaljiye dalıp, manzaraya vurulup, bütün günü odada geçirmeyelim. Daha otelde pek çok bölüm var tadını çıkaracak:)

İlk olarak sadece odamızın da bulunduğu “Club Level” misafirlerine yönelik olarak hizmet veren Club Lounge’a gitmeyi öneriyorum, ne dersiniz?

CLUB LOUNGE

“Otel içinde otel” hizmetinin en iyi örneklerinden biri.. Hem şehir, hem de Boğaz manzarasına hakim olan ve binanın 12. katında yer alan bu Lounge’da, konuklara günde beş defa özel yiyecek ve içecek ikramı yapılıyor.
ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge-usengec-sef

ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge-acik-bufe

Öğlen saatlerinde ziyaret ettiğimde karşılaştığım alternatifler; sağlıklı, hafif ve lezzetli bir öğün için ideal.
ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge-acik-bufe
Sıcaklardan denediğim Hünkar Beğendi ise tek kelimeyle şahane. Açık büfedeki tatlı ve kurabiyeler de, gözümün önünde devamlı yenileniyor, ama otelin ikramı olarak, odamızda bizi bekleyen ev yapımı incir reçelinde aklım kaldığı için, kendimi tutuyorum şimdilik:)
ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge
Konfor odaklı olarak dekore edilen Club Lounge’da, evinizden ne kadar uzakta olursanız olun, kendinizi evinizin salonunda gibi iyi hissetmeniz hedeflenmiş. Arzu ettiğiniz kokteyller ve sıcak içeceğiniz hemen gözünüzün önünde hazırlanıyor. Size de bu rahat ortamda, ister manzaraya karşı keyfini çıkarmak, ister oturup sakin sakin kitabınızı okumak kalıyor.

ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge-usengec-sef

ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge-usengec-sef

İşte bir alternatif daha size: Şakacıktan piyano çalıyormuş gibi yapıp “cool” instagram pozları vermek mesela! Nasıl fikir? 🙂 Evet belki piyano derslerim, yoğun iş programımdan ötürü yarım kalmış olabilir ama içindeki piyano aşkı gördüğünüz gibi hala dorukta. Bu ince-uzun parmaklar, kesinlikle bu siyah-beyaz tuşlarda dans etmeyi hak ediyor ama bakalım ne zaman hayaller gerçek olur:)

ritz-carlton-istanbul-hotel-club-lounge-usengec-sef-piyano

Bu arada bu izlenim yazımın en sonunda unutmazsam, Club Level misafirlerini bekleyen çok tatlı bir ayrıcalıktan daha bahsedeceğim. Siz bana  “Smart” deyin ben hatırlarım, anlaştık mı? 🙂

Şimdilik odamıza geri dönüp, biraz dinlenelim diyeceğim ama hepinizin bildiği gibi aklım aslında reçellerde. Neden derseniz, kavanozdan gördüğüme göre, biri “incirli” ve o bildiğiniz suyun içinde yüzen ve içinde 3-5 minik incir olan cambul cumbul şeylerden değil; bilakis incirin içindeki o çıtır çıtır minik çekirdeklerden de bulunan yoğun kıvamlı marmelad gibi hali, yani benim en ama ennn sevdiklerimden! Yuppiii! 🙂
ritz-carlton-istanbul-hotel-oda-servisi
Ekşi mayalı ekmekler de incecik dilimlenip kızartılmış, yanında da mis gibi tereyağ. Allaaah! Tutmayın beni! :))

Gördüğünüz gibi sevdiğim bir kahvaltılığı “romantik filmlerdeki gibi “yatağımda tadarken inanılmaz mutluyum:) Karşımdaki Boğaz manzarası ise malumunuz. İncir reçeline nihayet biraz doymuşken, ben mes’ut ve bahtiyar olmayayım da, kim olsun?:)
ritz-carlton-istanbul-hotel-oda-servisi

İyi ama daha akşama çok var derseniz, oda servisinden bir Cheeseburger sipariş edebilir, hemen camın önünde yer alan masanıza kurulup güzelce keyfini çıkarabilirsiniz.

ritz-carlton-istanbul-hotel-oda-servisi

Dinlendirici bir duştan sonra, acele etmenize hiç gerek yok. Ne de olsa tatildesiniz değil mi ama?

ritz-carlton-istanbul-hotel-oda-servisi

Günlük hayatımızdaki koşuşturmalardan ötürü neredeyse hiç deneyimleyemediğim için, ne kadar uzağım bu duygudan ama, hiç bir şey yapmadan, yumuşacık, kar gibi bornozlarla bir odada sakin sakin oturmak, meğer ne güzel şeymiş! 🙂
ritz-carlton-istanbul-hotel-oda-servisi

BLEU LOUNGE

Yemek öncesi “tapas” mantığında, meze ağırlıklı hafif atıştırmalıklar tatmak için, Ritz Carlton’un, şehrin 4 mevsimdeki her türlü hava koşuluna uygun olarak tasarlanmış teras barı “Bleu Lounge”dayız şimdi de… Hava serin ve yağışlı olmasına ve camlar açık olmasına rağmen, t-shirtleyim gördüğünüz gibi:)

ritz-carlton-istanbul-hotel-bleu-lounge-teras-bar
İsminin Fransızca’daki anlamı gibi “mavi” ağırlıklı aydınlatmaya sahip, şık ve havadar ortamıyla, rahat koltuk gruplarıyla ve kendilerine özel kokteylleriyle burası, sosyal buluşmalar için de birebir.

DJ ve canlı müzik performansları da yapılan mekanın menüsünde bir çok  kokteyl seçeneği mevcut. Sigara bile kullanmayan biri olarak, ben tercih etmem ama, arzu edenler nargile keyfi de yapabiliyor.
ritz-carlton-istanbul-hotel-bleu-lounge-teras-bar
Adeta ışıl ışıl bir mücevher gibi parlayan İstanbul Boğazı, gece bir başka güzel… Hele de yanınızda sevdiğiniz varsa, dünyanın en güzel yerinde ve en özel kişisi gibi hissetmeniz çok normal, söyleyeyim:)
ritz-carlton-istanbul-hotel-bleu-lounge-teras-bar
Bleu Lounge’un menüsündeki atıştırmalıklardan size ızgara jumbo karides, yengeç keki ve eğer seviyorsanız misket limonuyla marine edilmiş çiğ balıkla hazırlanan Latin Amerika spesiyali olan “Ceviche”yi önerebilirim. Kişnişle aranız benim gibi pek yoksa, sipariş verirken, bittabi ki kullanılmamasını rica edebilirsiniz:)

ritz-carlton-istanbul-hotel-bleu-lounge-karides

ritz-carlton-istanbul-hotel-bleu-lounge-teras-bar

ritz-carlton-istanbul-hotel-besiktas-inonu-stadyumu
Bleu Lounge’daki aperatifler gibi, Atelier Real Food’da da, yine otelin Executive Şefi Andre Piednoir’ın hazırladığı birbirinden iddialı lezzetleri düşününce, burada doymamaya özen göstererek, artık restorana  geçme zamanı geliyor.

ritz-carlton-istanbul-hotel-lobi-cicek-usengec-sef

ATELIER REAL FOOD RESTAURANT

The Ritz-Carlton İstanbul’un “doğadan masaya” konseptli restoranı Atelier Real Food’da, çağdaş Türk ve Akdeniz mutfağından özgün lezzetler sunan Şef Andre Piednoir, dünyanın farklı noktalarındaki en iyi otel ve restoranlarda önemli deneyimler kazanmış, pastacılık alanında da pek çok eğitim almış önemli bir isim. İngilizce konuşurken Fransızca’ya kayan aksanı, hemen kendini belli ediyor:)

2012’de The Ritz-Carlton İstanbul’da göreve başladığı ilk günden beri, yani son 3 yıldır Türk mutfağının lezzetlerini hakkıyla keşfetmek için, hiç üşenmeden motoruna atlayıp neredeyse tüm Türkiye’yi gezen Şef Andre ve ekibi, tecrübelerini birleştirerek otelin geçen sene giriş katında hizmete giren gencecik restoranı “Atelier Real Food” için özgün bir menü yaratmış.

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant

Adını zanaatkarların üretimlerini gerçekleştirdikleri yerden esinlenerek alan ve (Real Food) “gerçek yemek” tabirini de adıyla birlikte kullanacak kadar iddialı bir restoran Atelier Real Food…

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant

Duvarlarındaki çerçevelerde, ilginç grafik tasarım örnekleriyle, yemek konusunda söylenmiş atasözlerimizin yer aldığı modern dekorasyonu, indirekt aydınlatmaları ve doğal Türk ürünlerinden ilham alınan menüsüyle çok iddialı bir konsepte sahip  olan restoranda, ilk olarak masaya, Konya Sile taşı üzerinde servis edilen, kendi pastanelerinde pişirdikleri yumuşacık ekşi mayalı ekmekler, Çanakkale’de özel olarak üretilen zeytinyağıyla birlikte geliyor. Bu gözenekli taş, sıcaklığı içinde muhafaza ettiği için, ekmekler de uzun süre sıcacık kalıyor.

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant

Canınız güzel bir peynir tabağı ve şarap eşleşmesi yapmak isterse, kesinlike doğru adrestesiniz. Yerli ve yabancı Peynir tabağındaki peynirlerin ve incir reçelinin kalite ve lezzetini anlatacak kelime bulamıyorum. Üstüne üstlük düşünebiliyor musunuz ki, fonda çalan müziğiniz Jazz ve manzaranız Boğaz :))

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant-peynir

Standart menü yanında, her ay o sezona ait ürünlerle hazırlanan farklı tatların da sunulduğu restoranda, şansımıza çok da sevdiğimiz “mantar”la hazırlanan yemeklere denk geliyoruz.

ritz-carlton-istanbul-usengec-sef

İlk olarak denediğimiz Kremalı Patates Çorbasının içinde mini kök sebzeler, porçini mantarı ve trüf yağı var. O kadar başarılı ki, her gün olsa, hiç sıkılmadan  seve seve içebilirim:)

Orman Mantarı Fricasse da lezzetine bayıldığımız bir başka mantar spesiyali olarak kesinlikle tam kıvamında hazırlanmış.

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant

Sıra tatlılara gelince, aldığı bunca pastacılık eğitiminden sonra Şef Andre’den beklediğimiz gibi, Hindistan cevizli ahududulu Pannacotta, Altın tozlu Çikolata Bar, Elmalı Tart ve Sütlaç lezzet konusunda birbiriyle adeta yarış halinde…

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant-cikolata

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant

“Neden kilo aldığından yakındığını anladık” demeyin ama, sadece 1 çatal alıp, tatlarına baktım vallahi:)

ritz-carlton-istanbul-atelier-real-food-restaurant

Odaya geçmeden önce size “Living room”u da göstereyim ister misiniz?

LIVING ROOM

Hem geleneklerine bağlı, hem de yeniliklere açık bir marka olduğunu ispatlarcasına, iş seyahatine çıkan konukların ihtiyaçlarına cevap vermek üzere tasarlanmış bir bölüm burası. Kapısındaki mavi halıda da en sıcak şekliyle bunu anlatıyor.

ritz-carlton-istanbul-living-room

Şöminenin karşısındaki inanılmaz rahat pofuduk deri koltuklarda, evinizden uzakta olduğunuzu hiç hissetmeden ister televizyon izleyebileceğiniz, ister dergi karıştırabileceğiniz, bilardo oynayabileceğiniz veya içkinizi yudumlayıp, bilgisayarda zaman geçirebileceğiniz huzurlu bir yer burası. Söylememe gerek yok artık belki ama, camdan az biraz görülen karşı kıyının ışıklarından da anladığınız gibi, manzarası yine şahane…

ritz-carlton-istanbul-hotel-living-room

Artık uyuma zamanı… Biz yokken, odamız uyku moduna göre düzenlenerek, perdeleri de bizim için kapatılırken, terliklerimiz de hemen yatak yanlarına yerleştirilmiş. Baş ucumuza bırakılan su şişeleri ve yatağın üzerindeki ev yapımı minik çikolata kutuları gibi servisi kusursuzlaştıran önemli detaylar da gözümüzden kaçmayarak, otelin artı hanesine yazılıyor:)

ritz-carlton-istanbul-club-level-oda

Deliksiz bir uykudan sonra, bu güneşli Pazar sabahına uyandığımız için çok mutluyuz. Perdeler açılınca, halen uzandığınız yerden manzaranız işte aynen böyle…

ritz-carlton-istanbul-club-level-oda-bogaz-manzara

Bu güzelim günü uyuyarak heba etmemek için masaj randevusunu erkene almışım Allahtan… Tabi ki de “hipoglisemik” bir insan olarak, brunch’a kadar kan şekerim düşmeden aç beklemem imkansız. Oda servisinden bir müsli rica ediyorum. Üzerine Kasım ayında pencereden pırıl pırıl giren güneşin vurduğu bu sunumun güzelliği karşısında gözüm gönlüm doyuyor. Yani! Desem de inanmayın tabi!  Bir ihtimal, hepsini afiyetle yemiş de olabilirim :)) Yok canım masaj öncesi yapmamışımdır sanki:)

ritz-carlton-istanbul-club-level-oda-servisi

O halde masaj randevumuza geç kalmayalım.

THE RITZ CARLTON SPA

Saatlerin 1 saat geri alınması sebebiyle, fazladan yaşayacağımız dolu dolu bir 60 dakikamız varsa, işte bunu bugün bence en güzel değerlendirme yeri kesinlikle Ritz Carlton SPA’dır.
ritz-carlton-istanbul-spa

Beyler ve hanımlar için ayrı Türk Hamamı ve çiftler için özel tasarlanmış otantik Hamam Suite’in de bulunduğu Spa’da stres gidermeye yönelik olarak, kendileri için özel üretilen “What’s Not Inside” isimli tamamen organik bir Türk markasının ürünleri kullanılıyor.

ritz-carlton-istanbul-spa
Masaj sonrası ikram edilen Yasemin Çayı ile tüm yorgunluğunuz giderilip, pelte kıvamına gelerek çıkıyorsunuz.

ritz-carlton-istanbul-spa

Tam da odaya dönüp, brunch için hazırlanmayı planlarken, karşıma çıkması içimde biraz uhde bırakmış olsa da, bu Bizans dönemini yansıtan sütunlarla çevrili 17 metre uzunluğunda olduğunu öğrendiğim kapalı havuzda fena aklım kalıyor. Havuzun tavanı İstanbul’un gökyüzünden ilham alınarak tasarlanmış ve sanki rüyadaymışcasına, inanılmaz bir sonsuzluk hissi yaratıyor insanda.

Otelin ikinci katında yenilenmiş Açık Hava Spa’sı, terasında havuzu, şezlong alanları, jakuzileri de varmış.  Şimdiye kadar gördüğüm kısımlarından referansla, Yaz için illa ki programa alınmayı hak ediyor bence:)

ritz-carlton-istanbul-spa-havuz

Masaj sonrası rehavet ve ağır ağır hazırlanma faslı derken, işte güneşli ve hafif puslu bir Pazar sabahı saatlerimiz 11:30 olmuş bile. Brunch & Roast bizi bekler 🙂

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

GELENEKSEL BRUNCH & ROAST GÜNLERİ

Pazar günleri sevdiklerinizle birlikte çok şık ve nezih bir ambiyansta “gerçek” bir lezzet deneyimi yaşamak isterseniz, Ritz Carlton İstanbul’un restoranı Atelier Real Food’un “Brunch” ve “Roast” konseptlerini bir araya getiren erken öğle yemekleri tam da size göre. Şansımıza bugün yeni sezonun açılışı var ve ben dün akşam yeterince mantara doymamışım gibi, reçetesi restoranın Mengen’li Erol Şef’inin annesi Mürvet Hanım’a ait olduğu için, kendi ismi verilen ve Bolu mantarlarından yapılan çorbadan bir kaşık almadan duramıyorum. İyi ama bu kadar da iyi yapılmaz ki! 🙂

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

11:30-14:30 arası servis edilen Brunch & Roast yine Fransız Şef André Piednoir ve ekibinin hazırladığı “doğadan masaya” konseptli Brunch büfesinde 80’den fazla lezzetiyle, hem göze hem damaklara ziyafet çekiyor.

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

Etlerin her yerinin aynı oranda pişirilmesi ve kurumadan içinin sulu kalmasını sağlayan bu özel yapım Rotisserie fırını, aynı zamanda şeflerin atölyesi de olan açık mutfak ortamında, misafirler tarafından da izlenebiliyor.

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

Rotisserie fırınında ağır ağır pişen et çeşitleri ve organik tavuklar, açık büfenin yerli ve yabancı peynir köşesi, mezeler, taze meyve suları, ev yapımı ekmek ve tartlar, taze makarnalar, kaliteli şarküteri çeşitleri, Türk ve Fransız mutfaklarından seçme tatlılar derken, burada insanın iştahının kabarmaması imkansız!

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

Siz manzaranın keyfini gönlünüzce çıkarırken, minikler de, hemen yanı başınızdaki kış terasında, oyun ablalarıyla birlikte oyunlar oynayıp, faaliyetler yaparak, gönüllerince eğleniyorlar.

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

ritz-carlton-istanbul-brunch-and-roast-pazar-kahvalti

Brunch esnasında, şimdiye kadar hiç bir yerde duymadığım kadar geniş bir repertuarla, “Star Wars”, “Games of Throne”, “Yüzüklerin Efendisi” gibi dünya çapında rekor kıran filmlerin müzikleri de dahil olmak üzere, muhteşem bir canlı piyano dinletisi gerçekleştiriliyor.  Özel bir gününüzü, Pazar’a denk getirip, bu kişi başı 135 TL olan açık büfe Brunch & Roast’u illa ki değerlendirin derim. Ama önce rezervasyon yaptırmayı unutmayın. (Rez: (0212) 334 41 88)

ritz-carlton-istanbul-pazar-brunch-usengec-sef

İstanbul’a aşina olmayanlar için, bir kaç referans nokta vermem gerekirse, Ritz-Carlton, hemen Boğaz’a nazır konumuyla, Atatürk Havalimanına 30 dakika uzaklıkta, Topkapı Sarayı, Ayasofya gibi şaheserlerin yer aldığı tarihi Yarımada’ya da çok yakın, hatta dünya markalarının sıralandığı birbirinden şık mağazalarıyla meşhur Nişantaşı’na ve gece hayatının kalbi Beyoğlu’na sadece yürüyüş mesafesinde…

Yazımın ortalarında, Club konuklara sağlanan VIP ayrıcalıklardan bahsederken, bir sürprizi de sona sakladım demiştim ya, hani hatırlatacaktınız bana? Heh işte, ben onu unutmadım, aklımda! 🙂 Otel bu kadar merkezi olunca, Ritz Carlton’un özel Club konukları için 4 saatliğine bedelsiz tahsis ettiği Smart’la İstanbul turuna çıkıyorum, nasıl unuturum!  🙂
ritz-carlton-istanbul-club-smart-usengec-sef

 

Kanser Teşhisi Sonrasında ve Kemoterapide Neler Olur?

2

Geçenlerde konuk olduğum TRT1’de olabilecek en keyifli şekliyle söyleşisini yaptığımız ve erken teşhisin öneminden bahsettiğimiz “Meme kanseri” konusunda, genç bir okuyucu kardeşimden gelen ve “annesine de aynı teşhisten konulduğu, neler yaşayacaklarını bilmedikleri için çok endişelendiklerini” belirten mesajdan sonra, her zamanki gibi karşılıklı konuşur gibi samimi şekilde neler yaşadığımı ona cevap yazarken, sizlerle de paylaşmak ve meme kanseri teşhisi sonrası, ameliyat ve kemoterapi süreçleri konusunda sorusu ve endişesi olan herkesi de bu vesileyle naçizane birazcık bilgilendirmek istedim 🙂

AMELİYAT SÜRECİ

İlk başta biyopsi ve emar sonuçlarına bağlı olarak, sadece tümörün olduğu bölgeden mi yoksa o organın tamamından mı kurtulmak gerekiyor konusunda doktorlar karar veriyor ve en kısa zamanda ameliyat günü kararlaştırılıyor. Korkuyor muyuz? Azcık! 🙂 Ama dünyanın sonu mu? Hayır!

Düşünce şekli bence şu olmalı: Çürüyen ve etrafındakileri de çürütmesi an meselesi olan bir dişimizi çektirirken veya mümkünse içini oydurup, dolgu yaptırırken üzülüyor muyuz? Heh işte o kadarcık miktarda endişelenmek yeterli. Çünkü bu da aynı şey! Hatta bunda genel anestezi aldığın için, işlem sırasında hiç bir şey de hissetmeyeceksin. Hem sana zarar veriyorsa, yasını tutmak yerine, bir an önce aldır ve kurtul 🙂 “Hadi canım selametle” de! 🙂

Burada bol keseden “aman korkmayın!” mesajları verdiğimi düşünenler, kendi ameliyatıma girerken çekilen her zamanki gibi güler yüzlü şu fotoğrafıma bi’ baksın isterse:)

usengec-sef-rol-model-meme-kanseri-kemoterapi

Hatta yine ameliyat öncesi, benden çıkan parlak bir teklifle, hep birlikte selfie bile yaptık ne diyorsunuz siz? Şu gülümseyen yüzlere bakar mısınız? Ameliyata değil de attaaya gidip gelecek gibiydim valla.

meme-kanseri-kemoterapi-aile-dostlar-selfie

Ameliyattan sonra narkozun etkisiyle canınız pek acımıyor. Ama sonrasında tabi kesilen ve dikiş atılan yerleriniz zaman zaman acıyor ve doktor da bunun için sizi eve gönderirken reçetenize ağrı kesici ilaçlar da yazıyor. Azıcık dayanacağız:)

Ameliyat esnasında gerçek biyopsiniz ortaya çıkıyor ve ona göre başka yerlere yayılıp yayılmadığına, şekline, büyüklüğüne, türüne vs. göre kemoterapiye ve kaç seans olacağına karar veriliyor.

SAÇLARIN DÖKÜLMESİ

Tavsiyem iyi bir geçiş ve alışma süreci olması açısından, tedavi öncesi saçların kısa ve modern bir modelde kestirilmesi. (Kişi eğer herkesin kemo alacağını bilmesini istemiyorsa yani) Çünkü ilk seanstan 2 ya da max 3 hafta sonra, avuç avuç dökülüyorlar. Eğer saçlar bir de uzunsa, travma biraz daha büyük olabiliyor. O yüzden tam da dökülmeye başladığı anda ben gidip, 2-3 numaraya vurdurmuştum, asker tıraşı bildiğiniz:)

Daha kısayken çok dökülse bile, en azından sağda solda gördüğünde insana, kedi tüyü gibi geliyor. Hem ne yapacaksın, bu da gelip bu da geçiyor:) Bir şey daha… Dökülme başlamasına yakın, kafa derisi, bir anda öyle acımaya başlıyor ki, yara var sanıyorsun, dokunmaya bile gelmiyor o an. Doktora söylediğinde diyor ki, döküleceği için… Eh iyi madem 🙂

PERUK ÖNEMLİ!

Nerede yaşıyorsunuz, İstanbul’da mısın bilemiyorum ama mümkünse gir anneciğinin koluna, gidin güzel bir perukçuya! Ben bir kaç semt dolaşıp, denediklerimden memnun kalmayınca Taksim’e doğru çıkan yokuşta Tepebaşında bir perukçuda bulmuştum kendiminkini. Gerçek saç olsun diye boşuna yüksek paralar ödemeyin, sentetik olanlarında da, oldukça gerçekçi, yumuşacık peruklar var. Üstelik fiyatları çok çok daha uygun.

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sacların dokulmesi

Mümkünse ensede biten bir peruk alın, bunlar daha doğal duruyor. Bir tane de en sağdaki gibi uzun peruk almıştım ama hem favori yerlerinde boşluk kaldığı için, hem de duruşundan biraz daha “ben peruğum!” diye bağırıyor gibi gelmişti bana. Eski resimlerime instagram hesabımdan ya da bu blogdaki önceki yazılarımdan bakarsan, sarışın ve küt saçlı hallerimi görürsün. Böylesi yazın da kışın da daha çok rahat ettiriyor, dediğim gibi, uzun olursa peruk olduğu enseden biraz belli oluyor, ve yazları enseni yakıyor, kısa peruklar ise “içler acısı” halde başarısız yapılıyor nedense. En iyisi böylesi yani “orta boy”, çene hizasında bitenler…

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-peruk

Burada yeni almış gelmişim ve evde yeni halime alışmaya çalışıyorum aynada:)

Sağda da 6 seans kemoterapi sonrası kaşsız saçsız kirpiksiz, gözlerimin kahverengisinin, verilen kırmızı ilacın rengine doğru döndüğü ama yine de yüzümün ve hatta gözlerimin içinin hala güldüğü halim. Bu arada saçsız diyorum ama o yeni yeni çıkmaya çalışan minik, tüyümsü bebek saçları öyle değerli ki. Yavru kedi sever misali o tüyleri okşamalara doyamıyor insan:)

Neyse peruk konusunu uzattım ama moral için peruk önemli. İnsan kel kalmadan kendine iyi bir model bulup garantiye almak istiyor. Bu arada bu sentetik olan peruklarda bile, ara ara bir kaba soğuk su doldurup, biraz şampuan ekleyerek içinde peruğunu çok hırpalamadan güzelce, yıkayıp, durulayıp, suyunu bir havluyla süzüp, güzelce tarayıp şeklini verdikten sonra, bir yere kafanda durmasını istediğin formda astığında, sabah seni mis kokulu, ipek gibi saçlar bekliyor, haberin olsun:)

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-peruk-bakimi

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sac-dokulmesi

Bu arada kafanıza çift taraflı bantla yapışan veya hiç çıkmayan peruklara bence gerek yok, bırakın evdeyken başınız hava alsın. Ben etrafında kendine göre ayarlama yerleri bulunan lastikli olanından çok memnun kaldım. Deneyerek kendinize uygun olanını alırsanız, düşme derdi filan da olmuyor merak etmeyin:)

KEMOTERAPİ NASIL BİR ŞEY?

Kendi örneğimden yola çıkarak anlatmam gerekirse, ilk kemoterapi seansında, kolunda damar yolu açıp, onkologun karar verdiği ilaçları koluna yaklaşık 2 saatte enjekte ediyorlar. (Yani benimki böyleydi en azından) O anda ekstra bir acı filan yok merak etme, sohbet edebiliyor yanında olursanız. Bunlar mideyi bulandıran ilaçlar olduğu için, mide bulanmasına karşı tabletler yazıyor Onkolog. Bunlar sayesinde İlk gün pek bir şey olmamış gibi gelse de, sonraki günler özellikle 3-4-5. günler filan insanın midesi de bulanıyor, başı da dönüyor, çok halsiz de olabiliyor.

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sac-dokulmesi

Başkalarından, o dönem mide bulantısı korkusundan tuvalette yatıp kalktıkları filan hikayelerini duydum, açıkcası ben hiç istifra etmedim. İnsanlar biraz abartmayı ve göz korkutmayı seviyor bazen nedense. “Bilmemkim var yaaa, 6 ay bir şey yiyememiş” filan. Bünyeden bünyeye ve ilacın içeriğine göre değişiyordur muhakkak durum, ama gerçekten de o kadar kötü şeyler olmayacak Allah’ın izniyle:) Tabi özellikle seansı takip eden günlerde gelişen bu değişiklikler insanda biraz sinir de yapabiliyor. Peki, o günler naapıyoruz? Ekstra anlayışlı davranıyoruz Annişe! Anlaştık mı? Harika! 🙂

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sac-dokulmesi

Ben her biri 3 hafta arayla 6 seans kemo aldım. Hiç birinin etkisi ilki kadar ağır olmadı diyebilirim. Yine daha önce kemo alan bir arkadaşım bana ilk kemoterapi seansının etkisini “boks maçında, rakibinden okkalı bir ilk yumruğu yedin gibi düşün” diye özetlemişti. Sonrasında maça alışa alışa, hem yumruklara karşı daha dirençli hale geliyorsun, hem de senin de ellerin de artık boş durmuyor, bir kaç tane de sen ona patlatıyorsun!”

Ben zaten, minicik bebekleri, küçücük çocukları da orada kemo alırken görünce, ağlanıp sızlanmamın veya kendimin ve sevenlerimin moralini bozmamın çok ayıp olduğuna, başıma gelenlerin bir sınav olduğuna ve bundan da şükür edecek bir sebep bulmam gerektiğine inandım. (Mesela nisbeten erken teşhis edildiğine! 🙂

Bu arada dünyada sınırlı sayıda da olsa, böyle saçsız Barbieler üretilmiş ve kemoterapi alan bebeklere moral olması istenmiş. Sonuçta insanı güzel yapan tek şey “kıl-tüy” değil, öyle olsa herkes için en yakışıklı erkek “Recep İvedik “olurdu değil mi ama? :))

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sac-dokulmesi-barbie

KEMOTERAPİDE GÜNEŞTEN KORUNMA

Ah! Bu konuyu hatırladığım nasıl da iyi olduuuu. Olur da doktorunuz söylemeyi atlar, ihmal eder: Kemoterapi ilaçları kullanırken, “güneş” insanı bildiğin “kavuruyor.” Normaldeki etkisinin kat be kat etkisiyle anında lekeleniyorsun. Bu yüzden direkt güneş altında kalmamaya çok özen gösterilmeli. Mecburen çıkılacaksa da muhakkak, bunun güneş ışınlarının çok dik olduğu saat 11:00 ile 15:00 arasında olmamasına dikkat edilmeli ve ilaveten yine de 30 veya 50 koruma gibi yüksek koruyucu faktörlü kaliteli güneş kremleri ile kendini sakınmalısın. “Yaz gelene kadar böyle bir dert yok, iyi bari!”deme hiç, kışın gri ve bulutlu havalarda bile ne yapıp edip, aralardan sızıyormuş zararlı ışınlar, ona göre!Ben Yaz boyunca aylarca güneşin en yoğun olduğu saatlerde evden çıkmadım. Son kemoterapim bitip, üzerinden de doktorumun ricasıyla ekstradan bi’ 3 hafta daha geçince, artık aylardan Ekim olmuştu. Minik ve yorucu olmayan bir tatil yapmamıza izin verdi sağolsun. Uçak yolculuğunda çok fazla grip, nezle gibi bulaşıcı hastalık riski olur şimdi diye, kendi arabamızla sakin sakin Çeşme’ye doğru yola koyulduk. Ben gölgede oturuyorum, 50 faktörlü koruyucumu sürmüşüm, baktım ki güneşüzerime hiç direkt gelmiyor. Oh mis! Koruyucu kremi tekrar tekrar sürmeme de gerek yok o zaman diye düşündüm.

Bir müddet peruklu gittim, sonra dedim ki “amaaan ne işkence çekiyorsun bu havada, hem kim görücek, yan arabadakiler mi” ve peruğu da çıkarttım, kel oğlan keltoş oğlan misali güzel güzel gittik. Otele vardığımızda aynaya bir baktım ki! Amanın! Güneş üzerime hiç gelmese de, camdan, ordan burdan, ön konsoldan filan yansımış herhalde ve yüzüm peruğumdaki kahküller haricinde bikaç ton koyulaşıp, hemen de lekelenmiş.

Dönüş yolunda iyice akıllandığımdan, hem 50 korumalar sürüp, sık sık tazelemiş, hem uzun kollu bir sweatshirt giymiş, hem de şöyle eski Türk filmlerindeki havalı teyzelerin taktığı, şemsiye misali kenarları geniş olan, kocaman şapkalardan takıp, kenarlarını çenemin altından birleştirerek, sağdan soldan hiç bir yerden yüzüme güneş gelmesin diye tedbirimi almış haldeydim. “El mi yaman, Bey mi yaman” anladı Güneş de bu sayede:)

KEMOTERAPİDE TIRNAKLAR

Bu arada kemoterapi seansları esnasında el ve ayak tırnaklarında bazı değişimler olabiliyormuş. Benim örneğimde daha henüz ilk seanstan sonra renk değişimi oldu ve “yavruağzı” gibi degredeli bir renge döndü. Oysa doktorlar bunun taa 3.’den sonra olacağını düşünüyorlardı ve ben sorup durmama rağmen, o yüzden tedbir de almamışlardı. Bu sefer ne mi yaptık? Her seans esnasında, kemoretapi ilaçları, tırnaklarıma kadar gelemesin diye el ve ayaklarımın üzerine jel buz kalıpları koyduk. Araya kağıt havlu filan koymayı unutmayın da buz yanığı olmayın e mi?) O iki saat esnasında buzlardan dolayı, elin ayağın azıcık donuyor ama turuncu turuncu tırnaklar olmasın diye bu tedbiri almıştık en azından.

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-tirnak-buz-uygulama

PEKİ YA DAMARLAR ve “PORT” KONUSU?

İçinden kemoterapi ilaçları geçen damarlar, o esnada ısınıyorlar, hissediyorsunuz. Bir müddet sonra da renkleri başta daha yeşil yeşil oluyor, ardından da kırmızıya dönüyor. Bozuluyor ve sertleşiyorlar. Bu sebeple eğer uzun süre kemo alacaksan, doktorlar kemoterapiye başlamadan önce, boynun biraz altına, göğsün biraz üstüne denk gelen yerin içine, hemen cilt altına, ameliyatla “port” diye, yaklaşık kibrit kutusu kadar büyüklükte bir şey takmak istiyorlar baştan. Bu sayede artık kollarda damar aramaları gerekmiyormuş ve ilacı direkt oradan verebiliyorlarmış. Bunun için de tekrar ameliyat olmamak, hem de ben daha önce “emboli” de gerçirdiğim için, bende port biraz risk taşıdığından, şahsen ben istemedim. El üstü, kol üstü, bilek kenarı derken, bir hat bozulsa, diğer hattı deneye deneye, damarlarım da son ana kadar dayandı sağolsunlar 🙂

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-damarlar-port

KEMOTERAPİDE KAŞ ve KİRPİKLER

Bende saçlardan sonra kaşlar ve kirpikler de gitti. Aman gitsin naapalım! 🙂 Kaş kalemi aldım bi’ tane. Kendi rengime en yakınından. Boyadım dışarı çıkmam gerektiğinde. Gözlere de kalem çektim mi, kirpiksizlik o kadar belli olmuyor. Olsa da beğenmeyen almasın! Sağdaki resimde mesela hepsi gitmiş halimi görüyorsunuz ama sonra gelecek hem de gümbür gümbür! 🙂 Kaşımın teki mesela, azcık naz etti, aralarda biraz boşluk kalarak çıktı. Doktorumdan izin alarak, hemen gittim, güvendiğim bir yerde, özel kıl tekniğiyle kaş çizdirip, cılız çıkan yerlerini, kendi kaş rengime en yakın tonla tamamlattım geçenlerde. Yapılırken canım acımadı desem yalan olur ama en azından 1 yıl kalıcılığı varmış, değdi bence:)

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sac-dokulmesi

KEMOTERAPİDE DİŞLER


Diş eti kanaması ve çekilmesi gibi sevimsiz durumlara meyilli oluyor bünye. Peki, olmaması için ne tedbir alacağız? Her gün zorlamadan fırçaladıktan sonra, mümkünse kanatmadan diş ipi ile geceleri derin temizlik yapıp, bakteri ve plak oluşumunu önleyecek, üzerine de 1 bardak suya, 1 silme çay kaşığı karbonat ve yarın silme çay kaşığı kadar da tuz katıp karıştırarak, sabah kalkınca, akşam yatmadan ve mümkün olduğunca her yemekten sonra bununla gargara yapıp, bu süreci de sağ salim atlatacağız.

AH O KALPSİZLER YOK MU, O KALPSİZLER! 🙂

“Canının derdine düşmüşken, bir de bunları neden yapmalı?” diye düşünebilirsin, Ama maalesef insanlarımız çeşit çeşit. Aralarında çok meraklılar ve patavatsızlar çıkabiliyor.

“Ay canım kıyamaaaaam, yazık çok da gençmiş. Ah ah vah vah!” diyenlere o anda sadece kafa atmak istiyorsun, ama artık edebinden midir, yoksa halin olmadığından mı bilemem ama sadece içten içe kalbin kırılıyor.

Bir de herkesin gördüğü ortamda, bir resmimin altına “saçınız peruk mu?” diyen bir hanım oldu bana… “İyi de, bunu böyle ulu orta yerde herkesin gözüne sokmak, sana ne kattı şimdi?” diyesin geliyor ama yine kendini tutuyorsun. Oradan cevap verecektim ama neyse dedim, mesajını sildikten sonra, o kişiye özelden “evet bunun bir peruk olduğunu ve kanser tedavisi gördüğümü” yazdığımda da, “sabah iş yerinde cevabımı okuduğunu ve yaptığı düşüncesizlikten ötürü, ağlamaktan helak olduğunu ve eve geri gönderdildiğini” yazdı o hanım. Ben de daha fazla üzülmesin diye “tamam geçti, ne olur sorun etmeyin daha fazla” deyip, bir de üstüne onu rahatlatmaya çalıştım. Ama bakın hala unutamamışım:)

Hem velev ki peruk! Saçları beline kadar uzasın diye zevk için çıt çıt takan, kaynak yaptıran biri değilki karşınızdaki… Hele de eğer aylarca bu durumdaysa… Biraz dilin kemiği olsa keşke.

Ah tabi bir de bilerek canını acıtmaya çalışanlar var ki, biz onlar gerçekten “kötü” diyoruz. Bu tarz insanların moralimizi bozmasına mahal vermemek için, biz her zaman dışarı çıktığımızda ya da olur da çok umurlarındaymışız gibi bu haldeyken, evimize “illa” ziyarete geldiklerinde de, hep bakımlı olacağız.

Son bir kategori olarak, bir de ne diyeceğini bilemeyen ve saçmadığının farkında olmadan, insanın sinirlerini bozanlar var, yazık onlar da iyi bir şey söylemeye çalışıyor ama “aman canım grip gibi, nezle gibi bir şey bu artık” gibi yorumlar yapıyorlar. Belki yaygınlığını kastediyorlar ama o anda olayı bizzat yaşayan siz olduğunuz için böyle basit hastalıklarla bir tutarak, durumunuzu ciddiye almadıkları hissine kapılıyorsunuz,. Hassasınız işte, ne yapacaksınız:))

Size olan yaklaşımına göre, insan elinde olmadan, o anda herkesin puanlarını veriyor. Kim “gerçek dost”, kim değil, hemen kendini belli ediyor. Sonra bir daha onlarla eski samimiyetin asla olmuyor, benim olmadı en azından. Ne gerek var ki böylesine? Moral vermek varken, bu nedir Allah aşkına! 🙂 Hiç kusura bakmasınlar ama “Yalan Dünya”daki “Ne çektin be Gülistaaan!” deyip duran dedikoducu ve moral bozucu gıcık karakter “Vasfiye Teyze”den bir farkları kalmıyor insanın gözünde o an.

HANGİ BESİNLERİ ve NASIL YEMELİ?

Yemesi/yememesi gereken şeyleri doktoru zaten ona söyleyecektir. Ben Onkoloğuma “bundan sonra hiç şeker ve hamur işi yememeli miyim?” diye sorduğumda, böyle bir kısıtlama getirmeyeceğini ama, eğer arada böyle şeyler yersem bile, sonrasında bunu dengelemek için sağlıklı ve dengeli beslenmem gerektiğini söyleyip beni rahatlattı.Bu süreçte annenin yiyeceği yemeklerin hijyen koşullarda hazırlanmış olması, çok ağır yemekler olmaması ve kullandığı sebze-meyve türü her şeyin mümkünse bir müddet, içinde biraz da elma sirkesi bulunan suda bi’ 15 dakika kadar bekletilmesi önemli. İçindeki, üstündeki, gözle görülmeyen mikropların, böcüklerin filan ölmesi için. Çünkü bu esnada insanın vücudunun direnci düşürülüyor ya, riske etmeye gerek yok. Ben normalde salatada bile sirke kullanmayan, tadına ve kokusuna asla tahammül edemeyen biri olarak, kemoterapi esnasında market siparişlerimde sık sık elma sirkesi alarak, kendi rekorumu kırmıştım. 🙂 Zaten ilaçlarla vücut direnci çok düşürüldüğü için, bu süreçte et, balık, mercimek, kinoa gibi protein bakımından zengin besinler almaya da önem verilmeli.

Bir de alınan ilaçlardan dolayı, tüm yumuşak dokularda bir değişiklik olduğundan, sindirim sistemi de bundan nasibini alıyor. O yüzden kuru kayısı, ceviz, badem vs. gibi bu konuda faydasını göreceğin bir beslenme düzeni kurmak iyi gelebiliyor.

Dediğim gibi en iyisi şekeri mümkün olduğunca azaltmalı. Bir de hatırladığım kadadıyla Onkoloğum, o dönem bana kemoterapi ilaçlarıyla etkileşime girdiği için  Nar ve Greyfurt yememi ve bazı ilaçları almamı yasaklamıştı. Siz de kendinizinkine sorarsınız veya o size söyler zaten bu tarz konuları.

TAT DUYUSUNUN “GEÇİCİ” KAYBI

Hiç unutmam, 4. seansta filandım, öğlen vakti, bir parça ayçöreği yemek istedim, gram tadı yok. Eşime söyledim “yoo ben beğendim aslında” dedi. Akşama her zamanki tarifimle ıspanak yemeği yaptım, bi’ çatal aldım, saman gibi olmuş tadı. Ben böyle hissederken, eşim çok da beğenmişe benziyor. “Ah yavlum bak görüyor musun, beni üzmemek için kötü de yapsam hiç ses etmiyor” dedim içimden. Sonra bir mevye aldım, elmaydı sanırım, lezzet filan hak getire! Bugün her şey mi lezzetsiz olur yahu diye düşünürken, kafama dank etti. Yahu yoksa ben tat duyumu mu kaybettim?

Hemen fırladım mutfağa. İlk iş, aldım Nutella kavanozunu. Daldım bir çay kaşığıyla içine bir “kepçe operatörü” gibi, daldıkça atıyorum ağzıma. Yok anam yok! Hiç mi tadı gelmez? Sadece boğazım yanıyor, büyük ihtimalle o da şekerden! O anda gerçeklerle yüzleştim ki, ben artık tat alamıyordum.Ertesi gün hemen Onkologumun hemşiresini aradım, yana yakıla durumu anlatıyorum, çok sakin bir şekilde dinledi ve gevrek gevrek “Aaa evet bu yeni kullanmaya başladığımız ilacın yan etkisi” dedi. Yahu böyle önemli bir şey olması söz konusuysa, haber versenize bilelim değil mi? “Geçici mi yoksa kalıcı mı?” diye sordum. “Yok yok 1 hafta veya 10 güne kadar geçer” dedi. Derin bir “oh” çektim.

Gerçekten de o kırmızı ilacın zerkedildiği ondan sonraki seanslarda da, en başta hep aynı şey oldu, dilin dokusu da bozuluyor ve konuşman da hafif peltekleşiyor. Azcık zorlanıyordum ama bu beni durdurdu mu? Yooo! Hem de hiç!

Hatta o halimle (saçım kaşım ve kirpiğim yokken, tat alamaz ve dilim konuşmakta zorlanıyorken, bir cesaretle MyNet için evde yemek programı çektim sabahtan akşama kadar ve kolay su böreği, makarna yapmayı filan anlattım kameralar karşısında saatlerce. “Kameralar karşısında yemek yapmak mı? Peh! bebek işi!” başlıklı o komik yazımı hatırlarsınız ama o zamanlar neler yaşadığımı tabi ki, hiç biriniz bilmiyordunuz:)

GÖZLERDE KURULUK ve BULANIKLIK

Aman canım zaten gözlerde hiç bir zaman yaş olmasın. İlla olacaksa da mutluluk gözyaşları olsun 🙂 Yine de bahsetmeden geçmeyeyim de sizin de başınıza gelirse, ki kesinlikle olacak diye bir kaide yok, ama benim ilaçlar o dönem gözlerimde çok fazla kuruluk hissine ve bulanık görmeye sebep oldu. Ondan önce yakını ve uzağı şahin gibi seçen gözleriyle meşhur bir insanken, kemoterapide elimdeki bir kitabı okurken bazen hayal dünyasında gibi yazılar bulanıklaşıyordu. Bir de normalde kahverengi gözlü olmama rağmen, özellikle kırmızı bir ilacın verilmeye başlandığı 4. seanstan sonra sanki göz rengim de hafif kırmızımsı kahve tonuna dönmüştü. Tavşan gözü gibi kırmızı değil tabi yahu! 🙂 Kahvenin azcıcık kırmızıya dönmüş hali sanki. Her ne olduysa işte, artık kalmadı.

O dönem çok fazla aynaya bakmamaya çalışıyordum zaten. Bakınca da “Amanın! Burada bir tipsiz mi varmış! Aman da aman!” diye gülüp, arada evin koridorunda şakacıktan uygun adım koşarken, “Yaylalar yaylalar”ı söylüyordum 🙂 İnsanın bu durumda bile kendiyle dalga geçmesi ve eğlenmesi çok güzel.  Bulanıklık da eskisi gibi değil, merak etmeyin sizde de varsa bile sonra çok daha iyi hale geleceksiniz, çoğu geçici bunların. Kuruluk bende baki kaldı ama onun için de damlalar var, kullanınca rahat ettiriyor. 🙂

SELAMLAŞIRKEN İLLA Kİ ÖPÜŞMEK İSTEYENLER

Kalabalık veya çok sıkış tıkış ortamlara, sinema/otobüs, vs. gibi girerken, hatta hastaneye gittiğimde bile, maske takıyordum koridorlarda. Çünkü adı üzerinde “hastane” ve bulaşıcı olan-olmayan her çeşit hasta var. Maske takınca da herkes merakla bakıyor, ama hiiiç de umursamıyordum mecbur kalınca. Sinemada bile maskeyle film izlemişliğim var, gerçi maskeden çıkan kendi sıcak nefesim, 3D gözlüğü buharlandırıyor diye çok konforlu değildi ama ben bununla bile çok eğlenip, halime gülüyordum:)

Ah! Bir de o her karşılaştığınla, selamlaşırken “Öpüşmek” derdi yok mu! Artık yok öyle her selamlaşmada şapur şupur! Hele de kış boyunca, herkes hasta, salya sümükken. Önce bir güzel öpüp, sonra “nasılsın?” dediğinizde de “ay, sorma valla, ailece burun akıntısı, öksürük, aksırık… Hastalıktan kırılıyoruz haftalardır” diyenler var. Hem de durumunu bilmesine rağmen… El insaf yahu! Bu insan kemoterapi alıyor, o zaman ne diye öpüp, zaten yerlerde sürünen bağışıklık sistemime mikroplarını, virüslerini bulaştırıyorsun?

usengec-sef-kanser-kemoterapi-opusme-tarkan

İşte bu yüzdeeen, ben kemoterapi boyunca kimseyi öpmediğim gibi, elimi bile sıkmamaları rica ettim mümkünse. Çünkü herkes eline hapşuruyor öksürüyor. Sonra da el tokuşuyor. En güzeli 1 metre mesafeden de olsa el sallamak, uzaktan öpücükler göndermek. Bu sayede hiç hastalanmadan ve bir de soğuk algınlığı ilaçları almama gerek olmadan geçirdim tüm süreci. Demek ki tedbirlerim etkili olmuş. Eee tecrübe konuşuyor! O zaman ne dedik, öyle Tarkan misali “yakalarsam muck muck” yok!:)

EVDE TEK BAŞINA DA YAPILACAK HOBİLER

Güle oynaya giderse kemoterapi seanslarına emin ol, her şey çok daha çabuk geçer. Evde olduğu dönemde kendine keyif aldığı ve çok yorulmayacağı, hatta mümkünse yaparken başkasına da ihtiyaç duymayacağı bir hobi, bir meşgale edinsin derim. Artık resim mi yapar, örgü mü örer, büyükler için şimdi şimdi iyice trend olan boyama kitapları ve renkli kalemlerden alır, o çiçek gibi desenlerden mi boyar bilemem, ama kendini TV karşısında dramatik filmler, kavga ve gözyaşı dolu, o seviyesiz moda ve evlenme programlarıyla yormasın bütün gün lütfen.

Ben mesela size durumumu hiç fark ettirmemeye çalışarak, buradaki pür neşeli, esprili yazılarıma ve adım adım resimli tarifler vermeye aynen devam ettim. “Allah sizden razı olsun bu ne güzel tarif, sayenizde mutfağa girmekten artık eskisi gibi korkmuyorum” diye mesajlar aldığımda da çocuklar gibi mutlu oldum. Bu şekilde içten dualar almak da insanı çok huzurlu yapıyor.

Hatta aslında o süreçte, normale göre çok daha az dışarı çıkmama rağmen Instagramda da postlarıma devam ettim. Belki o an doktor kontrolüne giderken asansörde bir selfie çekip koyuyordum, ama “fellik fellik” gezip eğlendiğimi sanarak “oh maşallah! Hayat sana güzel!” gibi yorumlar yazanlar da çıkıyordu. içimden “ya yaaa! Peki bu kadar güzelse, değiş-tokuş yapmak ister misin acaba?” diye sormak geliyordu :))

PEKİ SAÇLAR NE ZAMAN GERİ GELMEYE BAŞLIYOR?

Böyle böyle tüm seanslarının bitimine doğru artık, yavaş yavaş, minik bebeklerin yumuşacık tüy tüy olan saçlarından çıkmaya başlıyor kafada. Kaşlar kirpikler de hafif hafif geliyorlar geriye. Ben bu süreçte hep içinde paraben vs. olmayan bir bebe şampuanı kullandım. Mis gibi bebek kokuyorlardı. O henüz yeni yeni filizlenen saçlarımı öyle seviyordum ki, kendi kafamı bile okşaya okşaya bi’ hal oluyordum yumuşacık bir yavru kedicik sever gibi:)

KEMOTERAPİLER BİTİNCE

Sonra onkolog istediği testleri yaptırıyor, her şeyin yolunda olduğuna karar verilince, artık ilk bir kaç yıl boyunca, 3 ayda bir kontrollere gidiyorsun. Sonra 6 ayda bir ve yılda bir diye seyrelterek, en az 5 yıl boyunca seni takibe devam ediyorlar.

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-emar

Genelde de bu süre boyunca ağızdan günde 1 tane alınan tablet şeklinde bir ilaç veriyorlar. İşte o benim de şu anda birazcık sıkıntısını çektiğim gibi, göbek ve bel bölgesini kalınlaştırmasıyla meşhur bir ilaç Ama sağlıklı ve dengeli beslenerek, buna engel olmak da, eminim ki mümkün. Ben şu anda buradaki 5 kg için diyet yapıyorum mesela:)

Doktor da güzel şeyler söyleyip, “hadi geçmiş olsun, bitti gitti! Bundan sonra kontrol zamanı” dediğinde, inanın hepsi geride kalıyor:)Saçlar, kaşlar ve kirpikler de coşmaya başlıyor:) Hatta ben iyice coşsun diye, aynı süreçlerden geçen sevdiğim bir ablamın uyguladığı ve memnun kaldığı tavsiyesi üzerine, 7-8 tane farklı ve besleyici yağdan alıp, hepsini karıştırarak kür yapıyordum evdeyken saçıma. Üstüne de bir bone takıp bekletiyordum bir kaç saat ve ardından yıkıyordum. Oh mis! 🙂

usengec-sef-meme-kanseri-kemoterapi-sac-bakimi

Kirpiklerin de coşması için, bir ürün kullandım geceleri yatmadan, hatta aklıma geldikçe hala uygularım. İhtiyacı olup da ismini merak eden olursa, bana yazsın e mi? Neydi unuttum da, sizin için bakarım hemen:)
Normalde hayatta cesaret edip yapamayacağım kısa saç modelime şimdi ise ben dahil herkes bayılıyor. Benim sayemde çevremde, uzun yıllardır şekil vermeye çalışırken, hem kendilerini, hem de kuaförlerde bütçelerini zorlamaktan gına gelen saçlarına modern ve genç bir yorum katan kaç kişi oldu kim bilir. Ben de artık birazcık uzasa dayanamıyorum ve hemen kendi modelinde kestirmeye gidiyorum güle oynaya:)

Ve artık yazımın sonuna gelirken, diyeceğim odur ki, kemoterapi sürecinde neler olduğunu kısacık bir cevapla geçiştirmek istemedim. Biraz destan yazdım çünkü, aklıma gelenleri, herkese faydalı olabilmesi için, mümkün olduğunca detaylı ve yazı stilimde (çok sevdiğinizi belirttiğiniz için mest olduğum şekilde), her zamanki gibi en ama en samimi hislerimle anlatmaya çalıştım.

Özet olarak, her ne olursa olsun, en çok vurguladığım gibi bu süreçte psikolojik destek, ailenizin ve gerçek dostlarınızın yanınızda olması ve moral çok önemli. Benim bir’ tanecik eşim, en büyük destekçim olarak, aynada kendimi en tipsiz bulduğum anlarda bile, sevgisi, ilgisi ve sefkati ve bakışlarıyla, bana kendimi “dünya güzeli” gibi hissetirmeyi başardı. Gerçek aşkın değeri, hayatta her şey yolundayken değil, esas zor günlerde açığa çıkıyor emin olun 🙂

Anadolu Ajansının Değerli Muhabiri Sevgili Andaç Hongur ile yaptığımız röportajımızın videosunu buradan izleyebilirsiniz.

Her zaman diyorum ya… “Hayat bir orkestra ve ben bu orkestranın şefiyim.” Onu en iyi şekilde yönetmek, yaşananları iyisiyle-kötüsüyle birer sınav olarak görüp, Allah’ın izniyle bu sınavlardan başarıyla çıkmak kendi elimizde. Artık her 6 kadından 1’inde görülen “Meme Kanseri”nden korunmak için, sizlere de düzenli tetkiklerinizi yaptırmanız konusunda küçük bir hatırlatma olsun bu yazı, olur mu?

Tedavi gören herkese şimdiden çok geçmiş olsun. Acil şifalar dilerim!

Sevgilerimle,

“Edepsiz kansere kafa tutarken üşenmek nedir bilmeyen” Üşengeç Şefiniz 🙂